İdeoloji, İnanç, Manipülasyon ve Sosyal Medya

Medyanın manipülasyon yaptığı bir gerçek, ancak bugün bir gerçek daha var: Sosyal medyada okurların çoğu da tek taraflı ve kendi ideolojik açısından bakıyorlar her șeye. Yani sadece medya değil, okurlar da manipülasyon yapmaktadır bugün. Troller bir yana, okurların bir kısmı kendi ideolojilerine aykırı en küçük bir habere tepki duyuyor ve saldırıyorlar. Bir haberin doğruluğunu bile sorgulamadan hemen küfür, hakaret etmeye, suçlamaya, aşağılamaya yönelik yorumlar yapıyorlar. Sadece Türkiye’de değil, Latin Amerika’da, ABD’de, İngiltere’de… her yerde böyle bir agresif, kendi ideolojisi, dini, inancı dışındaki her şeyi karalayan bir okur kitlesi oluştu ne yazık ki sosyal medyada.

Devamını okuyunuz...

Zamanda Yolculuk

Bu konuda ünlü “Büyükbaba paradoksu” var, ona verilen yanıtlar da farklı. Geçmişe yolculuk edip büyükbabanızı öldürseniz, sizin durumunuz ne olacak, o takdirde hiç doğmayacak mısınız? Böyle bir şeyin olamayacağını söyleyenler de var, yani büyükbabanızı öldüremeyeceğinizi, ya da büyükbabanızı öldürseniz dahi sizin büyükbabanızın başkası olacağı şeklinde. Ve daha birçok yanıt. Ben buradan, yani benim için şimdi olan bir andan geçmişe gidiyorsam, geçmişte misafir mi olacağım, yoksa onun işlevsiz bile olsa bir izleyicisi mi olacağım? Ya da onu değiştirme gücüne sahip olarak bir parçasına mı dönüşeceğim? Burada işte felsefenin alanına da giriyoruz.

Devamını okuyunuz...

İtaat Üzerine

Bazı insanlar Adler’in dediği gibi uşak ruhludur, hatta çoğu insan böyledir. Böylesi prototip kendisine bayraklaştıracak bir lider, kurum arar. Ve ona sığınarak, onu savunarak sefil ömrünü yaşar gider. Artık bütün iradesini bu kişiye, kuruma devretmiştir. Aslında bireyi bu hale getiren, gerçekte sistemin kendisidir. Çünkü birey bilmektedir ki, itaat etmediği zaman başına çok kötü şeyler gelecektir. O zaman bu iki prototip tarihsel şartların da bir araya gelmesiyle buluşur, lider ve ona itaat eden, hatta tapan kitle.

Devamını okuyunuz...

Varoluşumun Tek Amacı Özgür Olmaktır

Peki nedir varoluşumuzun amacı? Biz Evren’in, yıldızların çocuğuyuz, yıldız tozundan meydana gelmişiz. Meydana gelişimiz tamamen tesadüfi olsa da, herhangi bir varoluş amacı olmasa da, ona anlam yüklemek zorunda hissederiz kendimizi.
Bir vida değiliz, neyiz peki? Bir canlı, doğayı dönüştürme gücüne sahip bilinçli bir insanız, bununla övünürüz. Amaç nedir; bence amaç tektir. Bütün insanlık tarihinin amacı özgür yaşamaktır.
Özgürlüğün olmadığı yerde, gerçek mutluluk da yoktur, sevinç de.

Devamını okuyunuz...

Nereye ve Hangi Yoldan Gitmeliyim?

Nereye gittiğimizi bilmeyiz çoğu zaman. Öyle gideriz yıllarca bir yolda. Bir gün birden durur ve nereye gittiğimizi sorarız kendi kendimize. Yanıtımız yoktur, ya da acıdır: Nereye gittiğimizi bilmemekteyizdir. Yıllarca çıkmaz yollarda hiç düşünmeden vakit geçirmişizdir bu yüzde. Sanki ırmağa bırakılmış bir kibrit çöpü gibi hayatın akıntısına kapılıp gideriz, akıntı nereye götürürse bizi. İşte nereye gittiğimizi bilmiyorsak hangi yoldan gidersek gidelim önemi yok, hiçbir yere ulaşamayacağız demektir bu.

Devamını okuyunuz...

