Tek Tabanca Olmak Özgürlüktür

Tek Tabanca Olmak Özgürlüktür

Kişinin, gerçeği ve hakikati dile getirmesi için, herhangi bir yere kendi iradesini vermemesi gerekir. Tek tabanca olmak zordur dediğim gibi, ama aynı zamanda özgürlüktür. Çünkü artık sizin için eleştirilemez, kutsal ne bir kişi, ne bir inanç, ne bir ideoloji vardır; kendiniz de dahil herkesi ve her şeyi rahatlıkla eleştirebilirsiniz. Kendimi entelektüel olarak gördüğümden değil, ama bir entelektüelin en önemli ihtiyacı da budur.

Eğer bir yere sırtınızı dayarsanız, -bir gruba, topluluğa, siyasal partiye, ideolojiye, bir çevreye, mahalleye- ve içinde bulunduğunuz yerin hatalarını eksikliklerini görmezden gelirseniz, bunları açıkça ortaya koymazsanız gül gibi yaşayıp gidersiniz ve bu ortam içinde çok fazla bir sorununuz da olmaz. Hatta sizi destekleyecek kişiler ve kurumlar olur hayatınızda. Verdiğiniz imaj ise sizi bir ömür boyu idare eder.

Hiç düşünmenize, düşünce üretmenize de gerek kalmaz. Sizden istenen düşünmeniz değil, itaat etmenizdir. İşte bunun için Erich Fromm şöyle der:

“Çoğu toplumsal sistemlerde itaat en yüksek erdem, itaatsizlik ise en büyük suçtur.”[i]

Dinlerde, ideolojilerde, inançlarda, totaliter rejimlerde itaatsizlik en büyük suçtur Fromm’un dediği gibi.

Ama eğer gerçeğe, hakikate, doğruya tutkunsanız yanılsamaya değil, işte o zaman hayat sizin için zordur. Gerçek ve hakikatler üzerine kurulu bir hayata kendinizi adamışsanız, işte o zaman içinde bulunduğunuz yerin de yanlışlarını görürsünüz ve kendinizi tek bir şeyi gerçeğe, hakikate ait hissedersiniz.

Ben buna tek tabanca olmak diyorum. Bir insan kendisini tek tabanca olarak hissettiğinde, hiçbir yere sırtını yaslama gereği de duymaz. O kendi ayaklarının üzerinde, kendi gücüyle var olur, gücü kadar.

“Gelecekte sadece söylediklerinin doğru olmasına değil, konuştuğun kimsenin bu doğruya katlanabilecek olmasına da dikkat et.” der Foucault.[ii]

İşte insanların çoğu bu nedenle doğruyu, hakikati dile getirmekten kaçınırlar. Çünkü doğru ve hakikatin, gerçeğin herkesi rahatsız edeceğini yaşayarak öğrenmişlerdir, çoğu sessiz kalmayı, yalanları yutmayı tercih eder bir hap gibi bu yüzden.

Bundan dolayı hayatım boyunca bir yere sırtımı dayama isteği ve endişesi duymadım gönüllü olarak bazı sivil toplum örgütlerinde belirli süre gönüllü olarak çalıştım, ezilenlere, hak ihlaline uğrayanlara destek oldum kendi çapımda.  Bir partiye üye olarak, kendi köleliğime imza atmadım. Sonra tek başına, tek tabanca olarak kendimi yazmaya, çizmeye ve hak ve özgürlükleri savunmaya adadım.

Geldiğim noktada da hiçbir gruba, çevreye, kuruma, mahalleye üye ya da taraftar değilim. Bağımsız, kendi yolunda ilerleyen ve kendi hakikatini görmek isteyen bir yazarım sadece.

örgütsüzlüğü savunmuyorum, ama yeni bir örgütlenme biçimini savunuyorum: Doğrudan demokrasinin geçerli olduğu, bireylerin kendilerini üzerilerinde hiçbir “mahalle baskısı” olmaksızın özgürce ifade edebildikleri, yöneticilerin olmadığı dikey olmayan, yatay bir örgütlenme biçimi. Herkesin eşit olduğu, aşağısının yukarısının olmadığı bir örgütlenme biçimi bu.

