Devlet Üzerine (3) Devlet Kavramına İdeolojik Yaklaşımlar

Devlet Üzerine (3) Devlet Kavramına İdeolojik Yaklaşımlar

“Devletin her zaman tek bir amacı vardır: Bireyi sınırlamak, kontrol etmek, ona hakim olmak ve onu genel amaca tabi kılmak … Sansürü, denetimi ve polisiyle; Devlet tüm serbest faaliyetlere engel olmaya çalışır ve bu baskıyı da kendi görevi olarak algılar, çünkü bu kendini koruma içgüdüsünün bir gereğidir” der Stirner.

Faşizm, liberalizm ve Marksizmin devlet kavramına yaklaşımları farklı olmakla birlikte, hepsi devletin gerekliliğine -Marksizmde belli bir dönem için hiç olmazsa- inanırlar. Örneğin güçlü devlet imgesi faşizmde ve Stalinizmde hemen hemen aynıdır. İdolleştirilmiş, kutsallaştırılmış bir ulusun babası vardır, bir de onun simgeleştiği ve iç içe geçtiği güçlü, totaliter devlet. Bu totaliter devletin çekirdeği militarizmdir. Bu nedenle büyük meydanlarda silahlarla, askerlerle sık sık militarist güç gösterisi yapılır. Führer, ya da ‘ulusun babası’ askeri üniforma ile boy gösterir ve halkı selamlar bu militarist güç gösterilerinde.

Liberalizm ise devleti daha çok bir bekçi gibi düşünür. Devlet, özel mülkiyetin, egemenlerin haklarını korur ve güvence altına alır. Liberal devlet, aynen totaliter devlet gibi keskin dişlere sahiptir, ancak onları gizler; yalnızca gerektikçe ortaya çıkarır. Anarşizm ise konuya tamamen farklı yaklaşır ve devleti tümüyle reddeden ve bu konuda en küçük pazarlığa girmeyen bir düşünce sistemidir. Anarşizmin bütün biçimleri devlete cepheden karşı çıkar.

Marx ve Engels’in Hegel kaynağından beslenmiş olan kökleri, onların devlet olgusunu dikkate almalarını ve onu bir kalemde geçememelerini sağladı. Ve böylece “geçiş devleti” diye bir kavram icat ettiler. Proletarya diktatörlüğü boyunca, proletarya devlete egemen olacak, onu yönetecek ve böylece teoriye göre de devlet kendiliğinden yavaş yavaş sönecekti. Çünkü Hegel devleti, “Bundan dolayı devleti ‘hem dünya hem de Tanrı ile ilgili bir şey olarak saymayı bilmeliyiz.” [1] diye niteliyordu.

Marx, Hegel’den komünist toplumda devletsiz bir yaşamın  olması gerektiği düşüncesiyle koptu. Ama bu tam bir kopuş değildi. Yine de devletin en azından kendi açısından proletaryanın kontrolünde olması gereken bir aygıt olduğu sonucuna vardı. İşte Marksistler devlete karşı çıkmazlar özünde, devletin hangi sınıfa hizmet ettiğine yoğunlaşırlar. Bu “geçiş devleti” merkezi devlettir.

Anarşizm ise iktidar kavramını, sınıf ilişkileriyle açıklamaz ya da ekonomik determinizme bağlı bir kavram olarak ele almaz. Anarşizm, iktidarı siyasal olarak ele alır. İktidarı, Marksizmde olduğu gibi şekliyle başka kavramların gölgesinden çıkarır ve onu kendi başına bir kavram olarak değerlendirir. Onun siyasal yönüne vurgu yapar.

“Marx ve Engels ‘e göre devlet özünde bir ekonomik sınıfın diğerini tahakküm altına aldığı bir araçtı. O halde devlet, aşılması gereken bir şeydi. Bununla birlikte, Marx bu noktada muğlaktır. Tutarlı bir devlet teorisi formüle etmez, devleti belirli durumlarda, ekonomik ve sınıfsal tahakkümün bir aracı, zaman zaman, bazı başka durumlarda da burjuvazinin dolaysız çıkarlarına karşı hareket eden görece özerk bir kurum olarak görür.” [2]

“Hegel’e göre modern liberal devlet, toplumdaki çelişkilerin ve bölünmelerin üstesinden gelmek demektir. Ahlâkın ve akılcılığın doruk noktasıdır.” [3]

Fakat Marx, eleştirildiği gibi Hegelci devletçilikten tam kopamadı, koptuğunu düşündüğü anda ona geri yakalandı.