Dostoyevski ve Acının Kutsanışı

Anna Grigoryevna’nın anılarında şunları okuyoruz: “Bir gün Cenevre yolu üzerinde, Basel’de durduk. Kocamın bana önceden sözünü ettiği bir tablonun bulunduğu müzeyi gezdik. Bu Holbein’in bir tuvaliydi. lnsanlıkdışı bir işkence yapıldıktan sonra, haçtan çözülen ve çürümeye bırakılan İsa’yı gösteriyordu… Ona daha uzun süre bakmaya dayanamadığımdan başka bir salona gittim. Döndüğüm vakit kocam hâlâ oradaydı, aynı yerde, zincirle bağlanmış gibi. Heyecanlı yüzünde, daha önceleri çoğu kez sara nöbetlerinin başlangıcında gördüğüm ürküntüyle aynıifadeyi taşıyordu.’ Ve Dostoyevski ona şu tümceyi söylüyor: ‘Böyle bir tablo insanın inancını yok edebilir…”

Devamını okuyunuz...

Kendi Cehennemine Sığınan Adam: Dostoyevski

Bu cümlesi önemlidir ki içinde bulunduğu durumu “cehennem” olarak niteliyor. Yani kaçacağı hiçbir yer kalmamış. Hem borçlarının yükü altında ezilirken, diğer yandan edebiyattaki başarısı ve başarısızlığının acısını çeker. Daha ilk yapıtıyla en yükseğe konulmuştur, en etkili kişi olan Belinski tarafından, “İnsancıklar” adlı yapıtıyla. Daha sonra ise gözden düşmüştür. Bu durum belki de en iyi onun açıkladığı gibi cehennem kelimesiyle anlatılabilir. Gerçek hayatı zaten kâbustur. Epilepsi krizleri, borçlar, kumar, yoksulluk, düzensiz bir hayat vs…

Devamını okuyunuz...

İçerideki Cehennem ve Dostoyevski

Dostoyevski, Sibirya’da gerçek sırrı öğrenmişti: Kimse saf iyi ya da kötü değildi. “Canavar” denilen bu insanların içlerinde çok iyi ruhlular vardı. Kötü görünüş yanıltmamalıydı. Bunu altın bulmak olarak niteliyordu. İşte bu bilgi yaşayarak öğrenilmişti ve onu diğer yazarlardan ayırdı. Edebiyatta yapılmayanı yaptı. Saf iyi kahramanlar yerine, Raskolnikov gibi ateşli gel git duygulara ve ruha sahip cehennemi karakterleri öne çıkardı. İçerideki cehenneme baktı.
O da Nietzsche gibi cehenneme bakmıştı. İçerideki cehenneme, yani insanın iç dünyasındaki karanlık noktaları aydınlatan cehennem.

Devamını okuyunuz...

Dostoyevski ve ‘İnsanın İçindeki İnsan’

Ama insanı ve onun davranışlarını çözümlemekteki başarısı ve ustalığı eşsizdir onun. Edebiyat tarihinde hiç kimse insanın iç dünyasına Dostoyevski gibi uzanmamıştır. Kendisine psikolog denilmesine karşın şöyle der o:
Psikolog olmasa da, insanın iç dünyasına belki bir psikologdan daha fazla sızabilmiştir. Gerçekten de insanın iç dünyasının o zaman dek yapılmamış -hâlâ da yapılamamış- bir resmini sunar bize Dostoyevski. Bu eksik bir resimdir, onu tamamlayacak olan da kendimizden başkası değildir.

Devamını okuyunuz...

Dostoyevski ve ‘Yaşanmadan Anlaşılamayacak Bazı Şeyler’

Bu kitabı çok severim ben. Tolstoy, Puşkin’le kıyaslamış Dostoyevski’yi. Bu aslında ona iltifattır. Çünkü Puşkin, Rus edebiyatının peygamberi olarak görülür Ruslar tarafından. Ama dünya edebiyatına gelince Puşkin, Ne Dostoyevski’nin, ne de Tolstoy’un yanına yaklaşabilmiştir dünya edebiyatında. Dostoyveski’nin ise Tolstoy ve Turgenyev gibi Rus edebiyatının duayenlerine bir üstünlüğü vardır, o da bizzat mahkûm olarak Sibirya’ya giderek toplumun alt kesiminden insanlarla yıllarca birlikte yaşaması ve onları gözlemlemesidir. Bu bir yazar için, altın değerinde bir fırsattır bence.
Zaten Dostoyevski de bunun farkındadır, şöyle seslenir aslında diğer yazarlara: “Bazı şeyleri yaşamadan anlayamazsınız, üzerinde yorum yapamazsınız”.

Devamını okuyunuz...

erol anar
error: Content is protected !!