Devlet Üzerine (1): İnsanın ve Devletin Tarihine Özet Bir Bakış

Devlet Üzerine (1): İnsanın ve Devletin Tarihine Özet Bir Bakış

Tarihin bilinen ilk devletini bir Mezopotamya uygarlığını yaratan Sümerler kurdu.

Modern insan ve yakın akrabalarının türü olan Homo türünün tarihi aşağı yukarı 3 milyon yıl önceye uzanır. Peki 3 milyon yılda yalnızca 5200 yıl devlet kurumuyla birlikte yaşayan insanlık neden yok olmadı, nasıl soyunu devam ettirebildi devlet kurumu olmadan? İnsan tarihsel varlığının 115’te 0.20’sinde devlet ile birlikte yaşamış. Yani insanlık bütün tarihinin yüzde 99.8’ini devlet kurumuna ihtiyaç duymadan yaşamış.

Devletin özünü, onun gerçekte ne olduğunu lise ve üniversite tarih ve hukuk kitaplarında olmadığı şekliyle ve farklı bir bakış açısıyla yapabildiğim ölçüde ortaya koymaya çalışacağım bu dört bölümden oluşan yazı dizisinde.

Devlet konusuna geçmeden önce kısaca, insanın insanlaşma serüvenine bakmak yararlı olacaktır düşüncesindeyim. Çünkü insanın kurduğu kurumları, yapıları, organizyonları anlamak, aynı zamanda onun tarihsel serüveni ile de ilişkilidir.

Homo Sapiens tek mevcut insan türüdür.

İnsanın ortaya çıkışı

Evrim tarihinin algılanışındaki en büyük yanılgı da insanın soyunun direkt olarak maymundan geldiği düşüncesidir. Oysa bugün antropologların ortaya koyduğu gibi insan ile maymun arasında ortak atalara sahip olmak gibi bir ortaklık vardır; ama insan ile maymun farklı yönlere giderek ayrışmış ve kendi evrimsel çizgilerini izlemişlerdir. Yani insan maymunun akrabasıdır (kuzeni), onunla aynı ortak ataya sahiptir; ama maymundan gelmemiş, maymun ile aynı kökenden türemiştir.

Şempanzenin ve insanın dahil olduğu aileler aşağı yukarı yedi milyon yıldan bu yana bağımsız ve ayrışık evrim süreçleri izledi. Ortak atayı temsil eden türlerden bazıları evrim geçirerek şempanzeyi, diğer bazıları da insan ailesinin ilk cinslerini meydana getirdi. Ortaklığımız sadece üst aile düzeyinde, üçüncü zamanın miyosen zaman dilimi içinde sınırlı kaldı.  Kısaca, şempanze insanın atası değil kuzenidir.” [1]

Şempanze insana en yakın olan maymundur, çünkü insan ile şempanze arasındaki bilimsel ölçümlerde genetik farklılık derecesi neredeyse yok denecek kadar azdır. Bu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Şempanze ile akrabalığımız kesindir. Diğer maymunlar ile de. Ama bu insanın direkt olarak maymundan geldiği tezine yol açmaz.

Homo Erectus

Homo Erectus

“Örneğin Tim White’a göre, afarensis iki kola ayrıldı; bir kol 3 ile 2 milyon yıl arasında İnsan cinsine doğru evrimleşirken, çağdaşı olan diğer İnsansılarla, genetik izolasyon başta olmak üzere, tüm köprüleri attı. Diğer kol ise kaba ve narin İnsansılara doğru gelişti. M. Wolpoff’un önerdiği modelde ise, narin yapılılardan bir kol İnsan cinsinin atası oldu. [2]

İnsan ailesinin  kökleri itibariyla aşağı yukarı 6-7 milyon yıl önce başlayan evrimi aşağı yukarı 2,5- 3 milyon yıl öncesinden itibaren “Homo” adını verdiğimiz modern insanı ve yakın atalarını içeren türün ortaya çıkışıyla birlikte yepyeni bir dönemece girmektedir. Bu noktada insan yavaş yavaş kendi evrim çizgisinde ilerlerken, diğer insansılarla (hominid) olan bağlarından da özgürleşti ve kendisini buldu.

