Dostoyevski ve Acının Kutsanışı

Dostoyevski ve Acının Kutsanışı

“Toprağı gözyaşlarınla suladığın, gözyaşlarını ona sunduğun zaman, üzüntün geçecek ve sen her şeyi unutacaksın.”[1]

Gerektiğinde saygıyla diz çöker karşısındaki kişinin önünde, Sonya’nın önünde Raskolnikov’un diz çöktüğü gibi. Ama gerektiğinde de gururlu ve inatçıdır.

Ama kendisi de aynı şeyi, kendisinden yirmi yaş küçük sevgilisi Polin’in önünde gerçekleştirmiştir, diz çökmüş ve onun ayaklarını öpmek istemiştir. Bunu “Kumarbaz” adlı romanında yazmıştır.

Romanlarındaki kahramanları nasıl coşku dolu ise, kendisi de gerçek hayatında öyledir.

Ya hiç gerçekten mutlu olmamıştır hayatında, ya da kendi dediği gibi mutlu olduğunu bilmemiştir.

“İnsanoğlu, mutlu olduğunu bilmediği için mutsuz; yalnızca bu nedenle mutsuz. Hepsi bu!”[2]

Aslında kendi hayatını da özetler bu cümlesi. Hayatı boyunca, şöyle bir hayat hikâyesine bakıldığında gerek çocukluğunda, gerekse gençliğinde askeri okulda, sonradan Sibirya’da hapishanede, sonradan ise borçların ağır yükü altında mutlu olduğu anlar belki de çok azdır. Mutsuzluk içinde yüzmüştür hayatı boyunca. Mutluluğu ele geçirdiğini düşündüğü nadir anlarda ise, yine bunu eline yüzüne bulaştırmış ve mutsuzluğa teslim olmuştur.

“Bütün varlığımla kocaman bir yalan olduğum sonucuna varmak için mi yaratıldım ben! Tek amacım bu mudur? İnanmıyorum.”[3]

Yeraltı Adamı’nın söylediği yukarıdaki cümle, kendisini anlatmaktadır. Yeraltı Adamı kendisidir. Hayatı boyunca yaşamanın, varolmanın acısını çekmiş ve bu yük ona ağır gelmiştir. Bu yüzden acının insanı yücelttiğini düşünür, ona yüce anlamlar biçer. Bu hayatı hep acı içinde olduğundan dolayıdır. İçinde bulunduğu durumun felsefesini yapmış, acı çekmeye bir erdem, bir mistik anlam yüklemiştir. Hemen bütün kitaplarında acının izleri vardır ve acı çekme yüceltilmiştir.

“Dünyada gerçekten başka her şey geçicidir.”[4]

Ne yapsa etse hep gerçekliğin duvarından kaçamamış, onun altında ezilmiştir. Çünkü nereye gitse, ister Avrupa’ya isterse San Petersburg’a gerçekliğin katı duvarının altında hayatı boyunca ezilmiştir o. Bu yüzden Yeraltı Adamı gibi duvarı yıkamaz, ama onu yumruklamakla yetinir. Her şeyin geçtiğini ama katı gerçekliğin kalıcı olduğunu görmüştür hayatı boyunca.

***

Avrupa değerlerine ve Avrupa’ya olan düşmanlığını da Slavcı milliyetçiliğinden çok, orada geçirdiği yoksulluk ve acı dolu sıkıntılı günlerde aramak gerekir bence. Kumara bütün parasını yatırmış, daha sonra akrabalarına, arkadaşlarına, yazar tanıdıklarına, yayıncılara mektuplar yazarak adeta para dilenmiştir. Ve ona para yollayanlar da bunu bir dilenciye sadaka verir gibi yapmışlardır çoğunlukla. Yayıncılar ise, daha yazılmamış kitaplarını ucuza kapatmışlardır böylece.

Avrupa günleri tek bir kelime ile özetlenirse, “para, para, para”dır. Kumarı da para kazanmak için oynar ama elinde avucunda ne varsa kaybeder.

