Dostoyevski ve ‘Yaşanmadan Anlaşılamayacak Bazı Şeyler’

Dostoyevski ve ‘Yaşanmadan Anlaşılamayacak Bazı Şeyler’

Dostoyevski bunu tespit etmiştir, her ne kadar vardığı sonuçlar farklı ve yanlış olsa da, çıkış noktasında doğrudur o. Sorunun temeli özgürlük ve ezilmemektir. O çağda bile insan haklarından canlı hakları bilincine ulaşmıştır bu görüşüyle o. Çağından ileridedir.

Dostoyevski mektuplarında ve kitaplarında sosyalizm eleştirisi de yapar. Ancak bu otoriter, devlet sosyalizmi eleştirisidir. O Sovyetler Birliği’nin nereye gideceğini görmüştür, Bakunin gibi  önceden. Hep yoksulların hikâyesini anlatır.

“Özellikle Bolşevik Devrimi’nden sonra, Dostoyevski’de ihtilalci mantığı görmekteki derin, kehanete varan bir yetenek göstermek isteyenler için alıntılar arayanlara Ecinniler elverişli bir alan olmuştur. Daha 1905 lhtilali’nden sonra, Merezhkovski, ona ‘Rus lhtilali’nin kâhini’ demiştir ve bugünkü rejime karşı olanlar için, Ecinniler’de bu lakabı doğrulayacak birçok bölüm vardır. Başlangıç noktası sınırsız özgürlüktür (diyor Shigalev) , vardığım yer sınırsız despotluktur.” [1]

Dostoyevski’nin öngörüsü, özellikle 1917’nin getirdiği hayal kırıklığını iyi tanımlar.

Özgürlük söylemiyle iktidara gelenler, önce özgürlüğü ortadan kaldırdılar. Hatta daha önceden var olan birkaç özgürlük kırıntısını dahi. Bunu da özgürlük adına yapmışlardı. İşin acı ve trajik yanı da buydu, özgürlük adına özgürlüğü öldürmek. Oysa özgürlük ilk vazgeçilecek şey değil, hayatın en anlamlı kavramıydı. O ekmek ve su kadar önemliydi en azından. Şimdi, burada ve hemen olmalıydı özgürlük. Dostoyevski’nin başlangıç noktası sınırsız özgürlüktü.

Aşağıdaki sözü işte buna vurgu yapar bence. “İnsanları ezmemeli, eziyet etmemeli, hem yalnız insana değil, hiçbir canlıya yapmamalı bunu, nihayet hepsi Tanrı yaratıkları değil mi?” [2]

Yukarıdaki cümlede Dostoyevski, dinsel bir sonuca varsa da, çıkış noktası doğrudur. Ve çok geniştir. Yalnızca insanın değil, hiçbir canlının ezilmemesi gerektiğini savunur. İşte özgür toplumun temeli özgürlük olacaktır. Dostoyevski bunu tespit etmiştir, her ne kadar vardığı sonuçlar farklı ve yanlış olsa da, çıkış noktasında doğrudur o. Sorunun temeli özgürlük ve ezilmemektir. O çağda bile insan haklarından canlı hakları bilincine ulaşmıştır bu görüşüyle o. Çağından ileridedir. 

“lnsanların arasına katılmak istiyorsun, hem de elin kolun boş … Özgürlük sözcüğünü götürüyorsun onlara yalnızca, oysa onlar basit, doğuştan bayağı yaratıklar oldukları için bu sözcüğü anlayamayacaklardır. Korkacaklardır, dehşete düşeceklerdir. Çünkü kişioğlu için özgürlük sözcüğünden daha anlamsız bir şey olamaz! Oysa şu kızgın çöldeki taşları görüyor musun? Onları ekmek yap, insanlar koyun sürüsü gibi gelirler peşinden. Elini çekeceksin, ekmekten onları yoksun edeceksin diye korkudan tir tir titreyerek uysal uysal geleceklerdir peşinden.” [3]

Yukarıda alıntıyı, İvan’ın ağzından “ihtiyarın” romandaki bu sözlerini, sayfalarca süren bir konuşmasının içinden yaptım. Burada çok önemli bir tespit yapılıyor bence. Özgürlük gibi insanın ekmek kadar temel ihtiyacı olan bir şeyden, yine gönüllü olarak insanların nasıl kolayca vazgeçtiklerine vurgu yapılıyor. İnsanın kişisel güvenliği ve karnının doyması için özgürlüğünü feda etmesi tarihsel bir gerçektir. Ekmeği kaybetmemek için her şeyden onurdan, özgürlükten vazgeçer insan. Devam eden uzun konuşmada farklı sonuçlara varılıyor, ama yine de yukarıdaki tespit önemli. İnsanın özgürlük ve kölelik arasındaki tercihte, köleliği seçtiği -en azından şimdiye dek- tespit ediliyor.

***

“…çünkü Dostoyevski sistematik bir düşünür değil, bir sanatçıdır ve yazdığı şey felsefe değil romandır.” [4]

İşte bu Dostoyevski’yi anlamak için esas noktadır. Ondaki karmaşıklık, çelişkiler, düşüncelerinin belirli bir sistematiğe sahip olmamasının nedeni budur. Çünkü o sanatçıdır, bir romancı gözüyle yaklaşmaktadır dünyaya ve onu öyle değerlendirmektedir. Bu ele aldığı fikirlerin önemsizliğini göstermez, aksine bu fikirlere özgün bir şekilde yaklaşır o. Elbette filozof değildir, ama felsefi yaklaşımları vardır yer yer. Psikolog da değildir, kendisi reddeder bunu, ama psikoloji bilimini etkilemiştir. Hatta Nietzsche’ye bile esin kaynağı olmuştur.