“İnsan olağanüstü bir yaratıktır. Kendisini canlılar arasında eşsiz kılan bir dizi yeteneğe sahiptir: Diğerlerinden farklı olarak, manzarada yer alan bir figür değil, manzaranın bir şekillendiricisidir. Bedende ve zihinde doğayı keşfedendir; her kıtada yuvasını bulan değil, yuvasını yapan, her yerde yaşayabilen canlıdır.” [3]

“İnsanın Yükselişi” adlı yapıtında Bronowski böyle diyor. Dedikleri doğru da, ancak insan bunun yanısıra öyle bir savaş makinesi olan devleti yarattı ki, hem soyunu, hem de gezegeni tehlikeye soktu. Devlet insanı her an tehdit etmektedir; Büyük ulus devletlerin yöneticilerinin parmaklarının ucundaki düğmeler bir nükleer savaşa yol açıp dünyayı yok edebilir her an. İşte devlet böyle bir tehdit ve ölüm makinesidir.

“Ailemiz tarih sahnesindeki yerini geç miyosen çağda (aşağı yukarı altı milyon yıl önce) alırken birçok cins ve tür farklı iklimler ve geniş bir coğrafyada karşımıza çıkıyor. Ailemizin ilk temsilcileri, Afrika’nın doğu ve kuzeydoğusundaki ormanlık alanlara etkin bir uyum gerçekleştirmiş hominid’lerdi.” [4]

Bronowski, eski bulgulara göre, iki milyon yıldan fazla bir süre önce, insanın bilinen ilk atasının, modern insanın ayağından neredeyse ayırt edilemeyecek bir ayakla yürüdüğünü dile getiriyor.[5]

Ama yeni fosil keşiflerine göre insanın ayağa kalkarak dik yürümesi 3 milyon yıldan daha fazla öteye uzanabiliyor.

“3.2 milyon yaşında, erken bir insan atadan alınan fosil ayak kemiği, insanın evrimi hakkındaki anlayışımızı derinden değiştirebilir. Etiyopya, Hadar’da keşfedilen 3.2 milyon yaşında, erken bir insan atadan alınan fosil ayak kemiği,  Australopithecus Afarensis adlı bir türe ait olan bu insanın dik yürüyen ilk insan atası olabileceğine dair çarpıcı kanıtlar getiriyor.” [6]

İnsanın ayağa kalkışı onun insanlaşma serüveninde bir devrimdir. Bu keşiften önce ilk ayağa kalkan insan simgesi olarak “Lucy” adlı fosil gösterilirdi. Ayağa kalkan insan ellerini özgürleşti ve onun dik yürümesi (bipedalizm) beyin hacminin de büyümesini sağlayan ana etken oldu aynı zamanda. Yani ayağa kalkış insanın hem fiziksel, hem de düşünsel evriminde bir devrim noktası oldu.

Devletin ortaya çıkışı

İnsanın insanlaşması sürecinde, insan kendisini ve doğayı dönüştürürken, kendisi de bir hayvan kökenli olmasına karşın giderek diğer hayvanlardan da farklılaştı. Bu farklılaşma sonucunda soyut düşünebilme yetisini geliştirdi ve hayvanlarda olmayan kurumları da yarattı. İnsanın yarattığı en önemli kurumların başında devlet gelir. Çünkü devlet insanlık tarihinin az bir bölümünü kapsasa da, insanın insan üzerindeki egemenlik, sömürü ve baskısının politik bir aracı, aygıtı haline de dönüştü.

Paleolitik dönemin uzun tarihinden sonra, insanlık Neolitik döneme geçiş yaptı, bu da aşağı yukarı M.Ö. 8 bin ile  4500 yılları arasındaki bir dönemi kapsar.

