Yapabileceğimiz İlk Devrim Uyumsuzluktur

Yapabileceğimiz İlk Devrim Uyumsuzluktur

Aslında toplumla, iktidarlarla ne kadar uyumsuz olursak bir o kadar kendimiz olma, kendimizle uyumlu olma şansımız vardır. Çünkü siyasal iktidarlarla ve başka iktidar biçimleriyle, toplumla uyumlu olduğumuzda, tabulara, egemen inanç ve düşüncelere, liderlere, sisteme de bir o kadar tapınırız ve kendimizden başka bir şeye dönüşürüz.

Önce olduğunu sandığın şey her neyse onu reddet. Kendini yeni baştan sıfırdan oluştur.  Çünkü sen o değilsin, o bir imaj yalnızca. Hep bir şeyler olmaya doğru çaba gösterdin, ya da imajla öyle olduğunu göstermeye. Ama esas olan belki de asıl devrimdir. O da şudur:

“Bugünkü hedef belki de ne olduğumuzu keşfetmek değil, olduğumuz şeyi reddetmektir.”[1] diyor Foucault.

Katılıyorum, ama buradaki problem şu bence: Çoğu insan ne olduğunu bilmiyor. Kendisini kendi gözünden değil; çevresinin, toplumun gözünden görmeye çalışıyor. Ve aslında hiç kendisini göremeden, kendi hakkında bir fikir sahibi bile olamadan hayat serüvenini tamamlıyor. Yani kendisinin ne olduğunu bilmeyen kişi, neyi reddedeceğini de bilemeyecektir.

Çünkü olduğumuzu düşündüğümüz şey, aslında olmadığımız, olamadığımız, ama kendimizi kandırdığımız şeydir. O bir sahte imajdan ibarettir çoğunlukla. Önce sahte imajı reddetmek, gerçeğe giden yolun başlangıcıdır.

Kendisini bir aziz gibi gören, sütten çıkmış ak kaşık olduğunu düşünen ve bu nedenle kendi görüşlerini diğerlerine dayatan, kendisine aykırı her düşünceye linç psikolojisiyle saldıran bir prototip oluştu sosyal medya çağında. Sokağa çıkmamasına, risk almamasına rağmen bakıyorsunuz ondan devrimcisi, radikali yok sosyal medyada. Hayatında bir hayvana yardımcı olmamış, ama bakıyorsunuz sosyal medyada ondan merhametlisi yok; neden, çünkü iki paylaşım yaptı diye. Gerçek hayatında çevresindeki insanlara cehennemi yaşatan kişiye bakıyorsunuz sosyal medya da dünyanın en anlayışlı ve en çok empati yapan kişisi. Bir azizler çağındayız sosyal medya çağında. Sahte azizler çağında, her şey bir sahte imaja dönüşmüş. Vitrin yapıyor herkes, vitrinin arkası yani görünmeyen kısım, halının altı pislikle dolu.

“Gerçek dünyanın basit imajlara dönüştüğü yerde basit imajlar gerçek ve hipnotik bir davranışın etkili motivasyonları haline gelir.”[2]

İşte bu basit imajları, gerçek ve hipnotik davranışların etkili motivasyonlarına dönüştürme süreci, sosyal medya çağında çok hızlı bir süreci ifade eder.

Paylaşılan bir şey, bir dakika sonra anlamını yitirmiştir. İnsanlar hızla tüketirler, ve yeniden tüketime paylaşıma yönelirler. Hız, kısalık, özet ve basitlik çağıdır bu. Bir beğen butonuna basmanız ise, bu sürecin tamamlanmasına ve o paylaşımın sizin için ölmesine neden olur. Dönüp bakmazsınız bile ikinci kez. Sosyal medya çağında ikinci keze vakit yoktur, hıza ayak uydurmak durumunda bulursunuz kendinizi. Ve düşünmeye de vakit yoktur; işte bu nedenle görsel olan imaj, sözden daha çok anlam kazanmıştır.