“Marx, sistematik veya tutarlı bir devlet teorisi geliştirmemiştir. Genel anlamda devletin, sosyal hayatın gerçek dayanağı olarak görülebilecek olan ekonomik ‘temel’ tarafından koşullanan veya belirlenen ‘üstyapı’nın bir parçası’ olduğuna inanmıştır. … Marx devleti bir proleterya ‘diktatörlüğü’ olarak tanımlarken, onu İktisadî bakımdan egemen sınıfın (daha sonra da proleteryanın) diğer tüm sınıfları baskı altına aldığı ve zorla itaat ettirdiği bir âlet olarak gören ilk devlet teorisini kullanıyordu. Bu çerçeveden bakıldığında tüm devletler sınıf  diktatörlükleriydi.”[4]

Aslında Marx, Paris Komünü ile devlet konusunda biraz şaşkınlığa uğramıştı. “Fransa’da İç Savaş” adlı kitabında düşüncelerini dile getirir. Komün’ün içinde yer alan devlet kırıntılarının da yok olacağını dile getirir. Yine de Engels bu konuda daha katıydı ve devlet düşüncesini geliştirdi. “Proletarya diktatörlüğü” fikri onlara tek yol olarak göründü. Çünkü iktidarı ele almayı hedefliyorlardı ve burjuvaziye karşı iktidarı elde tutmak için de “geçici” de olsa devletin gücüne ihtiyaç vardı. Giderek ise, komünizm aşamasına ulaşılacak, sınıf çatışmaları gerileyecek ve sınıfsız topluma geçilirken devlet kendi kendini sönümlendirecektir Marksist teze göre.

Marksistler devleti, iktisadi bağlamında ele alıp, öyle açıklarken, anarşistler ise devletin siyasal yani üzerinde dururlar. Marksizm çünkü her şeyi ekonomik determinizme indirgediği için, bu konuyu da ekonomik ilişkisi bağlamında ele alır.

“Buna karşılık SSCB’deki kamusallaştırılmış devlet kalıcı olmuş ve gittikçe de daha güçlü ve bürokratik hâle gelmiştir. Stalin yönetimi altında sosyalizm belirgin bir biçimde devletçilikle özdeş hâle getirilmiştir ve sosyalizmde ilerleme, devlet aygıtının iktidar ve sorumluluklarının genişlemesinde yansımasını bulmuştur.” [5]

Bu dönemde Stalin “halkların babası” olarak yüceltilirken, devleti güçlendirmek ana hedef haline gelmiştir. Yani hiç de Marx ve Engels’in “devletin kendiliğinden söneceği” tezi gibi gerçekleşmemiş, devlet giderek güçlenmiş, yüceltilmiş ve bir anda sistemi de çökerterek çökmüştür. Hatta devleti yücelten şarkılar bile yaygınlaştırıldı bu dönemde. Her şey güçlü devlet içindi. Aslında devletin güçlendirilmesi ilkesi, Lenin döneminde başlamıştır.

Kropotkin ise  devleti, en güçlü siyasi örgüt olarak niteler. [6] Anarşist, Devleti insanoğlunu çağlar boyunca körleştiren en ölümcül önyargılardan birisi olarak değerlendirir. [7]

Emma Goldman, ‘demokratik devlet’in, bir kez kendisine meydan okununca, en totaliter devlet  kadar baskıcı hale geleceğini söyler.[8]

Her devletin özünde totalitarizm vardır. Devlet totaliter bir makinedir ve “demokratik devlet” yalnızca bu özelliğini gizlemeyi iyi bilir. Ama o da siyasal bir totaliter makinedir.

Saul Newman, “Kapitalizmin yersizyurtsuzlaştırıcı itkisiyle Ulus Devlet’in yeniden yerliyurtlulaştırıcı (reterritorializing) arzusu arasında bir gerilim  olduğunu dile getirirken, sermayenin ve emeğin daha özgür bir hareketi ile daha ağır polis denetimi altındaki ulusal sınırlar, nüfusun daha sofistike bir denetimi ve gözetimi ile daha otoriter ve sınırlayıcı göçmen karşıtı politikaların çelişkisine dikkat çeker. (Saul Newman, 2000: 284)

