Git de Görelim!

Git de Görelim!

Ben o gün ırmak kenarına bir kitap götürmüştüm. Jack London’un “Demiryolu Serserileri” adlı kitabıydı bu. Yazar, Amerika’da bir trenden diğerine kaçak yolculuklar yapan ve sağda solda berduşluk yaparak, nerede akşam orada sabah yaşayan serserilerin hikâyesini anlatıyordu. Aslında bu kendi hikâyesi idi aynı zamanda.

Irmak kenarında bizim genellikle oturduğumuz yer o büyük ceviz ağacının altıydı. Heybetli bir ceviz ağacıydı bu;  yazın o sıcağında bizi güneşten korurdu. Ceviz ağacının altında sıcak yaz günlerinde ırmağın karşısından Karşıyaka’dan Aşağı Mahalle’ye doğru esen rüzgârda serinlerdik. Yağmur yağdığında da onun altına sığınırdık. Ve o gölgede oturur sohbet eder, sigara içer, hemen o ceviz ağacının altındaki ırmakta ise yüzmeyi tercih ederdik. Ceviz ağacının hemen arkasında tek sıra halinde bizim Aşağı Mahalle’nin arka tarafına kadar uzanan uzun kavak ağaçları vardı. Hemen kavak ağaçlarının sağ tarafında ise elma ağaçları bulunurdu. Bu ağaçların elmalarını daha kırmızılaşmadan yeşil ve hamken yerdik. Biz böylesini severdik, tam olgunlaşmamış yeşil elmaları, ekşimsi tadı yüzümüzü buruştursa da zaman zaman.

Bu bahçeler bizim gizli ve özgür cumhuriyetlerimizdi. Mahalleden çıkıp bahçeye girer ve oradan ırmak kenarına uzanırdık. Bu bahçelere girdiğimizde tamamen farklı ve bizim olan bir ortama adım atmış gibi mutlu oluyorduk.

Kasabanın, dörtyolun telâşından, koşuşturmasından uzaklaşıp bir anda doğanın ortasında buluyorduk kendimizi, kendimizle baş başa olarak. İstediğimiz zaman ise mahalleye iki dakikada dönebiliyorduk,  bize böyle bir kolaylık ve özgürlük sağlıyordu bu bahçeler. Gizli bahçelerimiz ve özgür sohbetlerimiz vardı. Üstüne bir de ırmak, kim istemez…. Meyve ağaçları, ceviz, elma, kış armudu, dut…

Akşamları püfür püfür eserdi başlarında yeller kavakların, yaprak hışırtılarını duyardık. Bir yerlerden cır cır böceği sesleri geldiğinde, artık eve dönme vaktimizin geldiğini de anlardık. Hava kararırdı aniden.  Kavaklar uzar giderdi gökyüzüne birer silüet halinde.

Orada bazen oturup kitap okurduk. John Steinbeckler, Jack Londonlar… Serüvenci ruhlarımıza seslenen yazarlar…

Metin bizim arkadaş grubunun müdavimlerinden bir arkadaşımızdı. Aşağı Mahalle’de oturuyordu o da. Ünlü Bisikletçi Şükrü amcanın yeğeniydi.  Onunla iyi arkadaştık, fakat Metin bazen inatçı olur, bir şey iddia ettiği zaman sonuna kadar giderdi.  Tıpkı benim gibi, ben de inatçıydım o zamanlar. Biz iki inatçı zaman zaman birbirimizle tartışırdık çeşitli konularda. Tıpkı o köprüde karşılaşıp, diğerinden önce geçmek için
kavga eden iki keçi gibiydik.

Bir gün yine ceviz ağacının altında oturuyorduk yine okuduğumuz kitaplardan konuşuyorduk; romanlardan. Bu kitaplar hep uzakları anlattığı için, benim aklım da uzaklarda kalmıştı: Avrupa, Amerika, hep uzaklar… Çünkü genellikle Amerikan, Rus yazarları okuyorduk,  ama Rusya’ya ilgi duymuyordum. O zamanlar daha çok Amerika ve Avrupa taraflarına ilgimiz vardı.

