Her şeyin ve Hiçbir şeyin Çağında Sanat ve Edebiyat

Her şeyin ve Hiçbir şeyin Çağında Sanat ve Edebiyat

İçinde bulunduğumuz çağa baktığımda eleştirdiğim çok şey var. Postmodern zamanlar sisli ve öngörülemez çoğu zaman. Ancak bu çağın sevdiğim bir özelliği var: O da özellikle sanat, kültür, edebiyat alanında “otoriteleri” anlamsız kılması. Şimdi insanlar artık fiziksel mekânlardan sanal mekânlara geçtiler. Sanal ortamda yaşıyoruz fiziksel dünyadan daha çok. Bunun iyi olup olmadığı ayrı bir tartışma elbette, ama diyeceğim şu ki, kimse kimseyi takmıyor artık.

Her şey sanat içinde bulunduğumuz çağda ve hiçbir şey sanat değil. Sanat olup olmaması da çoğu kişinin umurunda değil. Örneğin resim çiziyorum son aylarda, tekrar başladım çizmeye. Eskiden sanat olmasına özen gösterirdim, şimdi umurumda değil sanat olup olmaması. Sanat yüce bir kavram değil benim için eskisi gibi. Hayatımızı güzelleştiren, ona estetik bir boyut katan bir şey, kutsal değil. Hepsi o kadar. Önemli olan benim üretim esnasında aldığım haz, bunun ötesinde bir beklentim yok sanattan.

Eskiden kimin yazar olup olmayacağına çoğunlukla eleştirmenler ve yayınevi editörleri karar verirlerdi. Şimdi öyle değil. İnsanlar artık internette yayınlıyor yazılarını, hatta e-kitaplarını ve okura direkt olarak ulaşıyo

rlar. Elbette e-kitap okuyucusu hâlâ çok az. Ama yazılar daha çok okunuyor, özellikle de kısa olanlar.

Edebiyat da aynı şekilde; her şey şiir şimdi ve hiçbir şey şiir değil. Bunun da bir önemi kalmadı. Şiir ya da edebiyat yapıtı üzerine ahkâm kesen insanları dinleyen birkaç kişi var sadece, kimsenin umurunda değil. Edebiyat dergileri satmıyor, okunmuyor. Edebiyatın üzerindeki kutsal örtü de kalktı. Sanat ve edebiyat çıplaklaştı. Bu iyi bir bakıma. Çünkü fildişi kulelere çıkan sanatçı, yazar ve eleştirmenler, kuleleri yıkılınca aşağıya inmek durumunda kaldılar. Daha doğrusu kulelerden düştüler.  “Bu şiir değildir!” diyen ünlü şairleri, eleştirmenleri kimse takmıyor artık, çünkü öyle bir ölçü kalmadı. Şimdi herkes şair, herkes yazar, herkes sanatçı. İnternet insanlara bu olanağı sundu.

Ve yazının etkisi eskisinden daha güçlü. Örneğin Instagram’da yayınladığım kısa yazılarımın çevirilerini 150 ülkeden insan görüyor takipçilerim arasında. Kısa yazı, kitaptan daha hızlı ve etkili günümüzde.

Kimin iyi olup olmadığına okurdan, izleyiciden başka karar veren yok artık. Birine göre kötü olan, diğerine göre iyi olabiliyor. Ölçü yok.

Büyük büyük sanatsal, edebi nutukları kimse dinlemiyor artık. Oturup James Joyce’un “Ulysses” kitabını okuyup onu çözümlemeye kafa yoracak kaç kişi var günümüzde? Tamam bu iyi bir şey değil belki, ama bir gerçeklik.

“Bu sanat değil!” derseniz kimse sizi umursamıyor. Çoğu kişinin umurunda değil çünkü sanat olup olmaması. Önemli olan bir şey üretmenin kendisi ve onu sunmak sosyal medyada. Artık eylemin kendisi, eylemin içeriğinden daha önemli hale geldi.

Örneğin kitap yayınlamak ve okumak hâlâ değerli ben ve birçok insan için. Çünkü biz kitaplarla büyüdük, hatta onlara biraz kutsallık bahşettik. Ama kitap günümüzde o kadar önemli değil. Bu bir gerçek.

Instagram’a koyduğum çeşitli dillerdeki kısa bir yazımı bazen 30 ayrı ulustan 1000-1500 kişi okuyor aynı anda. Giderek de artıyor. Ve bu insanların benzer duygularla yazıdan etkilendiklerini gözlemiyorum. Ulusların, ülkelerin bir önemi kalmıyor, insan noktasında yakalayabiliyorsun onları. Bir kitapla bunu yapmak çok zor, kitap 30 ülkede yayınlanacak kitabevlerine ulaşacak, okurlar bunu alıp okuyacak ve sonra yorum yapacak. Orhan Pamuk da yapamaz bunu. Bunu ancak belki Paulo Coelho yapabilir.

Oysa kısa yazı anında ulaşıyor dünyanın dört bir yerine, anında okunabiliyor ve anında yorumlanabiliyor. Yazının hızı, kitaptan çok daha hızlı ve etkili çağımızda. E-kitaba gelince hâlâ yeteri kadar yaygınlaşamadı.

Dediğim gibi ben ve benim gibiler için kitap hâlâ çok değerli, ama yazı daha etkili bu bir gerçek. Diğer yandan kitap kalıcı idi eskiden, internetle birlikte yazı da kalıcı artık, her an her yerden erişilebilir üstelik.

Sanat fildişi kulelerden inip “sıradanlaşırken, sıradan olan sanata döndü. DADA’dan bu yana özellikle.

Sanat hiçbir zaman halk için yapılmadı. O hep elit bir kesim için yapıldı ve o elit kesimin içinde kaldı. Şimdi ise sanatın sıradanlaşması onu kitlelere ulaştırdı özellikle sosyal medya ile. Sanat galerisine gitme kültürüne sahip olmayan insan bile Instagram’da sanat eserini  (ya da sanat olmayan eseri) her an görüyor.

Sanatın sıradalaşması, sanat yapıtının bir tüketim objesi haline gelmesine neden oldu denebilir mi? Bence başından beri zaten sanat yapıtı elit bir kesimin tüketim objesiydi, yani postmodernizm bunu değiştirmedi. Sadece daha farklılaştırdı, belki derinleştirdi.

Bu durumun eleştirilecek yanları da çok elbette. Ama bu bir gerçeklik.

Bin sayfalık bir kitabı oturup okuyacak çok az insan kaldı. İnsanlar artık kısa ve çarpıcı metinler arıyorlar. Okuma kültürüne sahip insanlar bile okumuyor eskisi gibi gözlemliyorum. Bu elbette iyi değil. Ama şunu söylemek istiyorum yazı da bir imaja dönüşüyor giderek.

Şimdi her şey moda ve hiçbir şey moda değil. Renk uyumunu önemseyen kim var ki, şu renk bu renge uymuyormuş. Kimsenin umrunda değil artık bunlar, ya da çok az insan önemsiyor.

Yani her şey ve hiçbir şey çağında yaşıyoruz. Her şey, hiçbir şeydir bu çağda. Sanat çıplaktır, edebiyat da…

Erol Anar

Paraná,

1 Mart 2021.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!