Dostoyevski ve ‘İnsanın İçindeki İnsan’

Dostoyevski ve ‘İnsanın İçindeki İnsan’

Ama insanı ve onun davranışlarını çözümlemekteki başarısı ve ustalığı eşsizdir onun. Edebiyat tarihinde hiç kimse insanın iç dünyasına Dostoyevski gibi uzanmamıştır.

Ecinniler’de şöyle bir cümle vardır:

“Bir insan ömrünün sonuna kadar kafasında yaşattığı dünyada yaşayamaz”[1]

Aslında bu sözden yola çıkarak şöyle bir bakarsak, dünyadaki gerçekliğin tam tersi olduğunu görürüz. Çoğu insan kafasında yaşattığı dünyasında yaşamaktadır bu cümlenin tersine. Ve ölene kadar da başka bir dünyanın ya da gerçekliğin farkına varmadan ya da varmak istemeden üstelik. Gerçekliği reddederek sanki bir gerçeklik yokmuş gibi, yaşar gider insanlar.

Dostoyevski, aynı vurguyu “Ölü Bir Evden Hatıralar”ın birinci bölümünde de yapar:

“Ama duvarın bu yanındakiler oradaki dünyayı olmayacak, masalsı bir dünya gibi hayal ediyorlardı.”[2]

Aynen kafamızdaki masalsı dünyayı, kendi gerçekliğimiz yapar ve sonuna kadar öyle yaşar gideriz. Zaman zaman gerçeklik önümüze çıkar, görmezlikten geliriz, duymazlıktan… Çünkü görür ve işitirsek gerçekliği, kafamızda yaşattığımız masalsı dünyanın çökeceğini biliriz. Onun yerine koyacak bir şeyimizin de olmadığını düşünürüz.

***

Düalizm

Hemen her konuda yaşadığı düalizm mektuplarında da belli eder kendini, kitaplarında da.

“Ah sevgili Micha! Allah aşkına benden nefret etme! Benim yapayalnız ve adeta bir çakıltaşı gibi bir köşeye fırlatılmış olduğumu düşün. Benim kişiliğim her zaman karamsar, hastalıklı ve heyecanlı olmuştur. Hatalı olduğuma ilk ben ikna oluyorum.”[3]

Düşünceleri aslında tam olgunlaşmış değildir. Daha çok bir düşünceler kolajı gibidir. Kendisinin neye inandığını bile tam olarak açıklayacak durumda değildir yazar. Tıpkı kahramanlarının düşünceleri gibi parçalı ve yarı karanlıkta kalmaktadır.

“Geliştirmek mi? Hayır geliştirmeyi pek sevmem. Hem garip değil mi; inandığım bir düşünceyi geliştirmeye başladığım zaman, daha bitiremeden inancım azalmaya başlar.’ [4]

Burada birçok eleştirmenin dikkat çektikleri bir özelliği daha var Dostoyevski’nin, bu ise kötü bir kuramcı, ama iyi bir romancı oluşudur.

Kötü bir kuramcıdır çünkü düşünce dünyası karmakarışıktır. Milliyetçilikten dinciliğe, oradan evrensel kardeşlik düşüncesine gidip gelir. Bu aynen içsel dünyasındaki gel gitler gibidir. Düşünceyi ortaya koyar, ona karşı çıkar, ama yeterince derin sorgulamaz bence. Tıpkı sosyalizm düşüncesine yaklaşımı gibi. Bu aslında Sibirya’ya gitmeden önceki Dostoyevski’ye karşı oluşudur. Yani bizzat kendisine de karşıdır o. Dini anlatırken bile düalizmi bir kenara bırakamaz. Hiçbir şeyden tam olarak emin değildir, inancından da.

Ama düşünceyi sorgularken, tartışırken birçok eleştirmenin tespit ettiği gibi, bunu bir ideolog olarak değil ama bir sanatçı yazar olarak kendine özgür ve eşsiz bir biçimde yapar.

Kendine yaklaşımı da her şeye yaklaşımı olduğu gibi eleştireldir görüldüğü gibi. Kendi hatalarını, düalizmini herkesten iyi bilmekte ve kabullenmektedir.