Bence işte Avrupa’da, ABD’de faşist hareket ve partilerin küreselleşmeye karşı, daha ulusal bir noktada tutunmaya çalışmalarının nedeni de budur. Neofaşist, ulusalcı hareketlerin tutunabileceği tek temel ulus devlettir. Başka tutunacak bir dal yoktur onlar için. Çünkü küresel neoliberalizm için uluslar önemli değildir, o ulusal üstüdür. Sistem için ulus devletler, küresel ekonomideki rollerini oynayacak, ya da oynaması gereken birer figürden ibarettir. Belki göreceli olarak birkaç büyük ulus devlet bunun dışında tutulabilir. Diğerleri sıradandır. Küreselleşme, Deleuze ve Guattari’nin öne sürdüğü “yersizyurtsuzlaştırıcı” rolünü oynarken, ulus devlet ile çatışması da kaçınılmazdır. Küreselleşme, çokuluslu şirketlerin kapitalizmini ve etkisini getirmiştir.  Ve sonuç olarak ulus devletin giderek önemsizleşmesi kaçınılmazdır -bugün hâlâ önemli olsa da. Neoliberalizmin şiddeti ise daha ötekileri hedef almaktadır; örneğin mülteciler, sistem karşıtları vb gibi… Ama küresel kapitalizm aynı zamanda da varlık nedenine aykırı gibi görünebilecek bir şekilde ulus devlet’e yaslanmakta ve gerekirse ondan güç almaktadır.  Burada küresel kapitalizmin çelişkisi, bir yandan ulus devleti aşmış ve ona önem vermez görünürken, diğer yandan devletin baskıcı yanını kendisinin çıkarlarını korumak için gereğinden fazla öne çıkarmasıdır. Bu da kapitalizmin kendi iç çelişkisidir.

Bakunin, “Kızıl bürokrasi” ye dikkat çekti

Bakunin şöyle der: “Mr. Marx’ın teorisine göre, halk [devleti] tahrip etmemekle kalmamalı, onu  kuvvetlendirmek ve velinimetlerinin, koruyucularının ve öğretmenlerinin -[insanlığı] özgürleştirmek için kendi yollarına devam edecek olan Komünist Parti’nin liderlerinin, yani Mr. Marx ve arkadaşlarının- emrine amade olmalıdır. Cahil insanlar fazlasıyla sıkı bir gardiyanlık gerektirdiği için yönetimin dizginlerini güçlü bir elde toplayacaklar; bütün ticari, endüstriyel, tarımsal ve hatta bilimsel üretimin elinde toplanacağı tek bir devlet bankası kuracaklar; sonra kitleleri yeni bir ayrıcalıklı bilimsel-siyasal hanedan kuracak olan devlet mühendislerinin doğrudan emri altındaki iki orduya -endüstriyel ve tarımsal- ayıracaklar.” [9]

Sovyetler Birliği’nde olan tam da buydu. Bakunin bunu önceden öngördü. Sovyetler Birliği’nde Marksizme ters uygulamalar olduğu gibi, Marksizmden kaynaklanan uygulamalar da vardı. Parti diktatörlüğü aynen Bakunin’in dediği şekliyle gerçekleşti. Geçiş devleti denilerek devletin sözde kendi kendine sönümlenmesi hedefi, otomatik olarak yerini parti devletin ve bürokrasinin güçlendirilmesi amacına terk etti. Ki Bakunin bunu “Kızıl bürokrasi” olarak adlandırıyordu. Stalin döneminde artık tek hedef devletin güçlendirilmesiydi ve bu süreç Lenin ile başlamıştı.

Chomsky ise, liberter hareketin bazen, devlete karşı olmak gerici kuvvetlerin eline daha da büyük güç -eşitsizliği ve sefaleti artıracak özel (genellikle şirket) yetkiler- verme anlamına geldiğinde, “insani sonuçlarından kaygı duymaksızın katı bir tarzda doktrinin peşinde koştuğunu” düşünür. Bir söyleşide şunu ileri sürer: “Bugün devlet kesimini korumak, devletin yok olmasına giden bir adımdır.” [10]

Aslında Chomsky’nin bu görüşü, determinist bir görüştür ve ekonomik determinist görüşten farklı değildir.

Chomsky aynı yerde devletin kendisinin değişmesi gerektiğini anlayacağını ifade eder. Bu liberter düşünceye uygun bir bakış açısı değildir. Chomsky devletten iyimser bir bakış açısıyla kendi kendine değişimini beklemektedir bu bakışıyla. Böyle bir şey mümkün değildir. Chomsky, devlet düşüncesine karşı gibi görünüp, aslında onu bir kez daha onaylıyor.

