İnkârcı Bir Filozof: Emil Michel Cioran (2)

İnkârcı Bir Filozof: Emil Michel Cioran (2)

Emil Michel Cioran (1911-1995)

Cioran bir kitabında şundan söz ediyordu; Fransa’da bir kitabı yayınlandıktan bir süre sonra, bir Le Monde gazetesi yazarından mektup almış. Mektupta, Le Monde gazetesi yazarı şuna benzer şeyler söylüyormuş: “Siz gençleri intihara sürükleyebilirsiniz. Bu kitabı gençlerin okuyabileceğini düşündünüz mü hiç?”

Bunun gibi ve benzeri şeyler. Yani kitabı çok karamsar, gençleri intihara teşvik edebilecek bir içerikte bulmuş Le Monde gazetesi yazarı ve ‘zararlı içerik’ olarak nitelendirmiş kendisince. Le Monde gazetesi yazarının adını bile bilmiyoruz şu an, ben bilmiyorum en azından. Ama Cioran’ın adı edebiyat tarihinde var. Onun kitapları da bir intihar furyasına yol açmış değil üstelik.

Ben bunu okuduğumda şunu düşündüm: Ne kadar tepeden, ukala bir bakışla yazılmış Le Monde gazetesi yazarının Cioran’a yazdığı mektup. Sen kimsin de, bir yazara onun kitabının zararlı içerikte olabileceğini söylüyorsun? Ölçü sen misin bu konuda? Senin adını bile bilmiyoruz şu an.

***

“İçimde insan ruhunun katlanamayacağı büyük bir karışıklık ve kaos var. Ne isterseniz bulabilirsiniz orada. Ben dünyanın başlangıcından kalma, içindeki öğeler billurlaşmamış, içinde başlangıçtaki kaosun hâlâ fokur fokur kaynadığı bir fosilim. Ben mutlak çelişkiyim, çatışkıların doruğu, gerilimlerin sınırıyım; içimde her şey olabilir, çünkü ben son can çekişmede, son üzüntünün saati geldiğinde, en son gülecek kişiyim.” (Emil Michel Cioran: Umutsuzluğun Doruklarında, sayfa 106.)

Nasıl evren kaos üzerine kurulu ise, ve entropi yasaları var ise, içimizde de sürekli bir kaos eğilimi vardır. Kaosun içindeki düzeni ararız hep. Hepimiz ilk atalarımızın kemiklerinin üzerindeki bir tozuz, bir fosilin parçasıyız. 

Aslında insan çoktan fosilleşmiştir, o yaşayan bir ölüdür artık belki de. Belki Michel Foucault’ya “insanın sonunun yakın olduğunu” düşündüren gerçek buydu. Nasıl ki, dünyanın ve evrenin de bir sonu varsa, insanın da bir sonu vardır. Hırsları ve tutkuları onu yok etmiştir çoktan. Kendi kendi yok eden, kendi sonunu hızlandıran, tüketen tek canlıdır insan.

İnsan, Cioran’ın dediği gibi “mutlak çelişki”dir. Varlığı ile yokluğu arasında gidip gelen ne varlığına, ne yokluğuna inanabilen bir atomlar bütünüdür o, bir sarkaçtır.

Cioran “en son gülecek kişi” olduğunu söyler “son üzüntünün saati geldiğinde.” Çünkü o varoluşundan yorgundur, varoluşun yükünü taşımaktan bıkmıştır. Bu nedenle “son can çekişmede” o gülecektir, çünkü artık varoluş serüvenini noktalamaktadır, Bu onun için üzüntü değil, sevinç kaynağıdır artık.

***

“Hayvanlar -hepsi kendi çabalarıyla yaşar- sefaleti bilmezler çünkü hiyerarşi ve sömürü yoktur onlarda. Sefalete yalnızca insanda rastlanır, benzerini kendine kul köle eden bir tek o var; yalnızca insan kendini bunca aşağılayabilir.” diyor Emil Michel Cioran, “Umutsuzluğun Doruklarında” adlı yapıtında (sayfa 114).

