İdeolojik Teknolojik Toplumsal Yabancılaşma (1):  Prozac Toplumu

İdeolojik Teknolojik Toplumsal Yabancılaşma (1): Prozac Toplumu

İnsanlar sosyal medyaya baktıklarında sanki aynaya bakmış gibiler. Yalnızca kendilerini görmek istiyorlar. Kendilerine hayranlar. Başkalarını ise kıskançlıkla, küçümsemeyle izliyorlar çoğu zaman.

Yabancılaşmanın en büyük kaynağı kuşkusuz kapitalist sistemdir. Ama her türlü ideoloji ve sistem kaçınılmaz olarak yabancılaşmaya yol açacaktır. Yalnızca tüketim kapitalizminin olduğu ülkelerde değil, devlet kapitalizminin görüldüğü reel sosyalist ülkelerde de birey yabancılaşmıştır. Ancak kapitalizmde bu yabancılaşmanın dozu çok daha fazladır.

“Liberalizm eşitsizliği sürdürerek kitleleri yoksulluğa, elitleri yabancılaşmaya mahkûm eder.”[1] der Harari.

Eşitsizlik yabancılaşmanın belki en önemli boyutudur, ama sadece bir boyutudur. Yabancılaşma günümüzde çok daha geniş kapsamlı ve boyutludur.

Kapitalist bir toplumda yaşamak sürekli yabancılaşmaya maruz kalmaktır.

Prozac Toplumu

Prozac, ABD’den tüm dünyaya yayılarak milyonlarca insanın sığınağı, sahte cenneti olmuş bir “antidepresan”… Hatta bu konuda kitaplar yazılmış, “Prozac Toplumu “ diye deyimler oluşmuş. Prozac toplumu, tüketim kapitalizminin yabancılaştırdığı, bunalttığı ve hasta ettiği bireyin sığındığı sahte kaleleri nitelemek için kullanılır. En azından ben böyle yorumluyorum.

Bir de Xanax var, aynı şekilde kaygı ve endişe giderici, panik bozukluklarında kullanılıyor. İşte yabancılaşmanın en yoğun hissedildiği kapitalizmin ileri derecede geliştiği ülkelerin toplumları bu tür sahte kaçış yollarına başvururlar yabancılaşma karşısında. Sistemin de işine gelir bu.

Çünkü yapılan araştırmalar yabancılaşmanın anksiyete, panik atak, depresyon gibi hastalıkları tetikleyebildiğini ortaya koymuştur. Bu yüzden “Prozac Toplumu” derken, ben bunu yabancılaşma kavramı ile ilişkili olarak ele alıyorum.

Bu ilaçlara, özellikle Xanax’a, Amerikalı yazar Chuck Palahnuik’in kitaplarında sıklıkla bireyler ve ilişkiler açısından atıfta bulunulmaktadır.

Kapitalist bir toplumda yaşamak sürekli yabancılaşmaya maruz kalmaktır. Bu yabancılaşmanın boyutları, kapitalizmin ileriliği ile orantılıdır. Kapitalizmin görece daha az geliştiği ülkelerdeki yabancılaşma daha azdır, kapitalizmin ileri derece geliştiği ülkelere göre. Ama küreselleşme bu iki farklı kategorinin birbirine yaklaşmasına neden oldu; ancak yine de arada farklar vardır.

“Diğer insanlara zarar vermemek, ama onlarla ilgilenmemek, her insanın kendi başının çaresine bakmasını gerektiriyor. Bunun getirdiği yalnızlığa dayanamayan birçok kişi, alkol, uyuşturucu madde vb. araçlarla çevresine yabancılaşmasının verdiği acıdan kurtulmaya çalışıyor. Hiçbir şeye bağlanamamak insanın boşluk ve anlamsızlık duygulan yaşamasına neden oluyor.”[2]

Kapitalist sistem içerisinde yaşam bir kazananlar (winners), kaybedenler (losers) yarışına döndürüldüğü için, kaybedenler de kazananlar da yabancılaşmanın o yıkıcı etkisinden kurtulamaz. Bu her iki kategori de alkole, uyuşturucuya, haplara sığınarak yabancılaşmadan kurtulmaya çalışır. Ama bataklıkta giderek batmaktan kurtulamaz. Çıkış yoktur. (No exit)

Kapitalist sistem içinde yaşayan bireyler bu yabancılaşmadan kaçamazlar. Çünkü sistem bunu körüklemektedir, onun doğasında vardır bu yabancılaşma. Eşitsizlik, sömürü, bireyin gerçek anlamda birey olmaması, daha çok robot şeklinde tasarlanması ve birçok diğer faktör etkendir bu süreçte. Burada en büyük yanılsama, kuşkusuz bireylerin çoğunun bu yabancılaşmanın farkında bile olmamasıdır.