Onda milliyetçi ve dinci bir yan vardır aynı zamanda. Çözümü Slav milliyetçiliğinde bulur, Avrupa’ya eleştirel yaklaşır ve dışarıdan “ithal” düşüncelerle çözüme gidilemeyeceğini savunur. Ama diğer yandan çelişki içindedir. Evrensel yanı da vardır ve baskındır. Öyle olmasaydı zaten dünyanın gelmiş geçmiş en büyük romancılarından birisi olarak anılmazdı.

Romanlarında ideolog protagonistler vardır, ama Dostoyevski bir ideolog değil, sanatçı bir yazardır.

“Yirmili yaşlarında kafası karışık bir biçimde yazıya döktüğü sosyalizmiyle kırklı yaşlannın ortalarından itibaren edinecegi fikirleri arasında, bu kitap tam ortada durmakta. Kırklı yaşlarının ortalarindan sonra Dostoyevski, aşırı Rus milliyetçisi, fanatik muhafazakâr, Rus Ortodoks Kilisesi’ne hayran, Rusya’nın sıradan insanına tapan bir yazara dönüşecektir.” [5]

Ancak burada hayatının çeşitli dönemleri, romancılığı ve düşünsel dünyası arasında paradoksal çelişkiler vardır. Dostoyevski’nin giderek düşünsel olarak daralmış, milliyetçilik ve din arasında sıkışmış dünyasında edebiyatta bıraktığı izin unutulması da beklenirdi. Ancak paradoksal olarak en büyük romanlarını da bu dönüşüm sırasında yazmıştır. Yani Sibirya’dan sonra.

Ancak ondaki evrensel yan, bu görüşlerine karşın değişmeden kalmış ve bütün yapıtlarına sızmıştır. Evrensel kardeşliği aramaktadır bir yandan da o aslında, her ne kadar Slavcı ve dinci görünse de. Aslında bu görüşlerinden de çok emin değildir. Çünkü düalisttir aslında, yirmili yaşlarında inandığı sosyalizm yine de onu etkilemektedir bu yapı içerisinde içten içe. Emin olduğu tek şey insanların mutluluğu ve özgürlük içinde ezilmeden yaşamasıdır.

Puşkin konuşması’nda işte biraz soyut bir şekilde olsa da, “sevgi temeline dayanan evrensel bir kardeşlik kavramı”nı vurgular bu yüzden.

Onda doğa tasvirleri yoktur. O sıkışmış ve kendi kimliğini henüz bulamamış bireyi keşfeder, bireyi toplumdan ayrı ele alır tek tek önce. Sonra toplum üzerine düşüncelerini açıklar.

Bu dönemdeki ilk büyük yapıtı olan “Ölüler Evinden Hatıralar” Ronald Hingley kitaba yazdığı önsözde, Tolstoy’un bu kitap için şöyle dediğini aktarır:

Modern edebiyatta bundan daha iyi bir kitaba rastlamadım; bu söylediğime Puşkin de dahildir. Dostoyevski’ye ona bayıldığımı söyleyin.” [6]

Bu kitabı çok severim ben. Tolstoy, Puşkin’le kıyaslamış Dostoyevski’yi. Bu aslında ona iltifattır. Çünkü Puşkin, Rus edebiyatının peygamberi olarak görülür Ruslar tarafından. Ama dünya edebiyatına gelince Puşkin, Ne Dostoyevski’nin, ne de Tolstoy’un yanına yaklaşabilmiştir dünya edebiyatında. Dostoyevski’nin ise Tolstoy ve Turgenyev gibi Rus edebiyatının duayenlerine bir üstünlüğü vardır, o da bizzat mahkûm olarak Sibirya’ya giderek toplumun alt kesiminden insanlarla yıllarca birlikte yaşaması ve onları gözlemlemesidir. Bu bir yazar için, altın değerinde bir fırsattır bence.

Zaten Dostoyevski de bunun farkındadır, şöyle seslenir aslında diğer yazarlara: “Bazı şeyleri yaşamadan anlayamazsınız, üzerinde yorum yapamazsınız”.[7]

Çünkü bunun bedelini ödemiştir o.

Erol Anar

[1] Edward Hallett Carr: “Dostoyevski”, İletişim Yayınları, 8. Baskı, 2014, İstanbul, sayfa 222.

[2] Dostoyevski: Karamazov Kardeşler, TİB Yayınları, 20. Baskı, 2019, İstanbul, sayfa 549.

[3] Dostoyevski: Karamazov Kardeşler, İletişim Yayınları, 1. Baskı 2001, İstanbul, sayfa 282-283.

[4] Edward Hallett Carr, age, sayfa 183.

[5] Dostoyevski: Ölü Bir Evden Hatıralar, İletişim Yayınları, önsöz, 3. Baskı 2010, İstanbul, sayfa 17.

[6] Ölü Bir Evden Hatıralar, önsöz, sayfa 19.

[7] Ölü Bir Evden Hatıralar, sayfa 99.

One thought on “Dostoyevski ve ‘Yaşanmadan Anlaşılamayacak Bazı Şeyler’

  1. Çok teşekkürler Erol bey, emeğinizi bizlerle paylaştığınız ve aydınlanmaya katkılarınız için.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!