Varoluşumun Tek Amacı Özgür Olmaktır

Varoluşumun Tek Amacı Özgür Olmaktır

Benim için varoluşun amacı özgürlüktür. En büyük amaç budur, başka bir amaç bunun yerini alamaz.

“Dünyanın pisliğiyle sıvanmış gözlerimizle bakınca, bir tünelde kaza geçirmiş tren yolcularına benziyoruz: Kazaya uğradığımız noktadan tünelin ucundaki ışık seçilemiyor, o ışık öylesine küçük ki, seçebilmek için bir an ara vermeden bakmanın sürdürülmesi gerek, üstelik tünelin ucunun varlığı da kesin değil.”[1] diyor Kafka bir kitabında.

Tünelin ucunda ışık var olup olmadığı belirsiz onun dediği gibi, belki çıkış yok bu tünelden. Ama yapabileceğimiz tek şey karanlıkta ilerlemektir. Göz gözü görmez karanlıkta aydınlığa, ışığa ulaşana dek ilerlememiz gerekiyor. Ya da gerçekte bir tünel var mı? Belki de yoktur. Ama tünel olduğunu varsayarak ilerlemekten başka çaremiz yoktur. Çünkü yaşamanın anlamı budur: İleriye yürümek daima. Yoksa bir anlamı kalmaz yaşamanın. Herhangi bir nesneden farkımız da olmaz.

Bir okurum, “varoluşun amacı nedir?” diye sormuştu. Varoluşumuzun bir nedeni yoktur. Tamamen moleküllerin rastlantısal olarak birleşmesi sonucu varolan bir canlıyız Evren’de.

Peki bir amacı olmalı mıdır varoluşumuzun? Eğer tektanrılı bir dine inanıyorsanız bu sorunun yanıtı çok kolaydır: Varoluşumuzun amacı tanrının buyruklarına uymak, onun dediklerini yapmaktır.

Ama bir dinsel inancınız yoksa, çok kolay değildir bu soruyu yanıtlamak. Ama yine de bir anlamı olmalı diye düşünürüz. Biz bir vida değiliz, bir canlıyız, insanız. Üstelik doğayı değiştirme ve kendi yazgısını oluşturma gücüne sahip bir insan.

İşte Dostoyveski’nin bu noktada saptadığı varoluşçu bir gerçektir. Şöyle der “Yeraltından Notlar” adlı kitabında:

“İnsanın bütün işi gücü, sanırım, vida, değil insan olduğunu her an kendisine kanıtlamaktır.”[2]

Peki nedir varoluşumuzun amacı? Biz Evren’in, yıldızların çocuğuyuz, yıldız tozundan meydana gelmişiz. Meydana gelişimiz belki tamamen tesadüfi olsa da, herhangi bir varoluş amacı olmasa da, ona anlam yüklemek zorunda hissederiz kendimizi.

Bir vida değiliz, neyiz peki? Bir canlı, doğayı dönüştürme gücüne sahip bilinçli bir insanız, bununla övünürüz. Amaç nedir; bence amaç tektir. Bütün insanlık tarihinin amacı özgür yaşamaktır.

Özgürlüğün olmadığı yerde, gerçek mutluluk da yoktur, sevinç de.

Jean-Paul Sartre’ın “Özgürlük Yolları 1 Akıl Çağı” başlıklı kitabında şöyle bir diyalog vardır:

“Evet. Özgür olmak. Sonuna kadar özgür olmak. Senin günahın bu işte.”

“Bu bir günah değil,” dedi. Mathieu. “Başka… Başka ne isteyebilir ki insan?” [3]

Bence de insanın amacı bu kadar net ve güzel anlatılırdı. Gerçekte özgürlüğümüzden başka bir şey isteyemeyiz. Diğer her şey, özgür olup olmamıza bağlıdır ve değişir.

Özgürlük ise parça parça değil, varoluşumuzun tamamını kapsayacak şekilde hissedilmelidir. Gerçek özgürlük budur işte.

“Varlıkta hiçliğin sızabileceği en ufak bir boşluk, en ufak bir çatlak yoktur.”[4] der Sartre.