Dolayısıyla tek tabanca olmak zordur, ama tek tabanca olarak ayakta durabildiğinizde ise sizi hiç kimse ve hiçbir şey yıkamaz. Çünkü artık siz herkesi, her şeyi eleştirebilme gücüne sahip olursunuz ve hiç kimseye hesap verecek bir hesabınız da yoktur. En büyük özgürlük budur, düşüncesini özgürce ortaya koyabilmek, otosansür yapmamak. Tek bir ölçütünüz vardır: Ezilenlerden yana olmak. Onun dışında hiçbir partiye, gruba, ideolojiye, cemaate minnet borcunuz yoktur, çünkü kendinizi kendi tırnaklarınızla var etmişsinizdir.

Entelektüel bir insan ezilenlerden yana, ama tek tabanca olmalıdır bence: Hiçbir siyasal partinin, ideolojinin, cemaatin, grubun emir eri olmamalıdır diye düşünüyorum. Çünkü o nesnel olarak gerçeği, hakikati dile getirmelidir, bu gerçek ve hakikat kimi acıtırsa acıtsın.

Gerçeği ve hakikati dile getirmek ise tam bir bağımsızlık ister.

Entelektüel bir partiye hizmet ettiğinde, o artık entelektüel vasfını yitirmiştir. Çünkü var olan yanlış örgütlenme tarzlarıyla kurumlar, ideolojiler,  partiler insanı köleleştirme ve bireyin özgünlüğünü yok etme üzerine temellenmiştir.

Erich Fromm yine bu durum için şöyle der: “Örgüt adamı itaatsizlik etkisini kaybetmiştir ve itaat ettiğinin bile farkında değildir.” [iii]

Sizden istenilen tek şey vardır: Grubun, partinin, ideolojinin isteği olarak sesinizi kesmeniz, eleştiri yapmamanız ve itaat etmeniz. Bunun dışında gül gibi geçinip gidersiniz, içeride kimseyle de bir sorununuz olmaz. Ama işte gerçekten ve hakikatten uzaklaşmış ve yanılsamalarla, hayallerle dolu bir hayat yaşarsınız. Çünkü gerçeği, hakikati taşımak zordur. Onun için insanların çoğu gerçekten ve hakikatten uzaklaşır ve yanılsamalarla dolu bir hayat yaşar ve kendilerini kandırmaktan başka bir şey yapmazlar.

Çünkü ister kapitalist ister “sosyalist” adı ne olursa olsun günümüzde örgütlenme biçimleri yukarıdan aşağıya, hiyerarşik, elitist ve anti demokratiktir özünde. Bu içinde gerçek doğrudan demokrasiyi barındırmayan, elitler yaratan, hiyerarşik ve temsili yapı, kendi içinde de bireyin özgün ruhunu yok eden, onu  yapı içinde dahi herhangi bir gruba, hizibe dahil olmaya zorlayan bir anlayıştır.

İşte dediğim gibi tek tabanca olmak zordur. Çünkü tek tabanca olmak, aynı zamanda kendi ayağının üzerinde durmayı, kimseye minnet etmemeyi, bütün dünyaya yeri geldiğinde tek başına meydan okumayı gerektirir. Bunu yapabilecek güce sahip olmayı gerektirir, çünkü gerçeği ortaya koymak, hayata meydan okumaktır. İşte toplumun %99.9’unun yapmadığı şey de budur.

İnsanların çoğu gerçeğin farkındadır oysa, ama kendilerini kandırmak ve içinde bulundukları durumun felsefesini yapmak durumundadırlar kendileri açısından. Bir süre sonra ise gerçeği, hakikatleri tamamen unutur ve siyasal iktidarların, ideolojilerin, dinlerin, inançların, grupların, partilerin manipülasyonlarına kendilerini inandırırlar. Artık gerçeği tamamen unutmuş ve sahte bir gerçekliğin ardındadırlar. Gerçek farkındalığı da kaybolmuştur giderek.