Hiyerarşi ve iktidar duygusu bazı hayvanlarda da primitif olarak vardır. Ancak insanda olduğu kadar karmaşık ve adaletsizlik üzerine kurulu değildir. Özellikle sürü halinde yaşayan hayvan türlerinin çoğunda sosyal bir hiyerarşi vardır bilimsel araştırmalara göre. Fiziksel güç üzerine kuruludur. Fiziksel güce sahip olan iktidar olur, fiziksel gücünü yitirince iktidardan düşer. 

Ancak köleleştirme insana özgüdür daha çok. Zevk için öldürme, işkence yapma, acımasızlık ve birçok bu ve benzeri duygu da insanda sınır tanımaz. Çünkü hayvanda olmayan ya da sınırlı olan hırs, insanda sonsuzdur bence. İnsan, kendi kendisini lanetlemiştir bu yüzden.

Ayrıca insan dünyayı harap etmiş, kaynaklarını neredeyse tüketmiş, hayvanları köleleştirmiş, flora ve faunanın doğal dengesini bozmuştur. Gezegenin yok oluşunu da hızlandırmaktadır sınırsız hırsıyla. İşte bu yüzden Cioran belki de şöyle demiştir: “Cennet insanın olmadığı yerdir.” (Zamana Düşüş, Emil Michel Cioran, Sayfa 85) 

Bu doğrudur tarihe baktığımızda. Gerçi o tarihi de inkậr etmektedir. Buna ayrıca değineceğim.

***

“Aslında her fikir yansızdır, ya da öyle olmalıdır; ama insan onu canlandırır. alevlerini ve cinnetlerini yansıtır ona; saflığını yitirmiş, inanca dönüştürülmüş fikir, zaman içindeki yerini alır, bir olay çehresine bürünür; Mantıktan sara hastalığına geçiş tamamlanmış olur … İdeolojiler, doktrinler ve kanlı şakalar böyle doğar.” (Emil Michel Cioran: Çürümenin Kitabı, sayfa 7)

Gerçekten de ideolojiye ya da inanca dönüştükçe artık ona inanan insanda o ideoloji ya da inancı diğerlerine de -gerekirse- zorla kabul ettirme düşüncesi doğar. Böylece aslında bütün insanlık tarihini açıklamış  oluruz. Çünkü insanlık tarihi bundan ibarettir: Bir cinnetler toplamı. İnanç ya da ideolojilerin yol açtığı cinnetler. İşte Cioran’ın dikkat çektiği budur.

Artık doğruluk ya da yanlışlığı önemli değildir bir inanç ya da ideolojinin. Çünkü zorla dayatılan her şey bir cinnetin ürünüdür, toplumsal bir cinnet. Ve tarih bu cinnetlerden ibarettir. Biz bunlara savaşlar ya da başka şeyler adını veriyoruz.

Herkes cenneti kurmaya çalışıyor; kimisi bu dünyada vadediyor onu, kimisi ise öteki dünyada.

Cioran fanatizmin tehlikelerine ve ruhları nasıl ele geçirip, çakmak çakmak yanan ateşli bir yapıya dönüştürdüğünü şöyle anlatıyor:

“lster sema adına, ister … başka bahaneler adına sesini yükselttiğinde. uzaklaşın ondan: Yalnızlığınızın satiridir, onun hakikatlerinin ve taşkınlıklarının berisinde yaşamanızı affetmez histerisini, varını yoğunu onunla paylaşmanızı ister bunu size dayatmak ve sizi tanınmaz hale getirmek ister.”(Emil Michel Cioran: Çürümenin Kitabı)

Fanatik kişi, gerçeği yalnızca kendisinin bildiğini düşünür; tek doğru onun elinde ve tekelindedir. Bu nedenle katliam bile yapmaktan çekinmez gözünü bile kırpmadan. “Kurtarmak” ister sizi de, siz bunu talep etmeseniz de. Sizin kör olduğunuzu ve gerçeği göremediğinizi düşünür. Bu yolda her şeyi yapar, öldürür, İşte dünyayı bu hale getiren de bu fanatizmdir.

