Akdeniz Anıları (20)

O günden sonra hotelin hemen yakınındaki plaja yakın denize sıfır restorana takılmaya başladım. Burası sessiz ve sakindi sabahları. Orada oturuyor, bir bira içerek yazıyordum. Dalga sesleri bana klasik müzikmiş gibi geliyordu. Restoranda o saatlerde balıkçı tipli, yaşlıca bir adam vardı. Yazmaya ara verdiğimde onunla sohbet ettim biraz o gün.

Tanıştık, ben kendimi tanıttım,

O da kendisine bir bira almıştı, karşılıklı bira içiyorduk hemen deniz kenarında dalga sesleriyle.

“Bana Ahmet Kaptan derler. Eskiden bir küçük balıkçı teknem vardı. Oradan kaldı bu lakap. Sonra yaşlanınca tekneyi satıp burayı aldım, yıllar oldu. İşte burada yaşayıp gidiyoruz. Bak sen roman yazıyormuşsun, bende ne romanlar, ne acılar yazılmamış. Ben de keşke senin gibi yazmayı bilseydim, çok romanlar çıkardı benden. Hem de hepsi yaşanmış gerçek hikâyelerden. Ne insanlar tanıdım.”

Bir sigara tuttum Kaptan’a, aldı yaktı, ben de yaktım bir sigara, dinliyordum onu sessizce. İnsanları dinlemeyi seviyordum, öykülerini öğrenmeyi, alınlarındaki çizgilerin nedenlerini bilmeyi istiyordum.

“Nerede kalıyorsunuz” diye sordu.

Hoteli işaret ettim:

“Orada?” dedim.

“Sonradan görmenin hotelinde mi? O adama öyle derim ben. Çünkü gerçekten sonradan tesadüfen zengin olmuş bir adamdır. ”

“Şöyle derler Kaptan: ‘Çok şey görmüş olabilirsin, ama sonradan gördüysen sıkıntı.’ Çünkü içselleştiremez sonradan, bunu yapmak çok zordur.”

“Bunlar aslında ne aradığını, ne istediğini bilmeyen insanlardır.” dedi.

Kaptan sigarasından bir nefes çekti ve denize, ufka doğru baktı. Bir süre sustuktan sonra şöyle dedi:

“En tehlikeli insanlar kimdir bilir misiniz? En tehlikeli insanlar hayatta ne istediğini bilmeyen, şaşkın insanlardır. Bunlardan uzak durun, yoksa zamanınızı, her şeyinizi ve aklınızı bile yitirebilirsiniz. Bunlar bir bataklık gibi sizi içine çekip boğarlar.”

Bir süre öksürdü, sonra konuşmaya devam etti.

“Evet, aynen öyle. Ne istediğini bileceksin hayatta. İstediğin şeyi elde edemeyebilirsin, bak bu hiç önemli değil. Ama o yolda mücadele edersin, hiç olmazsa bu senin ruhunu hoşnut eder.” dedi.

Kaptan orta boylu, başında bir örme mavi beresi olan, beyaz kalın bıyıkları dudağından yana doğru hafif aşağıya uzanmış, yemyeşil gözlü ve babacan bir ifadeyle insana bakan aşağı yukarı 65 yaşlarında gösteren,bir insandı. Bembeyaz saçları vardı, saçları kulak hizasını geçiyordu. Akşamcı bir görünüşü vardı. Gözlerinin beyazında kırmızılıklar vardı.

Gözlerinin yeşilinde, derinliklerde mat ve donmuş bir parça vardı sanki, donmuş bir parça keder.

“Oğlumu denizde yitirdikten sonra denize küstüm ben. Aslında her şeye küstüm.” dedi.

“Başınız sağ olsun Kaptan.” dedim.

“Sağ olun, uzun zaman oldu. Ama bendeki acısı geçmedi.” dedi Kaptan.

Orada içerideki duvarda asılı bir büyük bağlama vardı.

“Kaptan bağlama çalıyorsunuz galiba.” dedim.

“Evet ya çalarım biraz. İsterseniz size bir türkü çalayım burada. Rahatsız olmazsanız.” dedi.

“Rica ederim, lütfen!” dedim.

Kaptan bağlamayı aldı geldi, oturdu, biraz telleri sıktı, akort tazeledi. Ve çalmaya ve söylemeye başladı. Bir sigara yaktım ben de.

“Kar mı yağmış yüce dağlar başına?

Merhamet eylemez gözlerimin yaşına

Daha değmemiştim 15 yaşıma

Vurdu felek, kırdı kollarımı dalımdan

Nerelere gidem, arz edeyim halimdan?

Şu dünyanın vefasını görmedim

Geçti cahil ömrüm, bir murada ermedim”

Kaptan güzel bağlama çalıyordu ve içten söylemişti türküyü hissederek.

***

Hotele gittiğimde biraz düşündüm. Ne garip şey dedim kendi kendime, kime selam versem hayat hikâyesini anlatıyor bana beş dakikada. Bunun nedenini biliyordum, insanlar benim yazar olduğumu öğrendiklerinde, “işte beni bu anlar” diye düşünüyor ve hayat hikâyelerini anlatıyorlardı.

Yoksa insanlar kolay kolay kimseye açılmazlardı. Ben de seviyordum daha on beş dakika önce varlığından bile haberimin olmadığı hiç tanımadığım bir insanın bütün hayat hikâyesini beş dakikada öğrenmeyi.

Sürecek…

Erol Anar

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!