Devletlerin Değil, Halkların Kurtulmasına Yardım Etmek…

Devletlerin Değil, Halkların Kurtulmasına Yardım Etmek…

Anarşizmin beni en çok etkileyen yanı (toplumsal anarşizm) klasik liberalizm ile sosyalizmi birleştiren; ne özgürlükten ne de eşitlikten vazgeçen, birini diğerinin önüne koymayan ve ikisinin de aynı anda yan yana olması gerektiğini savunan sosyo-politik bir kuram olmasıdır.

Türkiye’de “liberalizm” denilince, akla “neoliberalizm” gelir. Bu doğru değildir. Klasik liberalizm, “neoliberalizm” olarak isimlendirilen akımdan farklıdır. Ama Türkiye’de, Avrupa’da olduğu gibi liberalizmin klasik anlamda yaşandığını düşünmüyorum. “Liberal” olarak adlandırılan insanlar da, bu anlamda liberal değillerdir. Sorgulamak gerekir. “Liberal” olarak adlandırılan insanlar da aslında çoğu resmi ideoloji sınırları içindedir. Hatta sadece liberaller değil, kendilerini “sosyalist” olarak tanımlayanların önemli bir bölümü de resmi ideoloji çemberi içindedirler. Yani “liberal” olarak adlandırdıkları ve küçümsedikleri (aslında liberal bile olmayan kesimlerle) aynı çember içindedirler. Türkiye’de klasik anlamda “liberalizm” ya da liberal var mıdır? Bu konuda kuşku duyulmalı, beş altı yıl önce bu konuda belki farklı düşünüyordum. Gün Zileli de bazı yazılarında aynı kuşkuyu dile getiriyor.

Türkiye’de kavramlar sık sık birbirine karıştırılır, özü bilinmez, karikatürleştirilir. Entelektüele “entel”, liberale “liboş” denilir. Ama özünde bu kavramların ne olduğu bilinmeden, cahilce yapılır bu yaklaşımlar.

Türkiye’de ne “Atatürkçü” Kemalisttir gerçek anlamda, ne de “liberal” liberaldir. Kemalizm bazı tarihçilerin dediği gibi, 1950’lerde sona erdi. Ondan sonra yavaş yavaş ortaya çıkan “Atatürkçülük”, Kemalizmden farklıdır birçok anlamda. Hatta daha tutucu ve katıdır bile denebilir. Kemalizm “çağdaş uygarlık” olarak “Batı” uygarlığını, Avrupa’yı göstermiş ve yasalarını da buradan alarak yönünü tamamen o noktada belirlemişti. Ama Avrupa’nın burjuva demokrasilerinden farklı olarak kendine özgü bir “demokrasi” modeli çiziyordu. (Daha doğrusu başından beri bu anlamda demokrasi olamadı) Yani Avrupaî anlamda bir burjuva demokrasisi değildi. Atatürkçü kesimler ise (ana eğilim) “Batı” dünyasını ölçü olarak almıyorlar günümüzde. “Anti-emperyalizm” söylemi ile Avrasyacı bir söylem geliştirdiler. Ama bu özünde “anti-emperyalist” bir tavır değil, çünkü emperyalist “Batı”ya sözde karşı çıkılırken, yine emperyalist “Rusya ve Çin” ile işbirliğini savunuyor. Yani “bağımsızlıkçı” bir tavır değildir.

Ne de çoğu “sosyalist” resmi ideoloji çemberini kırmış değildir. “Sosyalisti” “kapitalist bir devletin kuruluşunu kutluyor, (çarpık ve kendine özgü yönleri olan bir kapitalizm olsa da), bunu da “anti-emperyalizm” söylemi altında gerçekleştiriyor. Ancak bu söylem kurulan devletin “kapitalist” olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Ne “Türkçü” gerçekte Türkçüdür, ne de “İslâmcı” denilen kesim gerçekte “İslâmcıdır” Bütün kavramların içi boşatılmıştır. Ana akım “siyasal İslâmcılık” denilen kesimin ana yönü “Batı”dır. (Son yıllarda AKP kanatları altındadır) Ve bu kesim kaçınılmaz olarak “Batılılaşmıştır.” Buna sözde karşı çıksa bile, yörüngesi hep o yöne doğrudur. Bunlar çocuklarını, Suudi Arabistan’da değil, Avrupa ya da Amerika’da okuturlar. Mal varlıkları yine Arap ülkelerinde değil, Avrupa ya da Amerika’dadır. Yine Rusya ve Çin gibi ülkelerle bazen flört etseler bile, son aşamada NATO, AB ve ABD’nin yanında fotoğraf vermek için can atarlar. Burjuva demokrasilerine ve laikliğe aykırı bir takım uygulamalar yapsalar dahi, bunu kendi tabanlarını tatmin için yaparlar. Yoksa “Batı” dünyası dışında bir dünya tasarımları yoktur. Ama bunların demokrasi anlayışları burjuva demokrasisi değildir. Daha doğrusu seçimlerden ibaret totaliter bir anlayışları vardır. Giderek de totaliterleşmektedirler. Ama buna rağmen hedefleri yine de “Batı” dünyasıdır ve oradan kopmak istemezler. Tarikatlar da “Batıcı’dır”, her ne kadar retorikleri farklı olsa da. Bakınız devlet ve birçok kesim tarafından “FETÖ” olarak adlandırılan yapının lideri Fetullah Gülen nerede kalmaktadır… Bunların hepsinin gittiği, gideceği yer ABD ya da Avrupa’dır.