Film sahnesi gibi bir sahne var;

“Dostoyevski Tan’ın müdürüne, gelecek romanına karşılık bir avans istemek için mektup yazıyor. Gel gör ki, para gelmekte gecikiyor. Dostoyevski her gün banka gişesine gidiyor, ama her gün memurlar tarafından kovuluyor. Personel alay ediyor onunla.”[5

Burası Almanya Dresden’dir. Dostoyevski, umutsuzca banka gişesine gider gelir her gün. Ve arkasından yükselen alaylı sesleri ve gülüşleri duyar. Ve omuzları daha da aşağıya eğilerek, umutsuzca banka gişesinden uzaklaşır. Ne var ki ertesi gün yeniden bu sahne ile yüzleşmek durumundadır. Ya parası gelirse ertesi gün. Tekrar eden bu gibi sahneler onu Avrupalılara düşman etmiştir deyim yerindeyse. Biraz da bu kızgınlık ve umutsuzluğun verdiği ruh hali ile saldırmıştır Avrupa değerlerine ve Avrupalılara.

Eğer kumarda şansı yaver gitseydi, çok para kazanıp Avrupa’da rahat yaşasaydı, burası hakkındaki tüm düşünceleri değişebilir, yumuşayabilirdi.

Ölü İsa’nın Mezardaki Bedeni (1521), 30.5 cm × 200 cm., Hans Holbein. Basel. Dostoyeski bu tabloya uzun uzun bakmıştır.

Dostoyevski, ressam Rafael’in hayranı idi,  Floransa’da onun yapıtlarını görmüştür. Öte yandan başka bir anısı onun gizemli dünyası hakkında fikir verebilir.

Anna Grigoryevna’nın anılarında şunları okuyoruz: “Bir gün Cenevre yolu üzerinde, Basel’de durduk. Kocamın bana önceden sözünü ettiği bir tablonun bulunduğu müzeyi gezdik. Bu Holbein’in bir tuvaliydi. lnsanlıkdışı bir işkence yapıldıktan sonra, haçtan çözülen ve çürümeye bırakılan İsa’yı gösteriyordu… Ona daha uzun süre bakmaya dayanamadığımdan başka bir salona gittim. Döndüğüm vakit kocam hâlâ oradaydı, aynı yerde, zincirle bağlanmış gibi. Heyecanlı yüzünde, daha önceleri çoğu kez sara nöbetlerinin başlangıcında gördüğüm ürküntüyle aynı ifadeyi taşıyordu.’ Ve Dostoyevski ona şu tümceyi söylüyor: ‘Böyle bir tablo insanın inancını yok edebilir…”[6]

Burada yine onun bitmek tükenmek bilmez düalizmine tanıklık edebiliriz. Bir yandan coşkuyla kendini Hristiyanlığa, özellikle İsa imgesine bırakırken, diğer yandan da inanıp inanmamakta hâlâ bir tereddüt taşmaktadır. Ne kadar coşkulu görünürse görünsün, bazı şüpheler içini kemirmekte, onu yiyip bitirmektedir.

Erol Anar

[1] Dostoyevski: Ecinniler, cilt 1, s. 148., Ak: Andre Gide, sayfa 189.

[2] Dostoyevski: Ecinniler,  Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 8.Basım, Istanbul, sayfa 297.

[3] Dostoyveski: Yeraltından Notlar, İletişim Yayınları, 14. Baskı 2007, İstanbul, sayfa 51.

[4] Dostoyevski: Karamazov Kardeşler, İletişim Yayınları, 1. Baskı 2001, İstanbul, sayfa 338.

[5] Henri Troyat: Dostoyevski, İletişim Yayınları, İstanbul, 3. Baskı 2014,sayfa 290. 

[6] Henri Troyat: Dostoyevski, İletişim Yayınları, İstanbul, 3. Baskı 2014, sayfa 284. 

One thought on “Dostoyevski ve Acının Kutsanışı

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!