Max Stirner: “Her Devlet bir tiranlıktır”

Stirner ise bunu şöyle açıklıyor: “Biz iki düşmanız, Devlet ve Ben”. “Her Devlet bir tiranlıktır; ister tek bir adamın, isterse bir grubun tiranlığı olsun”. Her Devlet mecburen şimdi totali­ter dediğimiz şeydir: “Devletin her zaman tek bir amacı vardır: bireyi sınırlamak, kontrol etmek, ona hakim olmak ve onu genel amaca tabi kılmak … Sansürü, denetimi ve polisiyle; Devlet tüm serbest faaliyetlere engel olmaya çalışır ve bu baskıyı da kendi görevi olarak algılar, çünkü bu kendini koruma içgüdüsünün bir gereğidir”.[11]

Max Stirner, burada devletin özünü son derece net ve yalın olarak ortaya koyar. Onun özü baskıdır; baskıdan ve totaliterizmden doğar. Bireyi bir sürü gibi güder devlet ve istediği yöne sevkeder ve bunu bazen zorla yapar, bazen ise hegemonyayla. Bireyi otomatikleştirdikten ve onun özünü öldürdükten sonra, artık devlet zorlamadan bile birey kendi isteğiyle istenilen yöne gider, boyun eğer.

Malatesta’ya göre, “bir enerji ortaya çıkarmasını bırakın, yön­temleri ile hükümet devasa bir potansiyeli israf eder, felç eder ve yok eder”. Proudhon yirminci yüzyılın en büyük şeytanını önceden gördü. [12]

Liberal devlet de özünde baskıcıdır

Diğer yandan liberal devlet de aynı özünü korur, baskıcı özü vardır. Ama sanki bireye özgürlük vermiş ve onun özgürlüklerini -kâğıt üstündeki gerçek olmayan özgürlük- koruyormuş gibi bir edayla yapar bunu. Çünkü devlet, bireye sanki onun yaşama hakkını güvence altına alıyormuş gibi düşünce enjekte eder. Toplumun çoğunluğu bunu düşünür. Devlet olmazsa, güvenliğinin ortadan kalkacağı düşüncesini içselleştirmiştir. Oysa bireyin ve toplumun güvenliğine birinci dereceden tehdit devletten gelmektedir. Savaşları devletler çıkarır ve neden çıktığını dahi bilmedikleri savaşlara bireyleri zorla yine devlet gönderir.

“Ulusu” kutsallaştı­ran burjuva demokratik Devlet, Stirner için eski mutlakçı Dev­let’ten hiç de daha az korkutucu değildir. “Monark … bu yenisine, [yani] ‘hakim ulus’a göre çok daha yoksul bir adamdı. Biz liberalizm’de, sadece tarihsel Kendi’yi [ing. Self] aşağılama­nın bir devamını görmekteyiz”.[13]

Yine otoriter sosyalist devlet de aynı işlevi yerine getirir, yalnızca söylem değişmiştir, özü -baskıcı özü- aynıdır. Bu kez başka elitler yaratır ve onların çıkarlarını korur.

“Sözde Halkın Devleti, –[ister] gerçekten [olsun] veya öyle davranıyor [olsun]– halk kitlelerinin yeni ve çok dar bir bilgi aristokrasisi tarafından despotça yönetildiği bir hükümetten başka bir şey olmayacaktır”. “ der Bakunin [14]

Bakunin şöyle diyordu Rus devrimleri gerçekleşmeden çok önce.

“Eğer Batılı işçiler çok uzun bir süre beklerlerse, Rus köylüleri kendilerini bir örnek olarak ortaya koyacaklardır”. Rusya’da, devrim temel olarak “anarşistçe” olacaktır. Ama [Bakunin devrimin] sonuçları hakkında endişelidir: [Çünkü] “temelini aynen bırakarak … Devlet’in biçimini ve adını değiştirmek mümkün olduğu” için, devrimciler basitçe “halkın tüm yaşamsal ifade [yollarının] bastırılmasına dayanan” Büyük Pedro Devlet’ini devam ettirebilirlerdi. Ya Devlet ortadan kaldılmalı ya da ‘herkes kendini çağımızın en rezil ve en tehlikeli yalanına …, Kızıl Bürokrasi [yalanına] hazırlamalıdır’. Bakunin şöyle özetliyordu: ‘En radikal devrimciyi alıp, ona tüm Rusya’nın [saltanat] tacını giydirin veya ona diktatöryal güçler verin … ve bir yıl bile dolmadan [göreceksiniz ki], o Çar’dan da beter birisi olacaktır’.[15]

Burada Bakunin’in reel sosyalizm hakkındaki öngörüsünün gerçekleştiğini görürüz. Parti diktatörlüğüne dayanan bürokratik devlet, Bakunin’in deyimiyle “kızıl bürokrasi” egemen olmuştur 70 yıl SSCB ve diğer “sosyalist” ülkelerde.

