Nereye ve Hangi Yoldan Gitmeliyim?

Nereye ve Hangi Yoldan Gitmeliyim?

Sanki ırmağa bırakılmış bir kibrit çöpü gibi hayatın akıntısına kapılıp gideriz, akıntı nereye götürürse bizi. İşte nereye gittiğimizi bilmiyorsak hangi yoldan gidersek gidelim önemi yok, hiçbir yere ulaşamayacağız demektir bu.

Çoğumuz kendimizi kandırır, varmak istediğimiz yere vardığımızı düşünürüz. Biz her şeyi bilmekte, anlamakta, insanları çözmekte uzmanızdır kendimize göre. Neredeyse kendimizi bir aziz, ermiş olarak ilan edeceğiz. Ama gerçek tam tersidir çoğu zaman, o bir türlü görmek istemediğimiz gerçek. Ne gideceğimiz yere varmışızdır, ne de aslında nereye gitmek istediğimizi biliyoruzdur.

Değil başka insanları, kendimizi bile tanımaktan, bilmekten aciziz gerçekte. Her şeyi bildiğimiz, ya da çoğu şeyi iddiasına gelince, bu da kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Lewis Carroll’un “Alice Harikalar Diyarında” adlı kitabında şöyle bir diyalog vardır:

“Lütfen bana hangi yolu izlemem gerektiğini söyler misiniz?’

‘Bu nereye gitmek istediğine göre değişir.’ dedi Kedi.

‘Aslında nereye gittiğim pek umurumda değil.’ dedi Alice

‘O zaman hangi yolu izlersen izle fark etmez,’ dedi Kedi..” [1]

Çocuklar için yazılmış bir kitap olarak bilinse de, aslında yetişkinlere de hitap eder. Felsefi derinliği olan bir kitaptır bu. Ve bu kitapta çok derin sözler vardır. Hatta paralel dünyalar, evrenler bile. Henüz böyle bir tez ortada bile yokken Carroll, bu paralel evreni yaratmış ve kitabının kahramanı Alice’i oraya göndermişti. Bu evren, bizim evrenimizden farklı kuralları, doğa yasaları olan bir evrendi. Şimdi çoklu evren teorisi de bunun mümkün olacağını söylüyor.

Delikten aşağıya doğru düşerken Alice kendisine soruyor:

“Acaba dünyanın öbür tarafından çıkar mıyım?” [2]

İşte bu da teorik fizikçilerin tartıştığı paralel evrenlere geçiştir. Böylesi bir geçiş mümkün olabilir bir gün.

Hatta ciddi teorik fizik kitaplarında dahi Alice Harikalar Diyarında’dan alıntılar ve göndermeler yapılır. Örneğin Michio Kaku’nun kitaplarında olduğu gibi.

“Garip, ucube ya da deli değilim. Sadece benim gerçekliğim sizinkinden farklı…” [3]

Aslında aynı gezegende, aynı ülkede, aynı kentte, aynı mahallade, hatta aynı evde farklı gerçeklikleri yaşarız. Birbirimizi sık sık yargılarız, ama gerçekliklerimizin farklı olduğunu dikkate almadan yaparız bunu. Ve farklı olanı ucube ya da deli, en azından garip statüsüne hapsederiz. Öyle ya biz akıllıyızdır, bizden farklı olan ise ya delidir ya ucube kendimize göre.

Nereye gittiğimizi bilmeyiz çoğu zaman. Öyle gideriz yıllarca bir yolda. Bir gün birden durur ve nereye gittiğimizi sorarız kendi kendimize. Yanıtımız yoktur, ya da acıdır: Nereye gittiğimizi bilmemekteyizdir. Yıllarca çıkmaz yollarda hiç düşünmeden vakit geçirmişizdir bu yüzden. Sanki ırmağa bırakılmış bir kibrit çöpü gibi hayatın akıntısına kapılıp gideriz, akıntı nereye götürürse bizi. İşte nereye gittiğimizi bilmiyorsak hangi yoldan gidersek gidelim önemi yok, hiçbir yere ulaşamayacağız demektir bu.

***

“Sen de kimsin?”

‘Ben de pek bilmiyorum efendim. En azından şu an için pek emin değilim. Aslında bu sabah uyandığımda kim olduğumu biliyordum, ama o zamandan bu yana birkaç kez değiştim sanırım.”[4]

Yukarıdaki cümle ise, kendimiz üzerine hemen hemen hiç düşünmeyen bize bir tokat gibi çarpar. Kimiz biz gerçekte? Değişir miyiz gerçekten? Yoksa hiç değişmeden kabuğumuza siner ve yıllarca öyle mi kalırız? Yukarıda kitaptan alınmış cümle doğrudur aslında. Doğada her şey değişir: Ağaçlar, çiçekler, hayvanlar, yıldızlar… Ama insanın değişmesi çok zordur. Hele inanç ve ideolojilerin tutsağı olmuşsa. Fiziken istese de istemese de değişir, giderek yaşlanır, yüzünde çizgiler belirir. Ama düşünce olarak değişimden söz ediyorum. İşte bu çok zordur. İmkânsız değildir, ama çok zordur.

Acaba kimim? İşte asıl bilinmez bilmece bu!”[5]

Aslında çoğu kişi kendisine bir kez bile bu soruyu sormadan hayata veda eder. Kendimizi çok beğeniriz, kendi yapbozumuzu tamamlamış ve oturmuşuzdur aşağıya kendimize göre. Oysa gerçekte yapbozun çoğu parçası eksiktir, ama görmezlikten gelir, geçeriz bunu. Bu soruyu soran az sayıdaki insan ise hayatın anlamını arayan, varoluşuna bir anlam katmaya çalışan kişilerdir.

“Alice: Sonsuzluk ne kadar sürer?

Beyaz tavşan: Bazen sadece bir saniye.”[6]

İşte bu da zamanın göreliliğidir. Einstein’ın görelilik teorisine uygun bir cümledir bu. Çünkü bu teoriye göre, “zaman herkes için aynı hızda akmaz, çok hızlı hareket eden bir gözlemci için zaman kendisine göre daha durağan olan bir gözlemcinin algıladığından daha yavaş akar.”

Bazen bir yıllık bir bir zaman dilimi içinde bulunduğumuz ana göre bize çok kısa, hatta bir saniye gibi gelebilir. Ya da bir saniye sanki bir yılmış gibi uzun… Bu içinde bulunduğumuz fiziksel ve ruhsal duruma göre değişkenlik gösterebilir. Mutluluk kısa gelir de, acı sanki çok uzunmuş gibidir, öyle hissederiz. Her şey nerede olduğumuza, ne yaptığımıza ve hatta ne hissettiğimize, düşündüğümüze göre de değişebilir.

 

Erol Anar

[1] Lewis Carroll: “Alice Harikalar Diyarında”, Türkiye İş Bankası Yayınları, Çeviren: Sinan Ezber, 5. Baski: Haziran 2008, İstanbul, sayfa 59-60.

[2] Lewis Carroll: “Alice Harikalar Diyarında”, Türkiye İş Bankası Yayınları, Çeviren: Sinan Ezber, 5. Baski: Haziran 2008, İstanbul, sayfa 10.

[3] Age.

[4] Lewis Carroll: “Alice Harikalar Diyarında”, MEB Yayınları, Çeviren: Kısmet Burlan, Şubat 2016, Ankara, pdf, sayfa 53.

[5] Lewis Carroll: “Alice Harikalar Diyarında”, MEB Yayınları, Çeviren: Kısmet Burlan, Şubat 2016, Ankara, pdf, sayfa 21.

[6] Age.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!