İşte bu Neolitik dönemde pek çok şey değişti insan için, birbiri ardına devrimler oluştu ve tarıma geçiş yapan insanlık, böylelikle yerleşik bir hayata da adım atmış oldu.

Bu insanlık tarihinde bugüne dek süregelen bir etki gösterdi.  Bu dönemde özellikle nehir ve ırmak kenarlarında ilk köy benzeri yerleşimler kuruldu. Ve aynı zamanda bazı hayvanların evcilleştirilmesi de başladı. Dilin de yavaş yavaş bu dönemde ortaya çıkmaya başladığı kabul edilir. Yazı da kullanılmaya başlandı Sümerler tarafından, günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce. Bu da aşağı yukarı bilinen ilk devletin ortaya çıktığı tarihtir, yine Sümerlerde. Böylece yazının icat edilişinin devlet kurmak için ne kadar önemli olduğunu görürürüz. Çünkü bir devlet için en önemli şey yazılı belgeler, kayıtlar ve kararlardır. Devlet bir kayıt etme sistemidir aynı zamanda.

Daha sonraları Mezopotamya, Mısır, Çin. Ve dünyanın başka yerlerinde büyük uygarlıklar ortaya çıkarken, ilk şehir devletleri de doğmaya başlamıştı.

Daha sonraları merkezi bir devlet kurma yönünde gelişmelere tanık oluyoruz Çin’de.

“Shang hanedanı. Sarı Irmak vadisinde egemenlik kurmuş bazı derebeylerini yönetimi altına almış ve Çin’de ilk kez birleşik bir devlet ve kültür yaratmayı başarmıştı. Seramikçiliğin de geliştiği, yazının belirli biçimlere döküldüğü (asıl şaşırtıcı olan, seramik ve bronz üzerindeki kaligrafidir) bu çağ, her yönüyle, bir oluşum çağıydı.” [7]

Neolitik dönem

Tarım devrimi ile dünya yerleşik hayata geçerken büyük ölçüde aynı zamanda mülkiyetin de korunması amacıyla bunu koruyacak güce ihtiyaç duyuldu. Çünkü artık kaybedecek şeyi olan insanlar vardı. Aynen Jean Jacques Rousseau’nun dediği gibi oldu. Birisi bir toprağın etrafını çitle çevirdi ve ‘Burası benimdir.’ dedi. İşte bütün savaşların sebebi de bu oldu.

Aslında bu durdurulamaz bir süreçti toplumsal bir süreç. Geç Neolitik dönemi izleyen maden devrinde ise devletin gücü pekişti. Savaşlar devletlerin artık birincil yaşam ve ölüm alanıydı. İzleyen çağlarda birçok devlet kanla kurulacak ve kanla yıkılacaktı. Ve özel mülkiyet, böylelikle onu koruyacak kurumları da yavaş yavaş ortaya çıkarmak durumundaydı. Özel mülkiyeti koruyup, sınıfsal eşitsizliklere sahip bir toplumda güç uygulayarak var olan durumun devamını sağlayacak kurum ise devletti. Ve devlet işte böyle bir durumda ortaya çıktı. Ve bu şehir devletleri giderek merkezi devletlere dönüştüler. Otorite ve iktidar merkezileşti ve halk artık devlete boyun eğmek, ona vergi vermek ve var olan eşitsizlik üzerine kurulu sistemi kabul etmek durumundaydı.

Devlet bir savaş aygıtıydı aynı zamanda. İşgal, savaş onun kendini ifade etme tarzıydı, bunun üzerinde yükseliyordu.

Sümer uygarlığı

Sümer devleti

Dünya’nın bilinen en eski uygarlığı kabul edilen bir Mezopotamya uygarlığını yaratan Sümerler, aşağı yukarı M.Ö. 4500 – M.Ö. 1900 yılları arasında Irak’ın güneyinde (Güney Mezopotamya) yerleşik olan, medeniyetin beşiği olarak bilinen coğrafi bölgedeki yerleşiklerdi.

