Yabancılaşma ve İçerideki Yitik İnsan Üzerine

Yabancılaşma ve İçerideki Yitik İnsan Üzerine

Kendini nerede bulur insan? İçeride mi dışarıda mı? Kendi iç dünyasında mı, yoksa dış dünyada mı? Peki bir insan kendisiyle çıplak ve öz kendisiyle ilk karşılaştığında ne olur? Böyle bir karşılaşma paha biçilmezdir.

Stefan Zweig’ın “Olağanüstü Bir Gece” adlı kitabında bu konuda bence çok güzel tespitler vardır. Zweig yaşama ilişkin keskin ve derin gözlemlerini paylaşır okurlarıyla.

“Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar.” der. [1]

Gerçekten insan kendini anlamışsa, tüm evreni anlamış demektir. Çünkü o evrenin bir parçasıdır, ondan kopamaz, ayrılamaz. Yitirecek bir şeyi olmayan ve kazanabileceği bir şeye de önem vermeyen insan, dünyanın en özgür insanıdır. Çünkü bütün tutsaklıklar yitirecek ya da kazanılacak şeylerin hesabıyla başlar.

***

Bazen insanın içinden içinde yaşadığı topluma yönelik bir isyan yükselir. Çünkü o insanın içinde bulunduğu durumdan toplum da sorumludur.  Böyle durumlarda kişi, toplumdan nefret eder, tıpkı bir kaplumbağa gibi kendi iç evine çekilir. Mümkün olduğunca az ilişkiye girer toplumla. İnzivadadır.

“Size ait değilim artık, içinizden biri değilim, ama yükseklerde ama diplerde dışınızda bir yerlerdeyim.” [2]

Kişi, toplumun dışında olmayı bilinçli bir tercihle seçmiştir bu noktada. Bulunduğu noktadan da memnundur, bu nokta isterse topluma göre en dipte olsun.

“Gülerek, sohbet ederek dalgalanan bir insan kalabalığının ortasında ben kendi kendimi arıyordum, içimdeki o yitik insanı arıyordum.” [3] der yine Zweig.

İşte bu derin bir yabancılaşmadır. Dalgalanan bir insan kalabalığının içinde bir o yana bir bu yana giden kişi, aslında her şeye yabancılaşmaktadır ve o yabancılaşmadan onu kurtaracak olan tek şey ise kendisini bulmasıdır. “O yitik insanı.” Neden yitik, çünkü kendisine ve her şeye yabancılaştığından dolayı yitiktir.

***

“Birisi üzerime aniden bir tabanca çevirse yüreğim etrafımdaki bunca insanın yüreğinin bir avuç para için attığı kadar atmazdı.” [4]

İnsanların paraya, mala, kariyere olan hırsı ve doymazlığına çok kez çevremizde bizzat tanık olmuşuzdur. Hep daha fazlasını isterler. Bir türlü doymak bilmezler. Sonuç: İki metrelik toprak. İşte bundan fazlasını asla elde edemez.

Tolstoy, “İnsan Neyle Yaşar?” adlı kitabında Pahom’un öyküsünü de anlatır. Pahom’un amacı toprak sahibi olmaktır. Toprak sahibi olduktan sonra, daha büyük topraklara sahip olma arzusu duyar. Ve uzaklara Başkırt topraklarına giderek toprak sahibi olmak için onlarla görüşür. “Tamam,” derler “bin ruble vereceksin, akşama kadar yürüyerek kendi toprağının sınırını çizeceksin. Tek kural güneş batmadan başladığın yere geri döneceksin. Ve bütün sınırını çizdiğin toprak senin olacak.”

“Bundan kolay ne var?” diye düşünür Pahom. Ertesi gün uyanır erkenden ve bin rubleyi kalpağın içine koyarak sınır yürüyüşüne başlar. Gider gider, gözü bir türlü doymaz, “biraz daha toprak” der. Ama bir bakar ki akşam olmak üzeredir. Hemen geri döner, koşar kendini harap eder yetişeceğim diye. Ama tam başladığı yere az kalmışken yere yığılarak ölür.

Öykü şöyle sona erer:

“Pahom’un ağzından kan sızıyordu; son nefesini vermişti! Uşağı, küreği alarak Pahom’a uygun bir mezar kazıp gömdü. İki metrelik toprak doyurmuştu Pahom’un gözünü.” [5]

İşte bütün bu iktidar, para, kariyer mücadelesinin sonu burada, iki metre toprakta bitiyor. İnsan ancak o zaman doyuyor, toprağa ve her şeye. Daha fazla daha fazlanın sonu iki metre topraktır. Ötesi yok.

Erol Anar


[1] Stefan Zweig: “Olağanüstü Bir Gece”, Türkiye İş Bankası Yayınları, 6. Basım, 2016, İstanbul, sayfa 69.

[2] Zweig, age, sayfa 34.

[3] Zweig, age, sayfa 36.

[4] Zweig, age, sayfa 14.

[5] Tolstoy: “İnsan Neyle Yaşar?”, (İnsana Ne Kadar Toprak Lazım), Çeviren: Emel Erdoğan, Sis Yayıncılık, 2. Baskı: Ekim 2011, İstanbul, sayfa  18-46.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!