Elizabeth Wurtzel, “Prozac Toplumu” adlı kitabının bir yerinde şöyle der:

“Sözcüklerle anlatılamayacak bir şeye: sevgiye ihtiyacım var.” [3]

Gerçekten kapitalizm yabancılaşmaya yol açar, bireyi robotlaştırırken, onun hem kendisine, hem çevresine ve doğaya yabancılaşmasına neden olur. Bu aşamada bireyin içindeki sevgiyi de yok eder. Onu ruhsuz, sevgisiz plâstik bir nesneye dönüştürür.

Chuck Palahniuk ise “Lanetli” adlı yapıtında cehennem metaforu çerçevesinde Xanax bağımlılığından söz eder.

Bütün bu haplar dediğim gibi, kapitalist toplumun yabancılaşmaya karşı icat ettiği sahte kısa süreli cennetlerdir. Sahte cennetlerdir, uyandığında ya da ayıldığında, ilacın etkisi bittiğinde yaşanılan keskin yabancılaşma seni kaldırıp gerçekliğin duvarına vurur tekrar.

“Sorunun ne olduğunu bir bilebilsem.” [4] der yine Wurtzel.

Sorun işte bu yabancılaşmadır aslında bence: Kaçınılmaz yabancılaşma. Bütün bu hisler, sahte cennetler, gerçekliğin duvarı bu yabancılaşmanın sonucudur.

Yine Valium adlı bir hap vardır. Anksiyete, uykusuzluk ve panik atak tedavisi için kullanılır, bu hapın kullanımı da yaygındır. Kişi, artık neredeyse hap kullanmadan uyuyamaz hale gelir.

Psikiyatrist Guillermo Rendueles şöyle diyor: “Acı ve korkuyu haplarla tedavi ediyoruz, sanki bunlar birer hastalıkmış gibi. Oysa hastalık değildir bunlar.”[5]

İnsanlar sosyal medyaya baktıklarında sanki aynaya bakmış gibiler.

“Günümüzde yaşanan ‘yaygın yabancılaşma’da ise insanlar, bu durumla yüzleşmemek için çeşitli yollara başvurduklandan, böyle bir sürece girdiklerini çoğu zaman fark edemiyorlar. Uyuşturucu madde bağımlığının yaygınlaşması ile yabancılaşma arasındaki doğrudan ilişki oldukça açık, ancak görünürde uyuşturucu olduğu fark edilmeyen uyuşturucular da var.”[6]

Yine ABD’de özellikle üniversite öğrencilerinin konsantrasyon amacıyla şeker gibi yaygın olarak kullandığı ilaçların en önemlilerinden birisi Adderall adlı haptır. Bu hap ile ilgili bazı belgesel filmler de izlemiştim. Çok yaygın, ama bir çizgiden sonra geri dönüşü olmayan bir uyuşturucu sınıfına girebilir. Konsantrasyonu yoğunlaştıran bu ilaç, eğer bağımlılığa dönüşürse olumsuz yan etkileri var.

Bütün bu ilaçlara ihtiyaç duyan, onlar olmadan nefes bile alamayan bir toplum hastadır, kendisine yabancılaşmıştır.

Aslında bunlar çözüm değildir; acıyı, korkuyu uyuşturmaktır. Onları ortadan kaldırmaz. Yabancılaşmayı ortadan kaldırmadığı gibi onu artırır. Bu acı ve korkunun en büyük nedeni ise kişinin uğradığı yabancılaşmadır. Yabancılaşmayı ortadan kaldıramayan sistem, kişiye ondan kaçış yolu olarak, onun acısını uyuşturmak için bu ilaçları önerir ve yaygınlaştırır. Bunlar yeterli olmadığında kokain devreye girer, özellikle Amerikan toplumunda yaygındır.

İnsanlar yalnızca kendilerini görmek istiyorlar.

“Ah, çok kötü bir şey bu, bu soğuma, bu

yabancılaşma, insan kendini itilmiş, dışlanmış

hissediyor; dünyada bundan daha kötü bir şey

olamaz; buna katlanamıyorum, katlanamıyorum.

İnsan mahvoluyor.” [7]

Jean Baudrillard bunu daha ileri götürür ve artık başkası olabilecek bir  yabancılaşma olmadığını söyler. Yabancılaşacak birey kalmamıştır artık. “Aynı”ya dönüştürülmüştür o.

