Kırbaç

Kırbaç

Diyorsun ki kendi kendine, “Ben iyi bir insanım, kime ne zararım var?” Senin kötülüğün makro ya da mikro iktidarları -bunlara kırbaç diyeceğim- eline aldığın zaman başlıyor. Seni çürüten düşünce ve eylem işte bundan başkası değil.

Kimi zaman özgürlük adına eline alıyorsun kırbacı, kimi zaman ise kölelik adına; ama sonuç ne yazık ki hiç değişmiyor, hep aynı.

Bu trajik sonun değişmesinin tek koşulu elindeki kırbacı bırakmandır, sense buna yanaşmıyor ve ille de onu istiyorsun. Kötülüğün kırbaçtan değil, onun başka ellerde olmasından kaynaklandığını düşünüyorsun.

“Suç kırbaçta değil!” diyorsun kendi kendine yüzlerce yıldır mırıldanarak. “Suç kırbacın yanlış ellerde olmasında!” Sen onu eline aldığında da farklı olmayacak. Bunu görmek için tarihe bakman yeterli.

İşte senin en büyük yanılsaman bu, kırbacın kimin elinde olduğu fark etmiyor. Kırbacın kendisi kötülüğün kaynağı. Ve sen hâlâ onu  ele geçirmek için yanıp tutuşuyorsun. Ama eline almaya can attığın o tanrısal anlamlar, mitoslar yüklediğin kırbaç, bütün kötülüğün, eşitsizliğin ve zulmün kaynağı. Senin elinde olmasında değişecek hiçbir şey yok. Değişecek tek şey senin efendi olman olacak. Sen de “toplum adına, halk adına” efendi olacaksın, tıpkı diğerlerinin, senin can düşmanlarının yaptığı gibi. Senin can düşmanlarından hiçbir farkın yok, kendini kandırıyorsun sadece. Hepiniz aynı kırbacı  istiyorsunuz, bin yıllık bir hırs ve açlıkla.

Herkesin elinde bir kırbaç var; kimininki uzun, kimininki kısa; kimininki makro, kimininki mikro.

Şöyle bir kafanı kaldırıp tarihe baksan, bu yadsınamaz gerçeği göreceksin, ama sen bunu görmek ve kendinle yüzleşmekten kaçıyorsun hep.

Sen de insanları, toplumu -tıpkı diğerleri gibi- kırbaç ile zorla bir noktaya götürülmesi gereken aptal bir sürü olarak görüyorsun. Ve sen tanrısal bir çobansın kendine göre. O kırbaca sahip olmak için hırsla içini çekiyorsun, cehennemi alevler tutuşuyor gözlerinde, kendi kendini yiyip bitiriyorsun.

İşte böyle diyorsun. “Yanlış eller…” mi dedin? Senin elinin “doğru el” olduğunu nereden biliyorsun?

İnsan kırbaçlamaktan, elindeki iktidar kırbacını var gücüyle diğerlerinin üzerine indirmekten zevk alır. Yalnızca kırbaçlayan mı zevk alır sanıyorsun? İlginçtir kırbaçlanan da bundan zevk alır, hatta bazen kırbaçlayandan daha çok zevk alır o. Hatta ‘beni kırbaçla!’ diye yalvaranlar kırbacı yalayanlar, öpenler olur.

O küçümsediğin, aşağı gördüğün ve zaman zaman önüne kemik attığın köpekten farkın yok senin. Çünkü köpeği de köleleştiren sendin, kendini de. Köpeğin boynuna tasma taktın, ama sanki kendi boynunda tasma yokmuş gibi sırıtıyorsun. Oysa köpeğin boynuna taktığın tasmadan tek farkı, senin boynundaki tasmanın görünmez oluşu. Senin önüne de kemik atıyorlar ve sevinçle görünmeyen kuyruğunu sallıyorsun. Köpek senden çok daha temiz ve masum inan bana. Çünkü kırbaç senin elinde. Köpeğin elinde değil, o masum.

“Occultum quaties animo torture flagellum (İçimizde gizli bir kırbaç taşıyan o cellat.)” diyor Romalı şair Juvenalis. İşte o kırbaç ya senin elinde, ya da kendi elinde olmasını çok istiyorsun onun.

Senin özgürlüğün, kırbacı elinden attığında, hatta kırbacı yok ettiğinde başlayacak. O zamana kadar tutsak kalacaksın, kırbaç kimin elinde olursa olsun. İsterse bizzat kendi elinde olsun o kırbaç, kölelikten kurtulamayacaksın ne yazık ki.

O kırbacı ilk fırsatta kullanmak yerine, ayaklarının altında çiğnemediğin sürece bir köleden başka bir şey olmayacaksın, hangi sistemde olursa olsun.

Erol Anar

Paraná-Brezilya, 20 Haziran 2021.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!