Britannica Ansiklopedisi, M.Ö. 3000’de, ülkenin en az 12 ayrı şehir devletinin bölgesi oldugunu ve bu devletlerin her biri duvarlı bir şehir ve çevresindeki köy ve topraklardan oluştuğunu ve ancak çeşitli şehir devletleri arasındaki rekabet arttıkça, her birinin krallık kurumunu benimsediğini yazar. [8]

Şehir devletlerinden merkezi ulus devlete bir evrim çizgisi izleyen devletin aşağı yukarı 5200 yıl önce ortaya çıktığı kabul edilir. Bu noktada Neolitik devrimle birlikte yerleşik hayata geçildikten sonra giderek yazının icadı , özel mülkiyetin ortaya çıkışı, şehirlerin büyümesi, daha sonraları ise buna paralel olarak devlet ortaya çıktı.

Sümerler, Mezopotamya’da tarihin en eski devletini kuran eski bir kavimdir. Milattan önceki yüzyıllarda  bölgeye gelerek, dördüncü bin yıl içinde devlet kurdular. Sümerler on bir şehir devleti kurdu. En meşhurları Kiş, Lagaş, Mari…

“Ur, Uruk’tur. Her sitenin bir reisi vardı. Siteler; muhtar, bağımsız, konfederasyon idaresine sahipti. İlk Sümer Devleti, M.Ö. 3200-2800 yıllarında hakimiyet sürdü. M.Ö. dördüncü bin yılda kurulup, üçüncü bin yıl içinde Akkadlı Sargan Hanedanı tarafından yıkıldı. Sümerlerde, şehir devletlerinin başında aynı zamanda din adamı da olan ‘Patesi’ denilen bir reis bulunurdu. Siteler, konfederasyon sistemiyle idare edilirdi.” [9]

Tarihin bilinen ilk devletini kuran Sümerlerin tarihi bugünden 6500 yıl önceye dayanır. Devletin tarihi ise 5 bin yıldan biraz fazladır sadece. Modern devlet ise 16. yüzyılda ortaya çıkmıştır.

Modern insan olan Homo Sapiens’in tarihi ise son bulgulara göre 300 bin yıldan fazladır. İnsanlığın kökeni ise daha öncelere dayanır ve insanın atasının maymunlardan ayrılması ise 6-7 milyon önceye dayanır. Yani insan türünün kökleri 6-7 milyon yıla uzanır. Modern insan ve yakın akrabalarının türü olan Homo türünün tarihi aşağı yukarı 3 milyon yıl önceye uzanır.

Peki 7 milyon yılda yalnızca 5200 yıl devlet kurumuyla birlikte  yaşayan insanlık neden yok olmadı, nasıl soyunu devam ettirebildi devlet kurumu olmadan? Yani insan  tarihsel varlığının 134’te 0.1’inde devlet ile birlikte yaşamış. İnsanlık bütün tarihinin yüzde 99.9’unu devlet kurumuna ihtiyaç duymadan yaşamış. Bu da “Devletsiz olmaz, insan devletsiz yaşayamaz, herkes birbirini öldürür.”  diyenlerin tezlerinin hiç de doğru olmadığını gösteriyor. Öyle olsaydı insan soyu tükenir ve günümüze ulaşmazdı.

Yani devletsiz, özgür, komünal bir yaşam mümkünmüş tarihe baktığımızda bunu görebiliyoruz. Meğerse bu bir ütopya değil, bir tarihsel gerçekmiş.

“O geçmişte kaldı, şimdi böyle bir dünya yok, devletlerin dünyası var.” diyenler olabilir. Ama ben hâlâ sınıfsız, sömürüsüz, özel mülkiyetin ve devletlerin olmadığı özgür bir toplumun gerçekleşme olasılığına inananlardanım. İnsanlık milyonlarca yıl devlet ve özel mülkiyet olmadan yaşamışsa, bunu bugün ve gelecekte de yapabilir. Üstelik daha iyi yapabilir.

