Akdeniz Anıları (29)

Akdeniz Anıları (29)

O gece Hotel’deki son gecemdi. Öğleden sonra plaja yakın olan açık hava barına oturdum, biraz romanımı yazdım. Daha sonra düşünmeye başladım. Kaptan’a veda etmiştim o sabah. Ertesi gün Hotel’den ayrılacak ve gece de otobüse binerek Ankara’ya dönecektim. İki hafta ne kadar hızlı geçmişti. Hem de bu kısa süre içine neler sığmıştı. Hırslarıyla, aç gözlülükleriyle, küçük kurnazlıklarıyla, kederleri ve bilgelikleriyle çeşitli insanlar tanımıştım bu sürede. Hale gibi, hayal kırıklıklarına ve arayışlarına tanık olmuştum insanların. Kaptan gibi hayat tecrübesine sahip ve hırslarından kurtulmuş, hayattan artık hiçbir şey beklemeyen insanları tanımıştım.

Aslında bu iki haftalık Akdeniz seyahatim bir film bile olurdu, biraz da fanteziler katarak. Örneğin yazar roman yazmak için Akdeniz’e gider iki haftalığına. Burada hayatı değişir, önüne yeni yollar çıkar  ve yeni bir hayata başlar. Yazdığı roman önemini kaybeder, hayatın romanına dalar ve kendisi gerçek bir roman kahramanına dönüşür, kendi hayat romanının kahramanına. Kendini arayan bir yazar, bir insan. Romanın değil, hayatın önemli olduğunun farkına varır yazar.

Ve insan ruhlarının kırılganlığına da tanık olur o. İnsan ruhu bir camdan daha kolay çatlıyor, çok hassas. Tabii ki hepsininki böyle değil, çünkü çoğu insanın bir ruhu bile yok. Ya da onların bir ruhu varsa bile, onun farkında değiller; çünkü para, iktidar, kariyer sahibi olmanın peşine düşmüşler. Ve hassas insanlar hayata bir kez küstüğünde, bir kez daha yaşama sevinci ve arzusu kazanmaları çok zor oluyor.

Tam Dostoyevskilik bir roman olurdu, şu süre içinde tanıdığım insanları ve olayları yazsam. Belki olağanüstü olaylar değil, ama insan ruhunu tanımak için olağanüstü olaylara gerek yok. Önemli olan dipsiz bir uçuruma bakar gibi, insan ruhunun derinliklerine korkmadan bakabilmek, tıpkı Dostoyevski gibi.

Ama roman olmasa da, yıllar sonra retrospektif bakışla, anı olarak yazıyorum bunları, bu da güzel.

Bir anda böyle derin düşüncelerden sıyrılarak, walkman ile Edip Akbayram dinlemeye başladım oturduğum açık hava barında;

“Değmen benim gamlı yaslı gönlüme
Ben bir selvi boylu yardan
Ayrıldım, ayrıldım, ayrıldım oh
Evven bağban idim dostun bağında
Talan vurdu ayva nardan
Ayrıldım, ayrıldım, ayrıldım oh
Çok ağladım mecnun gibi çöllerde
Şirin gibi Nazlı yardan
Ayrıldım, ayrıldım, ayrıldım oh
Ferhat gibi Nazlı yardan
Ayrıldım, ayrıldım, ayrıldım oh”

***

O akşam son kez Hotel odamın balkonunda idim. Ne çabuk geçmişti iki hafta diye düşündüm tekrar. Demet’i aradım.

“Yarın gece yola çıkıyorum.”

“Ne güzel.” dedi.

“Her şey bitiyor, başladığı anda bitmiş oluyor aslında ilk saniyede. Nasıl Big Bang saniyenin trilyonda birinin trilyonda birinin trilyonda biri kadar kısa bir sürede başlayıp sona ermişse. Aynen onun gibi.” dedim.

“Garip olan şu,” dedi “bazen kötü olarak gördüğümüz bir şeyin hemen bitmesini istiyoruz, ama hemen sona ermiyor. Bazen de mutlu olduğumuz nadir anlarda, bunun bitmemesini arzu ediyoruz. Ama hemen bitiyor.” dedi Demet.

“İşin ilginç yanı ‘kötü’ ne ‘iyi’ ne? Bu da kişiye kişiye değişiyor. Hatta aynı insan bile, hayatının farklı dönemlerinde bu kavramlara farklı bakıyor. Yeri geliyor ‘iyi’ dediğimiz  bir şeyin aslında kötü olduğunu düşünürken, kötü olduğunu düşündüğümüz şeyin ise, sandığımız kadar kötü olmadığını anlıyoruz. İnsan hayatı çok karmaşık.” dedim.

Bir yudum aldım biramdan ve bir nefes çektim sigaramdan, sonra sözlerime devam ettim:

“Evet gerçekten öyle. Şimdi buradan yıldızlı gökyüzüne, evrene bakıyorum;, evrenin uzak kenarında küçücük bir toz kadar noktanın içindeyiz. Ve şaşırtıcı olan, bu devasa sonsuzlukta olduğumuzun bilincinde olmayıp, hep denildiği gibi kendimizi her şeyin merkezine koymamız.

Sevdiğim bir Romen yazar var Cioran şöyle diyor bu konuda: “Hiçten fazla olduğumuzu gösteren hiçbir şey yoktur.’

Biz bir hiçiz; hiçlikten gelmişiz, hiçliğe gidiyoruz. Her şey bir anda hiçlikten doğmuş. Eskiden derlerdi ki “Hiçbir şey vardan yok, yoktan var olmaz.” Kuantum fiziğinden sonra bu da geçersiz oldu, çünkü hiçlikten doğan ve yine ardında hiçbir iz bırakmadan yok olan parçacıkların varlığı kanıtlandı.”

Orada yıldızlı karanlık gökyüzüne bakarak kendimi kaptırmış konuşuyordum.

“Evet çok ilginç.” dedi Demet.

Sürecek

Erol Anar

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!