Devletçi karşıtı ekonomik bir yönetim biçimini ilk ortaya atan ise Proudhon olmuştu.

Proudhon bir manifesto tarzında,

“Devlet’e ihtiyacı yoktur. … Devlet tarafından yapılan sömürü daima yöneticiler ve ücretli köleler anlamına gelir. Bizler, insa­nın insana hükümet etmesini insanın insanı sömürmesinden daha fazla arzulamıyoruz.”[16] diyordu.

Devlet kendiliğinden söner mi?

Bu noktada örneğin otoriter sosyalist ülkelerde ayrıcalıklı elit egemenler, sanki herkesin çıkarlarını koruyormuş gibi yaparak, aslında kendi çıkarlarını korurlar. Ve bunu da sahte bir eşitlik retoriği ile yaparlar. Bu retorik kâğıt üzerindeki eşitliktir. Çünkü yöneten ile yönetilen asla eşit olamaz. Hiyerarşinin olduğu yerde eşitlik olamaz. Yani otoriter sosyalist devletteki eşitlik, tıpkı liberal devlette olduğu gibi kâğıt üzerinde kalmıştır ve kalmaya mahkûmdur.

 “Marx’ a göre devlet bu iktidarın eksikliğini çeker, çünkü değiştirebilirmiş gibi durduğu ekonomik koşulların sadece bir yansıması olarak var olur. Bakunin, Marx ‘ın, devletin ekonomik güçlerin bir aracından başka bir şey olduğunu göremediğine inanıyordu: “Marx, ‘sefalet siyasal köleliği, Devlet’i üretir’ diyor, ama bu ifadenin tersine dönüp şunu söylemesine izin vermiyor: ‘Buna karşılık siyasal kölelik, Devlet, kendi varlığının bir koşulu olarak sefaleti çoğaltır ve sürdürür, öyle ki sefaleti yok etmek için Devlet’i yok etmek zorunlu olur’ .”[17]

İşte bu anarşist bakış ile Marksist bakışın devlete bakış noktalarının farklılığıdır. Marx, her şeyi ekonomik determinizme indirgemiştir. Bakunin ve anarşizm buna karşı çıkar ve devlet’in siysal yönünü görmeye davet ederler. Devlet sadece ekonomik güçlerin, ya da sınıfların basit bir aracı değildir, onun siyasal içeriği vardır.

Bakunin ve diğer anarşistler geçiş devleti teorisine de itiraz ettiler. Devlet ile geçiş devleti arasında bir fark yoktu. Devrim olur olmaz devlet bir kalemde silinmeliydi ve özgür bir topluma böylelikle geçilmeliydi.

Devletin kendiliğinden sönmesi ise ayrı bir tartışma konusuydu. Devlet kendiliğinden sönmez, aksine güçlenir. Devlet hangi sınıfın elinde olursa olsun, elitler yaratır ve onlara hizmet eder. Ayrıca Bakunin “Kızıl bürokrasi” tehlikesine dikkat çekmişti ki, geçiş devleti teorisi pratikte de Sovyetler Birliği’nde çöktü.

Engels, devletin, topluma dışardan dayatılmış bir güç olmadığını; Hegel’in ileri sürdüğü gibi, ‘ahlâk fikrinin gerçekliği’, ‘aklın imgesi ve gerçekliği’ de olmadığını söyler. [18] Ona göre devlet, daha çok, toplumun, gelişmesinin belirli bir aşamasındaki bir ürünüdür; bu, toplumun, önlemekte yetersiz bulunduğu uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde bölündüğünden, kendi kendisiyle çözülmez bir çelişki içine girdiğinin itirafıdır.

Lenin ise, devletin kökeni hakkındaki “bilimsel anlayışı”, kesin bir formül halinde özetlemiştir: “Devlet, uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının ürünü ve belirtisidir.” [19]

Devleti sadece “toplumun gelişiminin belirli bir aşamasındaki ve sınıf karşıtlığının bir ürününe” indirgeyen bu bakış açısı kısır kalmaya mahkûmdur. Toplumsal sınıflar arasındaki farklar önemli olmakla birlikte, bu bakış açısı devleti sadece ekonomik yapının basit bir öğesine dönüştürüyordu. Oysa devlet hangi sınıfın elinde olursa olsun, baskıcı özünden bir şey yitirmez. Bu reel sosyalist ülkelerde açıkça görülmüştür.