“Yüzyıllar boyunca insanın inanmaktan canı çıktı. Doğmadan doğmaya, yanılgıdan yanılgıya geçti ve kuşkulara çok az bir zaman ayırdı, körlük dönemlerinde kısa süreler. Doğruyu söylemek gerekirse, bunun sebebi kuşkular değildi, mola zamanları, soluklanma anları, tümüyle inanç yorgunluklarıydı.” (Cioran: Doğmuş Olmanın Sakıncası üzerine)

Hayvanlar inanmadan yaşayabiliyor ve bizden daha özgürler. Neden insan bir şeylere inanmadan; din, ideoloji ve dünya görüşüne ihtiyaç duymadan yaşayamıyor? İnsan neden gözlerinde çakmak çakmak parıldayan ölümcül dogmalar yaratmak zorunda? Belki de bu vadedilen cennetlerin bedelleridir kim bilir… Vadedilen her şeyin bedeli yüksektir. Çünkü daha ödeyeceğin çok bedeller vardır ve vaadin ne zaman gerçekleşeceği belirsizdir. Gerçekleşmesi bile neredeyse imkậnsızdır.

Cioran: “Cennet insanın olmadığı yerdir.”

“Bir inanç tarafından ele geçirilip, onu ötekilere iletmeye çalışmayan insan, selâmet saplantısının hayatı soluksuz bıraktığı bir yer olan yeryüzüne yabancı bir olaydır. Etrafınıza bakın: Her tarafta vaaz veren solucanlar; her kurum bir misyonu dile getirir; tapınaklar gibi belediyelerin de mutlakları vardır; yönetimin ise yönetmelikleri – maymunların kullanımına yönelik metafizik … Hepsi de bütün insanların yaşamına çare bulmaya çabalar: Dilenciler ve şifasız hastalar bile buna can atarlar: Dünya kaldırımları ve hastaneler reformcularla dolup taşar. Olay kaynağı haline gelme isteği, her birinin üzerine zihinsel bir karışıklık, ya da kişinin kendi istediği bir lânet gibi etki eder. Toplum -bir kurtarıcılar cehennemi!” (Cioran: Çürümenin Kitabı, sayfa 7)

Gerçekten bir söz vardı: “Kurtarıcılardan kim kurtaracak?” diye Latince, o aklıma geliyor. Herkes bizi kurtarmak istiyor, kendi cennetlerine, (gerçekte bir cehennemden başka bir şey değil) -oraya- götürmek istiyorlar zorla. Bizi “kurtarma” eylemini paylaşamıyorlar. İnsanlara bir nesneymiş, bilinçsiz bir taşmış gibi yaklaşıyorlar.

Herkes bize bir cennet vadeder, hayali cennetler. Ama bunlara inanmayı yeğleriz. Çünkü ölmek ve tamamen yok olmak düşüncesi korkutucu gelir bizlere.

Kimisi bu dünyada cenneti vadeder, kimisi ise öteki dünyada. Aslında bence ne yeryüzünde, ne de başka bir yerde, bir cennet olamaz. Çünkü cennet, yaşamın, varoluşun ruhuna aykırıdır. Hayat doğuştan itibaren acı, sorun ve ağrılardan oluşur. Birazcık da mutluluk, çok az. İşte bunun için belki de yaşam güzeldir; çünkü bu acılar ve ağrılar bize dayanma ve mücadele etme, ayakta kalma gücü verir. Cennet ise acısız ve ağrısız bir yaşamdır. Artık hiçbir şey beklememektir; çünkü bütün arzu ve isteklerin elindedir, elde edilmiştir.

Dünyada da cennet hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir. Hiçbir insan toplumu, özgür bir toplum bile sorunsuz ve acısız olmayacaktır. Çünkü yaşamın içinde bu vardır.

Devam edecek…

Erol Anar

Paraná

31 Aralık 2021

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!