Bir Yalanı Bir Hayat Sanarak Yaşamak

Bir Yalanı Bir Hayat Sanarak Yaşamak

Artık hiçbir şeyin önemi kalmamıştır. Sonsuzluğa karışıp gidiyoruz bir anda.

İnsan bir andan sonra artık hiçbir şeyi, hiç kimseyi çok umursamıyor. Hiçbir duygu ve kişi onu artık belirleyemiyor. Hırsları anlamını çoktan yitirmiş, aşk bile anlamsız geliyor ona.

Artık duyguları onu değil, o duygularını yönetiyor. Düşünceleri de onu yönetemiyor artık, o düşüncelerini yönetiyor.

Kimsenin peşinden gitmiyor, çünkü buna değmeyeceğini biliyor. Hayat öğretmiş ona bazı gerçekleri.

Daha önce de yazmıştım şuna benzer şeyler: Hayatım boyunca hiç kimsenin peşinden gitmedim. Kimseyi rahatsız etmedim. Gururum, her zaman aşkımdan daha ağır geldi. “Boş bir gurur” olsa bile belki. İstenmediğim yerde olmadım. Sessizce kendi yoluma gittim. Kimseyi rahatsız etmeden, ayak uçlarıma basarak, gürültü yapmadan uzaklaştım insanlardan ve yerlerden. Çünkü şunu öğrenmiştim erkenden: Hiç kimse peşinden gitmeye değmez. Herkesin yolu farklıdır, sen kendi yoluna git. Hayatının bir dakikasını bile buna harcamaya değmez.

Şunu da öğrenmiştim: Her yer sonunda anlamsızlaşır. İsterse doğup büyüdüğün yer olsun, isterse atalarının geldiği yer. İsterse yurdun bildiğin ya da kendini bir türlü ait hissedemediğin yıllardır yaşadığın yer. Hiçbir toprak parçası onu kutsallaştırmayı gerektirmez. Hiçbir yer, bir diğerinden anlamlı değildir hikâyenin sonunda. Her yer ve her şey hayal kırıklığıdır sonunda.

Kafamızdaki dünya ile gerçek dünya arasındaki bağ kopmuştur; ama kendimizi kandırarak yaşarız aslında. Bir yalanı, bir hayat sanarak yaşarız.

Bir insanla yolun kesişmiş ve aynı yolu yürümeye özgürce karar vermişseniz, o yolu yürürsün gittiği yere kadar. Ama seninle yürümek istemiyorsa artık bir kişi, bırak kendi yoluna gitsin. Sen kendi yolunda devam et. Kimse ne yazık ki bir boşluk bırakmayacaktır arkasında, (belki sadece birkaç kişi için) çünkü hayat devam eder ve hemen boşlukları kapatır. 

İnsanları özgür bırakıyorum, gelen gelsin, giden gitsin özgürce.

“Beni bir kişi anladı, o da yanlış anladı.” derler. Aslında insan kendisini bile tam olarak anlayamadan hayata veda ediyor. Çoğunluğun ise öyle bir derdi yok; çünkü hemen herkes hem kendisini, hem de başkalarını çok iyi tanıdığını düşünüyor. Halbuki değil başkalarını, kendilerini bile hiç tanımıyorlar.

Sanki zamana hükmettiğimizi düşünüyoruz, har vurup harman savuruyoruz zamanı bol keseden. Ama hayat bir anda bitiyor, yere yığılıp bir anda kum ellerimizde öylece kalıyoruz. Gerçekleşmemiş arzular, istekler her yana saçılıyor. Yoğun bir anlamsızlık duygusu her yanda, kesif bir duman gibi içimizi boydan boya kaplamış. Artık hiçbir şeyin önemi kalmamıştır. Sonsuzluğa karışıp gidiyoruz bir anda.

George Orwell, “1984” adlı eşsiz yapıtında, “İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de.” diyor.

Ama bence anlaşılmak da artık o kadar önemli değil. Çünkü bir insanı ancak kendisi anlayabilir; onun bile hayatını adaması gerekir buna kendini anlamak için, az da olsa. En kötüsü de belki seni anladığını düşündüğün birisinin, gün gelip de seni gerçekte hiç anlamadığını fark etmek. 

Sonuçta hiç kimsenin bir diğerini anlayabileceğini düşünemiyorum artık.

Anlamsızlık, tekrar, tatsızlık ve isteksizlik… Kaçınılmaz son bu; artık varlığını taşıyamayan, ya da daha doğrusu taşımaktan yorulan insanlar…

“Yemekte her gün bir tatsızlık var. Çevremde, çocukluğumun geçtiği kentlerde, insanlarda bir tatsızlık, bir anlamsızlık var.” diye yazmış Tezer Özlü (Eski Bahçe, sayfa 10)

Gerçekten yaptığımız tek şey bir tekrardan ibaret değil mi? Bir robot gibi, tatsız yemekler yiyip, sahte ve sanki mutluymuş gibi gülücükler paylaşıyoruz insanlar görsün diye; bunlardan mı ibaret hayatımız? 

Adorno şöyle diyor:

“Yanlış hayat, doğru yaşanamaz.” (Theodor W. Adorno: Minima Moralia, sayfa 41)

Kendimizi sürekli aklama ihtiyacı duyuyoruz. Bütün en’leri kendimize bağışlıyoruz. Demek ki o kadar kirliyiz ki, ve bunu içgüdüsel olarak hissetmişiz ki, kendimizi kusursuz, hatasız ve neredeyse kutsal sayıyoruz.

Sonunda elimizde kalan bir avuç anlamsızlık; hepsi bu kadar, ne yaparsan yap, kaçınılmaz olan son bu.

Fernando Pessoa’nın dediği gibi:

“Öyleyse kim kurtaracak beni var olmaktan? Hayatımı toprağa veriyorum.” (Fernando Pessoa: Huzursuzluğun Kitabı)

Bütün sorun, sonradan yokoluş sorununa dönüşen bir varoluş sorunuydu.

Erol Anar

Paraná

1 Ocak 2022, 14:35

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!