Dünya görüşünden, inancından yüzde yüz emin olan bir insan bilimden ve gerçeklikten de o derece uzaklaşmıştır. Eğer bir şeyden yüzde yüz eminseniz, o artık bir dindir. Çünkü böylesi insanların çoğu tanık olduğum kadarıyla başkalarını yargılama ve kendi düşünce ve inançlarını dayatma eğilimine giriyorlar. Oysa hayat sürekli olarak değişen diyalektik bir ırmaktır, sürekli yeni sular taşır bize, yeni suları götürür uzaklara.

Fernando Pessoa çok sevdiğim başyapıtı olan “Huzursuzluğun Kitabı”nda şöyle der:

“Çünkü aslında sahte birer sfenksten başka bir şey değiliz ve gerçekte ne olduğumuzu bilemiyoruz. Hayata ayak uydurmamızın tek yolu, kendi kendimizle uyumsuz olmak.”[3]

Aslında toplumla, iktidarlarla ne kadar uyumsuz olursak bir o kadar kendimiz olma, kendimizle uyumlu olma şansımız vardır. Çünkü siyasal iktidarlarla ve başka iktidar biçimleriyle, toplumla uyumlu olduğumuzda, tabulara, egemen inanç ve düşüncelere, liderlere, sisteme de bir o kadar tapınırız ve kendimizden başka bir şeye dönüşürüz. Çünkü bunlar bizi kendimiz olarak kabul etmez, tam tersine kendimizden uzaklaşmamızı ve tornadan çıkmış gibi farklılıklarımızı törpüleyerek aynılaşmamızı sağlarlar.

“Uçurumun dibinde öfke kalmaz artık.”  der Ursula K. Le Guin.

Uçurumun dibinde itaat de kalmaz, orada özgürleşirsiniz. Çünkü oradan daha dibe gidecek yeriniz kalmamıştır. Belki orada, Chuck Palahniuk’un dediği yere noktaya ulaşırsınız: “Dibe vurmadan özgürleşemezsiniz.”

Öyleyse uyumsuzluk yapabileceğimiz ilk devrimdir.

Uyumsuzluk, iktidarlara, egemen düşüncelere, tabulara, egemen sistemlere, kendimize, çevremize,  her şeye. Yalnızca tek bir şeye uyum sağlayabiliriz: Doğaya. Çünkü doğa bizi kendimiz olmaya çağırmaktadır. Hayvan, doğayla uyum içinde yaşar. Yabancılaşmaz, kendisine ve çevresine. Bu yüzden insandan daha çok kendisidir hayvan. İnsan da özünde bir hayvandır, ama hayvandan farklılaşmıştır. Böylece yabancılaşma biçimlerini de aşarak, mümkün olduğunca kendimiz olma şansımız vardır. Doğaya uyum sağladığımızda, zaten uyumlu olmamız gereken kendimize de uyumlu olacağız. Yabancılaşmayı aşacağız. Böylece sevgiye, iç barışımıza,huzura, hayatın güzelliklerine de uyumlu olacağız. Yani bir denge kuracağız: uyumsuz olmamız gereken her çeşit iktidara, sisteme, para, kariyer, un arzularına, toplumsal tabulara uyumsuz, ama doğaya ve güzelliliklere uyumlu olmak. İşte hayatın dengesi budur, bunu yapabildiğimiz oranda huzura da kavuşabiliriz.

Çünkü uyumsuzluk bizi kendimize götürecek hırçın dalgalarla, akıntılarla ilerleyen bir ırmaktır. Bizi gerçek özgürlüğe, sevgiye ve barışa götürecektir sonunda bu ırmak.

Öyleyse yaşasın uyumsuzluk!

Erol Anar

4 Ocak 2019

Santa Catarina

Dipnotlar

[1] Michel Foucault: Özne ve İktidar, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 5. Basım: 2016, sayfa 11-24.

[2] Guy Debord: “Gösteri Toplumu ve Yorumlar”, Ayrıntı Yayınları, Çevirenler: Ayşen Ekmekçi-Okşan Taşkent, Birinci Basım: Şubat 1996, İstanbul, sayfa 18-19.

[3] Fernando Pessoa: ” Huzursuzluğun Kitabı”, Can Yayınları, 10. Basım: Aralık 2013, İstanbul,  sayfa 33.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!