Bizi Boğan Gözlerimizin Alıştığı Bu Yarı Karanlıktır…

Bizi Boğan Gözlerimizin Alıştığı Bu Yarı Karanlıktır…

“Sevgi Bakanlığı’nda hiç pencere yoktu.” [1]

Pencere yoksa, bir pencere açmalıyız duvarda… Sanal da olsa bazen… Tek bir bakış açısına mahkûm bir hayat, pencereden yoksun bir odaya benzer. Pencereden yoksun bir odaya mahkûm olmak, ölmeden mezara girmektir. Zaten bu yüzden çoğu insan, yaşayan ölüden başka bir şey değildir.

Bizi boğan gözlerimizin alıştığı bu yarı karanlıktır. Bu yarı karanlıkta aslında net olarak değil, belli belirsiz görürüz. Ama sanki görüyormuş gibi davranır ve kendimizi buna inandırırız.

Ne kadar fazla pencereniz varsa hayat odanızda o kadar fazla zenginsiniz.

Çünkü her pencere biraz daha fazla hoşgörü, empati, nesnellik ve gerçeklik getirecektir dünyanıza. Kötülükleri de göreceksiniz o pencereden elbette. Ama güzellikleri görmekten asla vazgeçmeyeceksiniz.

Değişik pencerelerden, değişik bakış açılarından hayata bakan insan, artık asla bir manipülasyona, yalana da kanmayacaktır. Çünkü o gerçeği tüm boyutlarıyla görebilmekte ve kavramaktadır.

“Azınlıkta olmak, bu azınlık tek bir kişiden oluşmuş bile olsa, insanın deli olması demek değildi. Bir yanda doğru, bir yanda yalan vardı ve siz tüm dünyaya karşı olmak pahasına bile, gerçeğe bağlanırsanız, bu size deli niteliğini vermezdi.” [2]

Bilim insanlarının ve filozofların bazıları çağlarından çok ileri düşündükleri için deli olarak nitelendirilmiş ve izole edilmiş, ya da öldürülmüşlerdir, cezalandırılmışlardır. Gerçeği savunmanın bedeli ağırdır bazen. Onlar gözlerini yarı karanlığa alıştırmayı reddetmişlerdi. Aydınlık istiyorlardı, özgürlük istiyorlardı. Tek başlarına koca dünyaya egemen sisteme, krallara, kiliselere kafa tuttular. Belki bedelini ödediler ama yine de sonuçta onlar kazandı. Gerçek kazandı. İnsan herkese karşı yalnız da olsa ayakta durabilmeyi ve gerçeği savunmayı öğrenmelidir. Yoksa sürünün sıradan bir üyesi olarak yaşamanı tamamlayacaktır.

Gözlerimiz yarı karanlığa alışmamalı, hep güneşi, aydınlığı aramalıdır. Yoksa insan olmanın bir anlamı kalmayacaktır.

Peki aydınlık neden önemlidir?

Çünkü gerçek yalnızca aydınlıkta parıldar. Karanlıkta gizlenir, onu bulmak zorlaşır.

Ama karanlıklar da aydınlanır, Orwell’ın dediği gibi hep ümit vardır ve,

“Bir gün karanlığın olmadığı bir yerde buluşacağız.” [3]

Peki karanlığın var olmadığı yer neresiydi?

“Karanlığın olmadığı yer, düşlenen gelecekti; hiçbir zaman göremeyeceğimiz, ama belli belirsiz de olsa paylaşabileceğimizi sezdiğimiz gelecek.” [4]

İşte aydınlık gelecek demekti ve gelecek ise umut. Eğer umut yoksa gelecek de yoktu. Eğer gelecek yoksa, bugün de anlamsızdı. Geleceğin olmadığını bilmek, sürekli karanlıkta yaşamak gibi anlamsızdı.

Siz siz olun, gözlerinizi yarı karanlığa alıştırmayın.

Siz siz olun karanlığı ve yarı karanlığı reddedin.

Yoksa kısa hayatınızı bir tutsak olarak tamamlayacak, belki de bunun farkında bile olmayacaksınız.

Çünkü hayat reddetmekle ve özgürlükle başlar. Aydınlık, bilimdir, felsefedir ve özgürlüktür.

Hayata açılan pencereleriniz çok olsun. Her pencere bir hayat daha ekleyecektir hayatınıza…

Erol Anar
Paraná


[1] George Orwell: “1984”.

[2] Age, epub, sayfa 144-145.

[3] Age.

[4] Age, s 72.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!