Marksistler için devletin hangi sınıfın elinde olduğu önemlidir. Eğer devlet proletaryanın elindeyse o zaman iyidir, ama burjuvazinin elindeyse kötüdür özetle. (Burada reel sosyalist ülkelerde bir proletarya diktatörlüğü olmadığının da altını çizelim ve diyelim ki, olsaydı da çok bir şey değişmeyecekti. Çünkü devletin olduğu yerde, onun baskıcı yönü öne çıkacaktır ve de siyasal özü .) Anarşizm ise buna karşı çıkar ve devletin kimin elinde olduğu önemli değildir tezini ileri sürer, o aynı yozlaşmaya ve baskıya yol açar kimin elinde olursa olsun bu teze göre.

“Anarşizm, devleti, kendi tahakküm mantığına sahip tamamen özerk ve bağımsız bir kurum olarak görür. Tam da bu nedenle devlet, devrim esnasında tarafsız bir kurtuluş ve değiştirme aracı olarak kullanılamaz. Marx’ın savunduğu gibi, proletarya gibi bir devrimci sınıfın ellerinde olsa bile yine de ona güvenilemez, çünkü tepede ve ‘yönetici sınıf’ın denetiminin ötesinde kendi kurumsal mantığı vardır.” [20]

Sonuç olarak denebilir ki, devlet, kendi yararına olan her şeyi kutsal (mübah) sayar. [21]

“Devlet konusundaki görüşleri ne kadar farklılık gösterirse göstersin, söz konusu dört görüş de (faşizm, liberalizm, otoriter sosyalizm, muhafazakârlık) devletsiz olunamayacağını, devletin sosyal ve politik düzenin tesisi ve bekası için gerekli olduğunu kabul eder. Bütün bu ideolojilerden, devlete bütünüyle karşı çıkma noktasında ayrılan bir görüş vardır. O da anarşizmdir. Anarşizm, aslında yekpare veya monolotik bir görüş ya da ideoloji değildir. Onun içinde, farklı anarşizmlerden söz etmek mümkündür. Durum böyle olmakla birlikte, bütün anarşist görüşler, insanların devlete itaat etme gibi bir yükümlülükleri bulunmadığını, böyle bir yükümlülüğün insanın moral özerkliğine zarar verdiğini savunma noktasında birleşirler.” [22]
Yukarıdaki alıntıda dile getirilen anarşizmin farklı anarşizmlerden oluştuğu görüşü doğrudur. Ancak Marksizm de öyledir. Leninizm, Stalinizm, Troçkizm, Maoizm vs… Marksizmin birçok farklı biçimi vardır. Bunların hepsi de kendilerinin gerçek Marksizm olduğunu iddia ederken, bazılarını sapma olarak görürler.

Marksizm ile anarşist komünizmin ütopyaları aynı yere çıkar. Bu iki toplumsal düşünce teorisi, farklı yollardan oraya varmayı arzularlar; ancak sonuç olarak aynı yere varmayı hedeflerler. Bu ütopya, eşitlikçi, sınıfsız, sömürüsüz bir özgür toplum yaratma isteminden kaynaklanır. Burada ütopyayı olumsuz anlamıyla yani gerçekçi olmayan, ulaşılmaz olarak değil de, insanın kendi kendisini sınırsız bir şekilde geliştirebilmesinin olanağı olarak ele alıyorum.

İşte tam da bu noktada Anarşizmin diğer tüm dünya görüşlerinden ayrılan ve devleti tümüyle reddeden tek ve en büyük düşünce akımı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü diğer tüm görüşler, güvenlik, istikrar, denetim, disiplin, güç vb… gibi çeşitli nedenlerle devlet’i vazgeçilmez, -en azından bir dönem için vazgeçilmez bulurlar; anarşizm hariç. Bu noktada Anarşizm düşünce tarihinde bir devrim yapmıştır. Çünkü diğer tüm görüşler devlet noktasında tıkanmışlardır.

Devletin olduğu yerde eşitlik, özgürlük olmamıştır tarihsel olarak, olamaz da. Bu nedenle gerçek özgürlük ve eşitliği hemen hiç vakit geçirmeden, yan yollara sapmadan isteyen tek görüş Anarşizmdir.