Gordon Childe, devletin yazılı tarih döneminin başlarında ortaya çıktığını, fakat devletin, “tahıl kralı” ve savaş şefi niteliklerini kendisinde birleştirmiş olabilecek tek bir “şehir yöneticisi”nin ya da kralın kişiliğinde somutlaştığını yazar. Childe, ayrıca daha sonraki tarihlerde yaşayan Sümer yazıcıları krallığın efsanevi Tufan’dan, İbrani geleneğindeki Nuh tufanından binlerce yıl önce göklerden indiğini uydurduklarına da değinerek, Sümer ve Akad ülkesinin, M.Ö. 2400’e kadar her zaman ve bu tarihten sonra M.Ö. 1800’e kadar çoğu kez, yabancı ticaret malları, endüstri ürünleri ve zanaatçıların hünerleri için, bunların en iyi karşılıkları ödeyen yerlere akabilecekleri pazarlar olan çok sayıda bağımsız şehir-devletine bölündüğünü dile getirir. [10]

“Mısır, Asya, Akdeniz kıyıları, Orta Avrupa, birbiri ardınca tarihsel gelişmenin ocağı oldular,” diye yazıyordu Kropotkin. “Ve her seferinde, gelişme, ilkel komünal toplum aşamasından başlıyor, sonra köy toplumuna, sonra özgür kentlere ve en sonra her şeyin donup kaldığı devlet dönemine geçiliyor.” [11] der Kropotkin.

Devletler kan, işgal ve savaş üzerine kurulurlar genelde. Kan ve şiddet üzerine kurulup, aynı şekilde yıkılmayan kaç devlet vardır tarihte?

Merkezi politik devletlerin ortaya çıkıp gelişmesiyle birlikte, savaşların, işgallerin ve öldürülen insanların sayısı da inanılmaz ölçülerde arttı. Burada başka bir gerçek de merkezi politik devletlerin, ulus devletlere dönüşmesi insan popülasyonunu da arttırdı.

“Sonuç olarak, hâlâ avcı toplayıcı olduğumuz M.Ö. 10.000 civarında dünyadaki insan popülasyonu on milyon kadarken bugün altı milyar civarındadır. Merkezi devletlerin ortaya çıkması için yoğun popülasyon bir gerekliliktir. Bu popülasyonlar aynı zamanda, maruz kalan popülasyonlarin direnç evrimleştirmesine fakat diğerlerinin bunu yapamamasına neden olan  bulaşıcı hastalıkların evrimini de teşvik etmiştir. Tüm bu etkenler kimin kimi fethedeceğini ve kolonileştireceğini belirlemektedir.” [12]

2019 Haziran ayı itibarıyla 7,2 milyar nüfusa sahip insanlık.

“Özetlenirse, kültür kavramının sınırları, en küçük bir köy yerleşmesinden, milli bir ülkenin üyesi bulunduğu geniş birlikleri  içine alacak bölgelere kadar değişebilir. İçinde bulunduğumuz ‘milli devlet’ döneminde, milli devlet ülküsü ve çeşitli milliyetçilik akımları, milli kültürü, milli sınırlarla çakışan bir senteze doğru götürmektedir.” [13]

İlk şehir devletlerinden günümüzün ulus devletinlerine kadar, bölgesel kültürler, ulusal kültür olarak adlandırılarak aslında onlar sınırlandırıldı ve kültürler üzerinde ulus devlet olarak bir baskı aracına da dönüştü aynı zamanda. Ulus devlet kendisine ait olmadığını düşündüğü kültürleri baskı altına aldı, yok etti ya da asimile etmeye yöneldi. Bu noktada modern devletin merkeziyetçi ulusal özelliği kültürler üzerinde bir baskı aracına da dönüştürdü onu.

Tarihe baktığımızda devletlerin tarihinin fetih ve işgaller tarihi olduğunu da görebiliriz.