Bu durum aslında tam da Foucault’nun gündeme getirdiği gerçekliğe uyar:

“Zira kendini kandırma halini ortadan kaldırma ile zihnin sürekliliğini sağlama ve sürdürme, birbirine bağlı iki etik—ahlâki etkinliktir. Kim ya da ne olduğunu bilmeni engelleyen kendini kandırma haliyle seni bir düşünceden, duygudan ya da kanıdan diğerine geçmeye zorlayan o düşünce, duygu ve kanı değişimleri, bu bağlantının ispatıdır.”[iv]

Bu noktada bence Foucault’nun altını çizdiği “zihnin sürekliliğini sağlama ve sürdürme” konusuna, aynı zamanda “bedenin ve ihtiyaçlarının sürekliğini sağlama ve sürdürme” de eklenebilir. Çünkü birey, kendini kandırma ihtiyacını, içinde bulunduğu durumun felsefesini oluşturma zorunluluğuna dönüştürmektedir.

Gerçek, hakikat ve doğruyu dile getirmenin ne kadar zor olduğunu görmek için tarihe bakmak yeterlidir. Bu muhalif yapılarda da böyledir. Hiçbir fark yoktur, çünkü onlar da siyasal iktidarları ve sistemi taklit ederler ister istemez. Çünkü anlayışları bunun üzerine şekillenmiştir. Peki düşünce ve ifade özgürlüğü, bireyin hakları? Bunlar kimsenin derdi değildir gerçekte.

Kişinin, gerçeği ve hakikati dile getirmesi için, herhangi bir yere kendi iradesini vermemesi gerekir. Tek tabanca olmak zordur dediğim gibi, ama aynı zamanda özgürlüktür. Çünkü artık sizin için eleştirilemez, kutsal ne bir kişi, ne bir inanç, ne bir ideoloji vardır, kendiniz de dahil herkesi ve her şeyi rahatlıkla eleştirebilirsiniz. Kendimi entelektüel olarak gördüğümden değil, ama bir entelektüelin en önemli ihtiyacı da budur.

Erol Anar

3 Ocak 2019

Santa Catarina

Dipnotlar:

[i] Erich Fromm: “İtaatsizlik Üzerine Denemeler”, Yaprak Yayınları, İstanbul, 1987, sayfa 15.

[ii] Michel Foucault: Doğruyu Söylemek, Ayrıntı Yayınları, 3. Baskı: 2012, İstanbul, sayfa 115.

[iii] Fromm, age, sayfa 15.

[iv] Foucault, age, sayfa 108.

2 thoughts on “Tek Tabanca Olmak Özgürlüktür

  1. “örgütsüzlüğü savunmuyorum, ama yeni bir örgütlenme biçimini savunuyorum: Doğrudan demokrasinin geçerli olduğu, bireylerin kendilerini üzerlerinde hiçbir “mahalle baskısı” olmaksızın özgürce ifade edebildikleri, yöneticilerin olmadığı bir dikey olmayan örgütlenme biçimi. Herkesin eşit olduğu, aşağısının yukarısının olmadığı bir örgütlenme biçimi bu.”

    Bu tespitinize katılıyorum. Böyle bir örgütlenmenin hayata geçirilebilmesi için de eşit, aktif, özne bireylerden oluşmuş toplum veya topluluğa ihtiyaç var ki eldeki malzemenin buna çok uygun olmadığı ortada ancak her şeye rağmen 21.yüzyıl demokrasisinin doğrudan demokrasi olduğuna inanıyorum

  2. Hocam eşit toplum önermenize katılmasam da, yani özünde tamemen yatay bir toplum yaratmak, farklılıkları yok sayıp herkesi aynılaştırmaktır bence, bireyin tam olarak bağımsız olabilmesi içinde bulunduğu dinden, siyasi partiden sıyrılması lazım. Çünkü içinde bulunduğu sistemde var olmak için en nihayetinde baz şeyleri görmezden gelecektir bilerek ya da bilmeyerek. Hâlbuki bir yere bağlı olmayan kişinin bir yere verecek ne hesabı vardır ne de eleştirdiği kitle tarafında dışarı atılma korkusu vardır.
    Tek tabanca olarak sizi çok iyi anlıyorum.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!