Ancak anarşizmin de sorunları yok değildir. Örneğin günümüzdeki devlet yapısı -ulus devlet hâlâ güçlü olmakla birlikte- 19. yüzyıl devlet yapısından farklıdır. İktidar ağları, teknik ve mekanizmaları da gelişmiştir. Bu noktada iktidar kavramını yeniden tanımlamaya ve Foucault’nun dikkat çektiği gibi yeni bir hakikat söylemi oluşturmaya ihtiyaç vardır. Ayrıca günümüzde sınıfların da giderek ortadan kalkması ve otomasyona yönelimin hızı da bu noktada değerlendirilmelidir özgür topluma giden yolda.

Bütün bunları yeniden ele alıp yorumlamak ve özgür topluma giden yolu bulmak gereklidir.

Erol Anar

Sürecek…

Yazının birinci bölümü için buraya tıklayınız.
Yazının ikinci bölümü için buraya tıklayınız.

Dipnotlar


[1] Hegel , Grundlinien der Fhilokophie -dek Rechts, hrsg . vo n Georg Lasson, 3. Auifl-, iLeipafcg 1930, § 272 Zus. Akt: Hegel’in Devlet Felsefesi, Macit Gokturk, dergipark.

[2] Saul Newman: Bakunin’den Lacan’a, Ayrıntı Yayınları, Birinci Basım: 2006, İstanbul, sayfa 45.

[3] Georg Wilhelm Friedrich Hegel, The Philosophy of Right, çev. T. M. Knox (Chicago: Encyclopaedia Britannica, 1 952), s. 1 55-1 56; akt: Newman:2006, 46.

[4] Heywood: Siyaset, sayfa 131-132.

[5] Heywood, age, sayfa 140-141.

[6] Kropotkin: Bir İsyancının Sözleri, sayfa 25.

[7] Daniel Guerin: Anarşizm, sayfa 15.

[8] Akt: Noam Chomsky: Anarşizm Üzerine, sayfa XV.

[9] Noam Chomsky: Anarşizm Uzerine, sayfa 48.

[10] Noam Chomsky, age, sayfa XV.

[11] Guerin, age, sayfa 16.

[12] Guerin, age, sayfa 17.

[13] Guerin, age, sayfa 18.

[14] Guerin, age, sayfa 25.

[15] Guerin, age, sayfa 27.

[16] Guerin, age, sayfa 48.

[17] Mikhail Bakunin, Marxism, Freedom and the State, çev. K. J. Kenafick (Londra: Freedom Press, 1 950), s. 49. [“Marksizm, Özgürlük ve Devlet”, Tanri ve Devlet içinde, çev. : Sinan Ergün, Öteki Yay., 1 999.) Akt: Saul Newman, Bakunin’den Lacan’a, sayfa 49.

[18] Georges Politzer: Felsefenin Temel İlkeleri, sayfa 452.

[19] Georges Politzer, age, sayfa 452.

[20] Saul Newman, age, sayfa 52.

[21] Max Stirner: Biricik ve Mülkiyeti, sayfa 136.

[22] Devlet ve Anarşizm, Yeni Felsefe, http://www.yenifelsefe.com

Bu Yazı Dizisinin Kaynakları:

Andrew Heywood: Siyaset, BB101 Yayınları, 19. Baskı, Kasım 2018.

Andrew Heywood: Siyasetin Temel Kavramları, Adres Yayınları, 1. Baskı: Kasım 2012, İstanbul.

Andrew Heywood: Siyasi İdeolojiler,

Aristoteles: Politika, Çeviren: Mete Tunçay, Birinci Basım – Nisan 1975.

Bozkurt Güvenç: İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, 3. Basım, 1979.

Crispin Sartwell: Edepsizlik-Anarşi-Gerçeklik, Ayrıntı Yayınları, 2.Baskı – 2015,  İstanbul.

Devlet ve Anarşizm, Yeni Felsefe, http://www.yenifelsefe.com

Encyclopedia Britannica.

Erksin Güleç, Ferhat Kaya: “İnsan Nasıl İnsan Oldu”, Ankara Üniversitesi,

Étienne de la Boétie: Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev; İmge Yayınları , 3. Baskı: Kasım 2011, Ankara.

Frans de Waal: “İçimizdeki Maymun: Biz Neden Biziz?”, Metis Bilim Yayınları , Birinci Basim: Eylül 2008, İstanbul.

Franz Mehring: Karl Marx, 1. Cilt, sayfa  25-26

George Crowder: Klasik Anarşizm, Öteki Yayınevi, 1999, Ankara.