Kropotkin de devletin bu yönüne vurgu yaparak, “devlet’ten söz edenin ‘savaş’tan söz ettiğini” söyler. [14]

İnsanlığın sadece son 5 bin yılında ölenler, milyonlarca yıla uzanan bundan önceki tarihinde ölenlerden çok daha fazladır. Bunun en önemli nedenlerinden birisi de devletlerdir. Elbette bunda nüfusun artışı, savaş teknolojilerinin gelişimi de birer etkendir, ama ana etken bir işgal, fetih ve şiddet aracı olan modern devlet makinesidir.

Ulus devletlerle birlikte, devlet artık “ulusun çıkarlarının ve varlığının” da simgesi haline geldi modern dünyada. Ulusların arasında paylaşımlar, fetihler, işgaller, arttı. İnsanlığın uluslara ayrışması, artık merkezi ulus devletlerin de insan türünün değil, kendi uluslarının çıkar ve geleceğini düşünmek durumunda bıraktı. Ve bu da birçok küresel ve lokal savaşların nedeni oldu.

Erol Anar

Haziran 2019

Paraná

Sürecek…

Dipnotlar:


[1] Metin Özbek: 50 Soruda İnsanın Tarih Öncesi Evrimi,  Bilim ve Gelecek Yayınları, 2010, sayfa 59-64.

[2] Wolpoff 1980. (evrimteorisi.org)

[3] Jacob Bronowski: İnsanın Yükselişi,Türümüzün Biyolojik ve Kültürel Evrimine Renkli Bir Bakış, İkinci Baskı: Ankara 2009, Say Yayınları, sayfa 16.

[4] Metin Özbek, age, sayfa 66

[5] Jacob Bronowski, sayfa 19.

[6] When our ancestors first walked tall, Shiren Gonzaga, february 21, 2011, earthsky.org

[7] Jacob Bronowski, age, pdf, sayfa 92. Sumer Ancient Region

[8] Sumer Ancient Region,  Britannica, Written By: The Editors of Encyclopedia Britannica, www.britannica.com

[9] İlk Çağlardan Günümüze Dünya Tarihi Ansiklopedisi, Karma Kitaplar, Tolga Üslubaş-Sezgin Dağ, Ekim 2007, İstanbul, sayfa 14.

[10] Gordon Childe: Tarihte Neler Oldu?, 5. Baskı: Kırmızı Yayınları, 2009, İstanbul, sayfa 115-117.

[11] P. Kropotkin: Ekmeğin Fethi, Öteki Yayınevi, 1. Baskı, epub, sayfa 5.

[12] Jared Diamond: İnsan Türünün Evrimi ve Geleceği, Üçüncü Şempanze, Alfa Yayınları,  1. Basım: Mayıs 2013, sayfa 273

[13] Bozkurt Güvenç: İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, 3. Basım 1979,  sayfa 117

[14] P. Kropotkin: Bir İsyancının Sözleri, Ayrıntı Yayınları, Birinci Basım: Ocak 2018, İstanbul, sayfa 22

Bu Yazı Dizisinin Kaynakları

Andrew Heywood: Siyaset, BB101 Yayınları,19. Baskı, Kasım 2018.

Andrew Heywood: Siyasetin Temel Kavramları, Adres Yayınları, 1. Baskı: Kasım 2012, Istanbul.

Bozkurt Güvenç: İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, 3. Basım, 1979.

Crispin Sartwell: Edepsizlik-Anarşi-Gerçeklik, Ayrıntı Yayınları, 2.Baskı – 2015,  İstanbul.

Devlet ve Anarşizm, Yeni Felsefe, http://www.yenifelsefe.com

Encyclopedia Britannica.

Erksin Güleç, Ferhat Kaya: “İnsan Nasıl İnsan Oldu”, Ankara Üniversitesi,

Étienne de la Boétie: Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev; İmge Yayınları, 3. Baskı: Kasım 2011, Ankara.

Frans de Waal: “İçimizdeki Maymun: Biz Neden Biziz?”, Metis Bilim Yayınları, Birinci Basım: Eylül 2008, İstanbul.

George Crowder: Klasik Anarşizm, Öteki Yayınevi, 1999, Ankara.