“Türkçü” denilen kesim ise Türklerin bile haklarını savunmaz. İşte Uygurların haklarını savunmayan, politik stratejik taşlara göre hareket eden bir Türkçülük var. Özünde Türkçülük de değil bu. İttihat ve Terakki içinde yoğunlaşan Türkçülük tartışmaları 1913’ten itibaren egemen olmaya başlamıştı. Ama parti içindeki İslâmcılık kanadını da yanında sürükledi hep.

Türkiye’de ne “Türkçülük” İslâmcılıktan, ne de “İslâmcılık” Türkçülükten kopabilmiştir.

Hatta biraz daha ileriye gidip bazı açılardan, Kürt ulusal hareketinin bile resmi ideolojiden etkilendiğini ve onu kopya ettiğini ileri süreceğim bazı açılardan.

İlginçtir daha 1864’te Osmanlı topraklarına sürgün edilen, soykırıma uğrayan Çerkes toplumunun önemli bir bölümü de Türkiye’de devleti kutsar.

Alevilerin çoğunluğu ise, defalarca katliama uğramalarına rağmen; Sünni İslamı referans ve temel alan, kendilerine başından beri ayrımcı davranan devlete ve sisteme aşıktır.

Aslında bunların hepsini resmi ideoloji birleştiriyor. Türkiye gibi devletçiliğin, devletin kutsallığının uzun süredir egemen olduğu bir ülkede “sosyalistinden, Atatürkçüsüne, Türkçüsünden, ‘liberaline” hepsi devleti ve devletin çıkarlarını öne koyarlar. Sosyalisti, “anti-emperyalizm” söylemiyle devlete sahip çıkar, sözde liberali “hukuk devleti”nden söz eder (Hukuk devleti konusunda Foucault gibi düşünüyorum, bunun özünde diğer devlet biçimlerinden çok da farklı olmadığını öne sürüyorum), Türkçüsü yine devleti, “Türk devleti (devletleri)” söylemini öne çıkarır. Siyasal islâmcısı da devleti kutsar ve dinsel bir takım retoriklerle, yine devleti toplumun önüne koyan bir yaklaşımda bulunur.

Sedat Peker’in gündeme getirdiği iddiaların etkisine bir bakarsak, hemen her kesim “devlete sahip çıkılmasından, devletin devlet olma özelliklerini yitirdiğinden vs…” söz ediyor. Kimse toplumdan, halktan söz etmiyor. Herkes “devletin kurtarılmasını” öne çıkarıyor. Osmanlı-Türk aydınının Avrupa aydınından farkı buydu tarihsel olarak. Avrupa’da, örneğin Fransa’da hak ve özgürlükler mücadelesi tabandan ve halkın talepleriyle, enteleüktülellerin devlete karşı halkın safında yer almalarıyla bir aydınlanmaya dönüşmüştü. Toplum yozlaşmış, yozlaştırılmışsa sen devleti kurtarsan ne olur, neye yarar? Devletsiz toplumlar, halklar olur; ama toplumsuz devlet olmaz.

Türkiye’de ise tarihsel olarak iki yüzyıldır “aydınlar” elitist bir şekilde devletin yanında, “devleti kurtarma misyonuyla hareket ettiklerinden (sağdan sola)” hiçbir zaman devlete karşı halkın, toplumun yanında yer almamışlardır.

Yukarıdan verilen bazı hak ve özgürlükler de toplumda içselleştirilememiş ve sonra parça parça geri alınmıştır devlet tarafından; halk da aydınlar gibi militarist ve devletçidir.

Son söz “Eski Türkiye” ya da “Yeni Türkiye” diye bir şey yoktur. Elbette son yirmi yılda ülkede bazı değişiklikler meydana gelmiştir. Ama bu “Eski Türkiye”den kopuş değildir. “Eski Türkiye”ye gideceksiniz, İttihat ve Terakki’ye kadar uzanmanız gerekir.

Bence yapılması gereken, “devleti kurtarma” mantalitesini bir yana bırakıp, toplumun, halkın çıkarlarını öne koymak ve onu savunmaktır.

Erol  Anar

17 Haziran 2021

Paraná-Brezilya

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!