İnsan İlişkileri Yoruyor Postmodern Çağda

İnsan İlişkileri Yoruyor Postmodern Çağda

İnsan ancak yalnız kaldığında bazı derinliklere inebiliyor, kendine inen merdivenleri buluyor.

“Dünyada iki tür insan vardır: Yaşayanlar ve yaşayanları seyredip eleştirenler. Seyretmek ölümü,  katılmak ise yaşamı simgeler.” [1] diyor Engin Geçtan.

Bunu şöyle de söyleyebiliriz: Dünyada iki çeşit insan vardır: Üretenler ve üretilenleri eleştirenler. Hele ki bu sosyal medya çağında bazı insanlar o kadar aşağılık bir biçimde üretenleri eleştiriyorlar ki, kendi aşağılık komplekslerini açığa çıkarmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Kendisi gibi düşünmeyen herkesi hain ilan eden, küfür ve hakaret eden bir bakış açısı yaygın. Bu bakış açısı ulusalcılardan, dincilere, sağcılardan solculara her çeşit düşünce ve dünya görüşü için geçerli bence. Birisinin düşüncesini eleştirmeye görün, hemen gerçek saldırgan yüzünü görüyorsunuz. Üstelik bunu da hiçbir şey üretmeyen insanlar yapıyor çoğunlukla.

***

“Yalnızca işi düştüğünde ya da dert anlatmak için bizi arayanlar, karşılaştığımızda bizim o andaki koşullarımız ne olursa olsun sürekli kendilerinden ve sorunlarından söz edenler oldukça sık yaşadığımız örneklerdir. Böylesi insanlar gerçekten bizi görmek istedikleri için değil, o anda yalnız kalmak istemedikleri için bizi ararlar, ilişkileri sürdürme çabalarının gerisinde de «günün birinde gerekli olabileceğimiz» düşüncesi bulunur. Bize ilgi gösterirler; ama bu bizi anlamaya çalışmaktan uzak, «yatırım» amacını içeren bir tutumdur.” [2]

Oysa ikili ilişkilerimiz, birbirinden yararlanmak üzerine, diğerini kullanmak üzerine kurulursa uzun soluklu olamaz. Çünkü bu niyetimiz sonunda ortaya çıkar. Birisinin arkadaşımız olduğunu düşünüyoruz ama sadece ihtiyaç duyduğumuzda arıyoruz, kendimizin ihtiyacı olduğunda. O konuşmak istediğinde ise zaman yaratamıyoruz bir türlü buna. Ya da bir arkadaşımızı konuşmak istemediği konulara sürüklersek, o artık konuşma ihtiyacı duymayacaktır diğeriyle. Bu arzusunu yitirecektir. İkili ilişkilerde karşıdaki insanın hassasiyetlerini anlamaya çalışmak ve bunlara saygı göstermek sağlıklı bir ilişki için gereklidir.

Konuşmamız, sohbetimiz ise sadece kendi içimizi dökme oluyor, karşı tarafın ne yaşadığı, ne düşündüğü neler yaptığı hiç önemli olmuyor. Bu tek taraflı bir ilişki olmaktan başka bir şey değildir özünde. Bir tarafın içini döktüğü, diğerinin ise psikolog gibi dinlediği bir ilişki. Ama arkadaşlık ilişkisi değildir kesinlikle.

Bu da tek taraflı bir ilişkiye dönüşüyor kaçınılmaz olarak. İkili bir ilişki yalnızca tek taraflı bir kişinin sorunları üzerinde yürümez. Çünkü bu hasta ve psikolog ilişkisi değildir. Belki tek taraf anlattıkça rahatlıyor, içini boşaltıyor. Ama sürekli diğer dinleyici taraf buna tahammül edemeyecek, bir noktaya gelince artık dinlemek istemeyecektir. Bir de hele yakınılan konular tam bir kısır döngüye dönmüşse.

“Bir yandan durumundan yakınırken, öte yandan bu durumun kendisinden kaynaklandığını göremez!” [3]

İçinde bulunduğu durumun büyük oranda kendi seçim ve tercihleri sonucu olduğunu göremeyen kişi, hep suçlayıcı, kendini aklayıcı, açıklamalar yapmaya girişecek, hatta kendisi de buna inanacaktır. O hep kurban olmuştur, hep kendini feda etmiştir, diğerleri ona haksızlık etmiştir. Diğerleri haksızdır, o haklıdır. Böylece kendini sorumluluktan kendince kurtarmıştır, ama bu durum onun içinde bulunduğu durumdan kurtulmasına yardımcı olmaz. Çünkü sorunun asıl kaynağını, ve problemin kendisi olduğunu görememektedir. Aksine zaten karmaşık olan ilişkilerini daha karmaşıklaştırmaktan daha fazla bir şey yapamaz.

***

Bazı insanlar diğer bazı insanlara aşırı bağlıdırlar. Bu bağlılık sevgi, sadakat ya da benzeri öğeler içermekle de birlikte aslında kendi varoluş sorumluluğunu diğerine yükleme isteğinden kaynaklanabilir. Bazı insanlar kendi varoluşunu taşımaktan acizdirler, hep başkalarından yardım beklerler çeşitli konularda. Hayatları bomboştur aslında, ürettikleri hiçbir şey yoktur özünde.

Engin Geçtan da bu konuda şöyle diyor:

“Bir insan diğer bir insana aşırı oranda bağımlıysa, bu onun kendi varoluş sorumluluğunu üstlenmekten kaçınmakta olduğunu gösterir.” [4]

***

“Bir insanın kendi seçimiyle ve «geçici» olarak yalnızlığa çekilmesi ise çoğu kez yapıcı ve yaratıcı sonuçlar doğurur.” [5]

Yine yalnızlığıma çekildim son aylarda. Ama benimkisi üretken bir yalnızlık. Okumak, yazmak ve düşünmek için yalnız olmam gerekiyor. Bunun için son aylarda sosyal ilişkilerimi daha da kısıtladım ve kendimi yeniden üretmeye verdim.

Yarım asırdan öğrendim ki, insanlarla ne kadar az ilişki içinde olursak, yaralanma şansımız da o kadar azalıyor.

“Yaratıcı kişi, gerektiğinde yalnız kalabilmekten korkmayan insandır. Yaratıcı insan ancak yalnız kalabildiği zaman içsel dünyasının zenginliklerine inebilir.” [6]

İnsan ancak yalnız kaldığında bazı derinliklere inebiliyor, kendine inen merdivenleri buluyor. Yalnız kalınca diğer insanları ve toplumu uzaktan daha iyi gözlemliyor ve anlıyor. Kendisini de daha fazla tanıma şansı oluyor. Elbette toplum içinde yaşarken, sonsuza kadar yalnız kalamayız. Ama bir süre bile olsa yalnızlık iyi geliyor. Çünkü postmodern zamanlarda insan ilişkileri yoruyor ve tüketiyor.

Erol Anar


[1]  Engin Geçtan: “İnsan Olmak”, Remzi Kitabevi, 20. Baskı: İstanbul, sayfa 159.

[2] Geçtan, age, sayfa 118.

[3] Geçtan, age, sayfa 150.

[4] Geçtan, age, sayfa 57.

[5] Geçtan, age, sayfa 121.

[6] Geçtan, age, sayfa 100.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!