Gordon Childe: Tarihte Neler Oldu?, 5. Baskı: Kırmızı Yayınları, 2009, İstanbul.

Hegel , Grundlinien der Fhilokophie -dek Rechts, hrsg . vo n Georg Lasson, 3. Auifl-, iLeipafcg 1930, § 272 Zus. Akt: Hegel’in Devlet Felsefesi, Macit Göktürk, dergipark.

Human Evolution, wikipedia.

İlk Çağlardan Günümüze Dünya Tarihi Ansiklopedisi, Karma Kitaplar, Tolga Uslubaş-Sezgin Dağ, Ekim 2007, İstanbul.

Jacob Bronowski: İnsanın Yükselişi, Türümüzün Biyolojik ve Kültürel Evrimine Renkli Bir Bakış, İkinci Baskı: Ankara 2009, Say Yayınları.

Jared Diamond: İnsan Türünün Evrimi ve Geleceği, Üçüncü Şempanze, Alfa Yayınları, 1. Basım: Mayıs 2013.

Jean Jacques Rousseau: İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, İdea Yayınları, pdf.

John Stuart Mill: Hürriyet Üstüne, Liberte Yayınevi, 4. Baskı, Çeviren: M. Osman Dostel.

Jose Saramago: Körlük, Can Sanat Yayınları, Çevirmen: Aykut Erman, 31. Baskı, İstanbul.

Max Stirner: Biricik ve Mülkiyeti, Kaos Yayınları: 34, 1. Baskı: Eylül 2013, İstanbul.

Max Weber: Sosyoloji Yazıları, İletişim Yayınları, 8. baskı – Ekim 2006, İstanbul.

La Fontaine: Bütün Masallar, Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu, Baskı: Ayla Ofset 1984.

M. Ilin-E. Segal:İnsan Nasıl İnsan Oldu?, Say Yayınları, 2000.

Malatesta Hayatı ve Düşünceleri, Kaos Yayınları : 14 Felsefe – Teori – Tartışma Dizisi: 4 , 1. Baskı: Mayıs 1999, İstanbul.

Metin Özbek: 50 Soruda İnsanın Tarih Öncesi Evrimi,  Bilim ve Gelecek Yayınları, 2010.

Mihail Bakunin: Tanrı ve Devlet, Öteki Yayınevi, 1998, Ankara.

Mikhail Bakunin, Marxism, Freedom and the State, çev. K. J. Kenafick (Londra: Freedom Press, 1 950), s. 49. [“Marksizm, Özgürlük ve Devlet”, Tanrı ve Devlet içinde, çev. : Sinan Ergün, Öteki Yay., 1 999.) Akt: Saul Newman, Bakunin’den Lacan’a, sayfa 49.

P. Kropotkin: Anarşist Etik, e-kitap arşivi.

P. Kropotkin: Bir İsyancının Sözleri, Ayrıntı Yayınları, Birinci Basım: Ocak 2018, İstanbul.

P. Kropotkin: Ekmeğin Fethi, Öteki Yayınevi, 1. Baskı, epub.

Paul Avrich: Anarşist Portreler 2, Türkçesi: Osman Akınbay, Sarmal Yayınevi, Birinci Baskı : Mayıs 1992, İstanbul.

Proudhon: Ondokuzuncu Yüzyılda Genel Devrim Fikri. Akt: Paul Avrich: Anarşist Portreler 2.

Richard Leakey: İnsanın Kökeni, Varlık Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.

Saul Newman: Bakunin’den Lacan’a, Ayrıntı Yayınları,  Birinci basım 2006, İstanbul.

‘Sosyoloji Kitabı’, Kolektif, Alfa Yayınları, 2. Basım 2017, İstanbul,

State, wikipedi.

Sumer Ancient Region,  Britannica, Written By: The Editors of Encyclopaedia Britannica, www.britannica.com

When our human ancestors first walked tall, Shireen Gonzaga, February 21, 2011, https://earthsky.org

Wolpoff 1980

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!