Ben o gün ırmak kenarına bir kitap götürmüştüm. Jack London’un “Demiryolu Serserileri” adlı kitabıydı bu. Yazar, Amerika’da bir trenden diğerine kaçak yolculuklar yapan ve sağda solda berduşluk yaparak, nerede akşam orada sabah yaşayan serserilerin hikâyesini anlatıyordu. Aslında bu kendi hikâyesi idi aynı zamanda. Kitabı biraz anlattım.

Böyle konuşur sohbet ederken

“Ben de” dedim “bir gün yurt dışına gideceğim, belki de orada yaşarım kim bilir?”

Metin yüzüme baktı:

“Nereye gideceksin ya bakalım?”

“Vallahi”,  dedim, “Amerika mı olur, Avrupa mı olur, bir yerlere gitmeyi, oraları keşfetmeyi düşünüyorum.” dedim.

Sustum bir süre ırmağa baktım ve sonra tekrar konuştum:

“Bu yazarlar gibi ben de hayatı keşfetmek istiyorum. Burada kalmayacağım,
hatta değil ülkeden, kıtadan bile çıkacağım bir gün.” dedim.

Metin,

“Gidemezsin lan, kolay değil öyle kitaplarda olduğu gibi.” dedi.

“Ben  giderim oğlum.”

“Lafla herkes gider.” dedi Metin bunun üzerine.

Sinirlenmiştim.

“Gideceğim.” dedim sertçe. “Peki dedim, göreceksin; ben istesem Avrupa’da,
Amerika’da bile yaşarım.”

Metin yine inatçılığından prim vermiyordu:

“Söylemesi kolay.” dedikten sonra elindeki sigaradan bir nefes çekti ve
ırmağa doğru baktı.

Metin’in inadı inattı:

“Git de görelim bakalım. Var mısın iddiaya? 2000 yılına kadar gidersen sen
kazanmış olacaksın iddiamızı.” dedi.

“Sana oradan pullu mektup yollayacağım.” dedim.

“Nereden?”

“Nereye gitmişsem oradan işte.” dedim.

“Kabul.” dedi bunun üzerine Metin.

O günden sonra Lise’de Nejdet ile oturduğumuz sıraya bir tarih kazımaya ve iz bırakmaya karar vermiştim. Lise 2. sınıftaytık. Sınıfta Nejdet ile aynı sırada oturuyorduk.

Elime bir cam parçası aldım. 2 Kasım 1981 idi tarih. Ben de sıraya “2 Kasım 1991” yazdım cam ile kazıyarak.

“Ne bu?” diye sordu Nejdet.

“Aha buraya yazıyorum; pardon kazıyorum.” dedim gözlerine bakarak. “Bu tarihe kadar yurt dışına gitmiş olacağım.”

Şimdilerde yurt dışına çıkmak o kadar zor değil. Turizm yoluyla çıkılabilir. Ancak o zamanlar yurt dışına gitmek zordu.

Ben o tarihe kadar yurt dışına gitmiştim. Sonra da defalarca. Avrupa’nın birçok ülkesini dolaşmış, Amerika’yı kuzeyinden güneyine gezmiş, keşfetmiştim. Çünkü serüvenci ruhum ölmemişti; hâlâ yaşar içimde o gezgin ruhu, o ceviz ağacının altındaki çocuksu coşkusuyla.

Ama Metin’e pullu mektubu yollamış mıydım ya da nereden yollamıştım, onu hatırlamıyorum.

Yurt dışına gidip geldikçe o zamanlar, (resim sergisi açmıştım ilk seferinde), yurt dışında yaşama arzum da sönmüştü zamanla. Yıllar sonra bir uzun rüzgâr çıkıp da beni dünyanın öte ucuna götürünceye kadar.

Yıllar sonra o zaman hiç aklımda olmayan Amerika kıtasının güney ucunda yaşayacağımı nereden bilebilirdim? Bir rüzgâr çıkmış ve beni en uzağa götürmüştü. Yurt dışına gitmekle kalmamış, en uzağa giden de ben olmuştum.

 

Erol Anar

“Aşaǧı Mahalle” başlıklı henüz yayınlanmayan kitabımdan…

Copyright © 2019 erol anar. Bütün hakları saklıdır.

Not: Fotoğraf semboliktir.

 

2 thoughts on “Git de Görelim!

  1. Metini bu gün duydum çok üzüldüm.
    gönlünün götürdüğü yerde gönlünce yaşa dostum.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!