Ya var ya yok olmak gibi bir durum olamaz böylelikle. Varlığı anlamlandıran ve onu var eden karşıtı olan hiçliktir. Diyalektik bir ilişkidir bu da. Öyleyse var olduğumuzu ortaya koyduktan, ya da en azından var olduğumuzu sandığımızı ortaya koyduktan sonra varoluşun amacı olmalı mı sorusuna geçebiliriz.

Yine Sartre’ın başka bir kitabından alıntı yapacağım aşağıdaki sözü:

“İnsan kimi zaman özgür ve kimi zaman köle olamaz: tümüyle ve her zaman özgürdür, ya da yoktur.”[5]

İşte konunun ana noktası ve özeti budur. Özgürlük sözle, vaat ile, ya da parça parça, az az gerçekleşmez. O ya vardır ya yoktur. “İleride bir gün özgür günler göreceğiz.” demek, bugün özgür olmadığımızın bir kanıtıdır. Böylesi sözler özgürlük sorununu çözmüyor, aksine onu önemsizleştiriyor. Gerçek özgürlük, eşitliği de getirecektir.

Sanırım okurumun sorusuna kendimce yanıt verdim, vermeye çalıştım. Benim için varoluşun amacı özgürlüktür. En büyük amaç budur, başka bir amaç bunun yerini alamaz.

Doğada özgür yaşayan bir hayvan kadar özgür değiliz ve hiçbir zaman da olmadık. Belki Homo Sapiens’ten önce kesinlikle daha özgürdük. Paradoksal olarak, insan evrimsel olarak hayvandan uzaklaşıp insanlaştıkça giderek özgürlüğünü de yitirmiştir. Ve çağdaş kölelik sistemine geçmiştir. Zincirler artık görünmezdir.

***

Kafka “insanlık tarihi denen şeyin, bir yolcunun iki uzun adımı arasındaki süreden başkası olmadığını”[6] ifade etmiştir. Masallara benzer tarih aslında bence. Az gideriz uz gideriz dere tepe düz gideriz; bir de arkamıza bakarız ki, sadece bir arpa boyu yol almışız. İlerleme denen şey ise kendimizi aldatmaktan ve vahşete, sömürüye, modern ve postmodern biçimler vermekten başka bir şey değildir.

Kendi bireysel tarihimiz ise varoluşumuzun anlamlanması değil de, her gün biraz daha anlamsız, rutin, makineleşmiş bir yaşam ve ilişkilere sahip olmakla tükeniyor.

Özgürlük mü, öyle bir şey aklımızın ucundan bile geçmiyor. O kadar çok görünmez zincirle bağlıyız ki, özgürlüğümüzü zaten çoktan unutmuşuz. Ona beş paralık bir değer biçmemişiz zaten. Neredeyse gönüllü olarak köle olmuş gibiyiz, ya da ruhlarımız köleleştirilmiş.

Varoluşumuzun içinde bulunduğumuz anlamsızlık, bir gün ölümle sona erene kadar devam edecek.

Bu anlamsızlık döngüsünü kırabilecek tek değer gerçek özgürlüktür. Çünkü özgürlük, var olduğunun bilincine varmaktır.

Erol Anar

[1] Franz Kafka: “Mavi Oktav Defteri”, AltıKırkbeş İthaki Yayınları, 2. Baskı 2014, İstanbul, epub, sayfa 22.

[2] Dostoyevski: Yeraltından Notlar, İletişim Yayınları, 14. Baskı 2007, İstanbul, sayfa 46.

[3] Jean-Paul Sartre: “Özgürlük Yolları 1 Akıl Çağı”, Can Yayınları, 6. Basım Kasım 2009, İstanbul, sayfa 15.

[4] Jean-Paul Sartre: “Varlık ve Hiçlik”, sayfa 132.

[5] Jean-Paul Sartre: “Varlık ve Hiçlik”, İthaki Yayınları, 3. Baskı, İstanbul / Nisan 2010 epub, sayfa 558.

[6] Franz Kafka: “Mavi Oktav Defteri”, sayfa 22.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!