Georges Politzer: Felsefenin Temel İlkeleri, Sol Yayınları, 14. Baskı: Ekim 2000,  Ankara.

Gordon Childe: Tarihte Neler Oldu?, 5. Baskı: Kırmızı Yayınları, 2009, İstanbul.

Hegel , Grundlinien der Fhilokophie -dek Rechts, hrsg . vo n Georg Lasson, 3. Auifl-, iLeipafcg 1930, § 272 Zus. Akt: Hegel’in Devlet Felsefesi, Macit Gokturk, dergipark.

Human Evolution, wikipedi

İlk Çağlardan Günümüze Dünya Tarihi Ansiklopedisi, Karma Kitaplar, Tolga Uslubaş-Sezgin Dağ, Ekim 2007, İstanbul.

Jacob Bronowski: İnsanın Yükselişi,Türümüzün Biyolojik ve Kültürel Evrimine Renkli Bir Bakış, İkinci Baskı: Ankara 2009, Say Yayınları

Jared Diamond: İnsan Türünün Evrimi ve Geleceği, Üçüncü Şempanze, Alfa Yayınları, 1. Basım: Mayıs 2013.

Jean Jacques Rousseau: İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, İdea Yayınları, pdf.

John Stuart Mill: Hürriyet Üstüne, Liberte Yayınevi, 4. Baskı, Çeviren: M. Osman Dostel.

Jose Saramago: Körlük, Can Sanat Yayınları, Çevirmen: Aykut Erman, 31. Baskı, İstanbul.

La Fontaine: Bütün Masallar, Çeviren Sabahattin Eyüboğlu, Baskı: Ayla Ofset 1984.

M. Ilin-E. Segal: İnsan Nasıl İnsan Oldu?, Say Yayınları, 2000.

Malatesta Hayatı ve Düşünceleri, Kaos Yayınları, 14 Felsefe – Teori – Tartışma Dizisi: 4,  1. Baskı: Mayıs 1999, İstanbul.

Max Stirner: Biricik ve Mülkiyeti, Kaos Yayınları: 34, 1. Baskı: Eylül 2013, İstanbul.

Max Weber: Sosyoloji Yazıları, İletişim Yayınları, 8. baskı – Ekim 2006, İstanbul.

Metin Özbek: 50 Soruda İnsanın Tarih Öncesi Evrimi,  Bilim ve Gelecek Yayınları,2010.

Michel Foucault: İktidarın Gözü, Seçme Yazılar 4, Ayrıntı Yayınları, Üçüncü basım 2012, İstanbul.

Mihail Bakunin: Tanrı ve Devlet, Öteki Yayınevi, 1998, Ankara.

Mikhail Bakunin, Marxism, Freedom and the State, çev. K. J. Kenafick (Londra: Freedom Press, 1 950), s. 49. [“Marksizm, Özgürlük ve Devlet”, Tanri ve Devlet içinde, çev. : Sinan Ergün, Öteki Yay., 1 999.) Akt: Saul Newman, Bakunin’den Lacan’a, sayfa 49.

Noam Chomsky: Anarşizm Üzerine, Agora Kitaplığı, Birinci Basım: Ocak 2013, İstanbul.

P. Kropotkin: Anarşist Etik, e-kitap arşivi.

P. Kropotkin: Bir İsyancının Sözleri, Ayrıntı Yayınları, Birinci Basım: Ocak 2018, İstanbul, sayfa 22

P. Kropotkin: Ekmeğin Fethi, Öteki Yayınevi, 1. Baskı, epub.

Paul Avrich: Anarşist Portreler 2, Turkçesi: Osman Akınbay, Sarmal Yayınevi, Birinci baskı : Mayıs 1992, İstanbul.

Platon: Devlet, Bordo Siyah Yayınları.

Proudhon: Ondokuzuncu Yüzyılda Genel Devrim Fikri. Akt: Paul Avrich: Anarsist Portreler 2..

Richard Leakey: İnsanın Kökeni, Varlık Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.

Saul Newman: Bakunin’den Lacan’a, Ayrıntı Yayınları,  Birinci Basım: 2006, İstanbul.

‘Sosyoloji Kitabı’, Kolektif, Alfa Yayınları, 2. Basım 2017, İstanbul

State, wikipedi.

Sumer Ancient Region,  Britannica, Written By: The Editors of Encyclopaedia Britannica, www.britannica.com

When our human ancestors first walked tall, Shireen Gonzaga, February 21, 2011, https://earthsky.org

Wolpoff 1980

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!