Charles Bukowski: “Beş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi.”

Charles Bukowski: “Beş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi.”

Charles Bukowski

“Evlenmek,çocuk sahibi olmak, aile kurumunun kafesine girmek. Her sabah aynı işe gidip akşam dönmek. Olanaksızdı…”

“Ekmek Arası” Charles Bukowski’nin otobiyografik ve en trajik kitabıdır bence. Kapitalizmin büyük bunalım döneminde (Great Depression 1929) geçen zor bir çocukluk. İşsiz baba, işsiz komşular, yoksulluk… Ve bunların yanında da fiziksel olarak zorluklar -yüzünde çıkan sivilciler- okulda izolasyon, en önemlisi baba baskısı. Annesinin de korumadığı çocuk Charles, hemen her gün nedensiz olarak banyoda babasından kayışla dayak yermiş. Bu yüzden babasından doğal olarak nefret etti hayatı boyunca. Daha sonra üniversiteye başlar ama bir gün eve geldiğinde daktilosu ve yazdığı kâğıtların bahçede uçuştuğunu görür. Babası onu evden kovmuştur. O aliesi iken de yalnız bir çocuk, yalnız bir ergendi. Sonra tamamen tek başına kaldı. Üniversiteyi de birinci sınıfta terk eder.

Bukowski o yalın ve doğrudan diliyle gerçekleri katı olarak, olduğu gibi yansıtmayı tercih etmiş. Bir tutunamayan, kaybedendi o.

“İlgi duymuyordum. Hiçbir şeye ilgi duymuyordum. Nasıl kaçabileceğime dair hiç fikrim yoktu. Diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa. Benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı sanki. Bende bir eksiklik vardı belki de. Mümkündü. Sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım. Onlardan uzak olmak istiyordum. Gidecek yerim yoktu ama. İntihar? Tanrım, çaba gerektiriyordu. Beş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi.” (Charles Bukowski: Ekmek Arası, Metis Yayınları, Çeviren: Avi Pardo, Birinci Basım: Nisan 1995, sayfa 134.)

Amaçsızca yoksul şehirden şehire kasabadan kasabaya geçen bir yaşam; nerede iş bulursa üç beş gün orada çalışır Böylece karnını doyurur ve yola devam eder yola. Üçüncü sınıf otellerde, kiralık odalarda, barlarda, hipodromlarda geçen bir hayat.

“Evlenmek,çocuk sahibi olmak, aile kurumunun kafesine girmek. Her sabah aynı işe gidip akşam dönmek. Olanaksızdı. Aile pikniklerine katılmak, Noel, 4 Temmuz, İşçi Bayramı, anneler günü… Bu tür şeylere katlanmak için mi dünyaya geliyorduk? Bulaşıkçılık yapmayı, akşamları küçük odamda içki içip sızmayı yeğlerdim.” (sayfa 148)

Yalnızca üç şey ilgisini çekiyor bu hayatın içinde: Kadınlar at yarışı ve içki. Topluma ve insanlara küskün, kırgın. Belki bu yüzden alkole sığınıyor. İlişkileri olsa da zaman zaman ve bunların bazıları uzun sürse de hep yalnız o. Doğuştan yalnız bir insan ve bundan zevk alıyor. Biraz da kendisi tercih ettiğinden yalnızlığı.

“Çok şey istemiyordum hayattan, sadece yalnız bırakılmak.” diyor. (sayfa 207)

Bukowski’nin o sert ve hayatın içinden deneyimlerle süzülüp gelmiş felsefesinin yansımaları ve aforizmalar bol bol kitabın her yerine serpiştirilmiş. Lafı dolandırmadan, sahtelik kılıfına girmeden okuru doğrudan nakavt eden bir kitap bu. Bedeli ödenmiş bir hayat deneyimi. Okunmaya değer. Ben iki kez okudum.

Erol Anar

21 Ocak 2020

Paraná

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!