Harari bunu, “Bedenlerinden, duyularından ve fiziksel çevrelerinden uzaklaşan insanların yabancılaşma ve kafa karışıklığı yaşaması muhtemel.” diye yorumluyor. Ona göre insanlar “bedenleriyle bağlantısı kopmuş bir şekilde mutlu mesut yaşayamazlar. Kendi bedeniniz içinde rahat hissetmezseniz dünya üzerinde de rahat hissedemezsiniz.”  çünkü.

“Persona Jung’un, gölgenin gücünü denetim altında tutan kişilik bölümüne verdiği ad. Persona sözcüğü, tiyatro oyuncularının çeşitli rolleri canlandırırken taktıkları maske anlamına gelir. Jung’un psikiyatrisinde bu sözcük, insanın kendisi olmayan bir kimlik yaşaması anlamında kullanılır. Bir başka deyişle, persona toplum tarafından kabul edilebilmek için insanın dış dünyaya karşı taktığı maske ya da takındığı kimliktir.”[8]

Dış dünyaya karşı takındığımız maskeler, ya da Jung’un deyimiyle persona, bizim benliğimizi yabancılaştıran en önemli etkenlerdendir. Çünkü toplumun istediği gibi olurken, aynı zamanda -siyasal iktidarın, otoritelerin, sonuçta sistemin- istediği gibi de oluruz. Bu durumda kendi düşüncelerimizi değil, var olan geçerli düşünce sistemini savunmamız gerekir. Birey de kendi kişisel çıkarlarını garanti altına almak için işte bu persona kişiliğini kullanır. Bu noktada artık birey kendisine yabancılaşmıştır. Kendi bedenine, düşüncelerine, değerlerine hepsine yabancıdır ve yabancılaşma sürekli hale gelmiştir. Hatta bir süre sonra bu toplumsal kişiliğinin edindiği düşünce ve davranışları içselleştirir, onların kendi öz düşünceleri olduğunu sanır. Bu noktada yabancılaşma artık üst düzeye çıkmıştır. Kişi yabancıla ş tığının farkında bile değildir çoğunlukla.

‘Böyle durumlarda kendine yabancılaşır ve aşırı gelişmiş personasıyla, kişiliğin az gelişmiş bölümleri arasındaki çatışmadan ötürü sürekli bir gerilim yaşar. Egonun persona ile özdeşleşmesine “şişme” denir ve insanın kendisini aşırı önemsemesi görüntüsüyle ortaya çıkar.’

İçinde bulunduğumuz sosyal medya çağı ile ne kadar uyumlu bir söz, onu iyi açıklıyor. İnsanlar sosyal medyaya baktıklarında sanki aynaya bakmış gibiler. Yalnızca kendilerini görmek istiyorlar. Kendilerine hayranlar. Başkalarını ise kıskançlıkla, küçümsemeyle izliyorlar çoğu zaman. Şişmişiz şişebileceğimiz kadar, bundan sonrası patlama… Kendimize doğru bir patlama.

Sürecek…

Erol Anar


1 Yuval Noah Harari: Homo Deus Yarının Kısa Bir Tarihi, Kolektif Kitap Türkçesi: Poyzan Nur Taneli,  sayfa 371.

2 Engin Geçtan: Insan Olmak, Remzi Kitabevi, 14. Basim, sayfa 34.

3 Elizabeth Wurtzel: Prozac Toplumu, İletişim Yayınları, sayfa 13-13.

4 Wurtzel, age, sayfa 11.

5 Diazepam’ın Kullanım ve Etkileri, 5 Nisan 2018. https://aklinizikesfedin.com/diazepamin-kullanim-ve-etkileri/

6 Engin Geçtan: Hayat, Metis Yayınları, Birinci Basım: Haziran 2002, Istanbul, sayfa 8.

[7] Stefan Zweig: Clarissa, Can Yayınları, pdf. Sayfa 36.

[8] Geçtan, age, sayfa 52.

One thought on “İdeolojik Teknolojik Toplumsal Yabancılaşma (1): Prozac Toplumu

  1. 20 küsür antidepresan kulanmış; TMU,EMDR ,psikoterapi tedavileri almış hatta üstüne Elektrokonvülsif terapi ( EKT) yapılmış biri olarak söylüyorum çok zor allah düşmanımın başına vermesin.Zamanla her psikolojik bozukluktan bir kırıntılar kazandırıyor.Majör depresyonla başladı,yaygın anksiyete ve okb seyretti panik atakla birleşti sonunda bum intihar girişimi,..SOnuç olarak tranca sonrası stres bozukluğuyla berbat bir hayat yaşamak solumak görmek ve sadece yapabildiğin katlabmak..:(

    so

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!