En çok kendisini eleştirir, ama gel git ruhludur aynen kitaplarındaki kahramanları gibi, özellikle de Raskolnikov.

“Bay Turgenyev, size kendimden tiksindiğimi söylemek istiyorum … Biraz daha bekler. Sessizlik devam eder. Dostoyevski daha fazla dayanamaz ve kızgınlıkla ekler. – Ama sizden daha da çok tiksiniyorum.”[5]

“Fakat Dostoyevski, sanatın ahlâki ders verici niteliği üzerinde daima ısrar etmiştir ve ister roman, ister makale yazsın, gittikçe kendini, her şeyden önce bir sanatçı olarak değil de, bir öğretmen ve bir peygamber olarak görmeye başlamıştır. Bir Yazarın Defteri’nin, Budala ve Karamazov Kardeşler’in yanında gelecek kuşaklar için bir hiç olduğu Dostoyevski’ye söylenseydi, buna çok şaşardı.”[6]

Carr’ın da belirttiği gibi Dostoyevski kendisini bir yazardan daha öte bir kurtarıcı gibi de görmektedir. Zaten Puşkin Konuşması’ndan söz ederken bir mektububnda da kendisine “paygamber” diye seslendiklerinden memnuniyetle bahseder. Romanları ne kadar özgün bir sanat eseri ise, kişisel görüşleri de o kadar milliyetçi, bağnaz, dinci ve gerici özellikler taşır. Yani savunduğu fikirlerde bir orijinallik yoktur. Ama yine de bütün bunlara rağmen bir tek şeyden vazgeçmez: Evrensellikten. Romanlarından çok fikirleriyle kalıcı olmak isterdi belki, ama fikirlerinin miadının dolduğunun farkında değildi, en azından milliyetçi ve din kaynaklı fikirleri yeni bir şey değildi; bugün ise iyice eskimiş, köhnemiş düşüncelerdir. Ancak romanları ilk günden bu yana orijinalliğini korumaktadır ve giderek şarap gibi değer kazanmaktadır.

Ama insanı ve onun davranışlarını çözümlemekteki başarısı ve ustalığı eşsizdir onun. Edebiyat tarihinde hiç kimse insanın iç dünyasına Dostoyevski gibi uzanmamıştır. Kendisine psikolog denilmesine karşın şöyle der o:

“Tam bir gerçekçilikle insandaki insanı bulmak … Psikolog diyorlar bana; bu doğru değil. Daha yüksek bir anlamda gerçekçiyim sadece, yani insan ruhunun tüm derinliklerini resmediyorum.” “[7]

Psikolog olmasa da, insanın iç dünyasına belki bir psikologdan daha fazla sızabilmiştir. Gerçekten de insanın iç dünyasının o zaman dek yapılmamış -hâlâ da yapılamamış- bir resmini sunar bize Dostoyevski. Bu eksik bir resimdir, onu tamamlayacak olan da kendimizden başkası değildir.

Erol Anar

 

[1] Dostoyevski: Ecinniler, Öteki Yayınevi, Ankara, İkinci Baskı: 1996, sayfa 342 (pdf, sayfa 277)

[2] Dostoyevski: Ölü Bir Evden Hatıralar, İletişim Yayınları, önsöz, 3. Baskı 2010, İstanbul, sayfa 29-30.

[3]  Andre Gide: “Dostoyevski”, L&M Yayınları, 1. Baskı, Nisan 2005, İstanbul, sayfa 89.

[4] Dostoyevski: Delikanlı, sayfa 240, akt; Andre Gide, age, sayfa 120.

[5] Gide, age, sayfa 105.

[6] Edward Hallett Carr: “Dostoyevski”, İletişim Yayınları, 8. Baskı, 2014, İstanbul, sayfa 263.

[7] Biografiia, pis’ma i ıametki iz ıapisnoy knigi F. M. Dostoevskogo [Biyografi, Mektuplar ve F. M. Dostoyevski’nin Not Defterinden Notlar] (St. Petersburg, 1 883), s. 373. Akt Bahtin: Dostoyevski Poetikasının Sorunları, sayfa 114.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!