Toplum İçinde Özgürlük – Bertrand Russell

Toplum İçinde Özgürlük – Bertrand Russell

Özgürlük, en soyut anlamıyla, isteklerin gerçekleşmesini önleyen dış engellerin yokluğu demektir. Bu soyut anlamda, gücü en üst düzeye çıkararak, veya istekleri en alt düzeye indirerek özgürlük artırılabilir.

Topluluklar halinde yaşayan insanlar için özgürlük ne ölçüde olanaklı ve ne ölçüde arzu edilir bir şeydir? Bu genel sorun üzerinde durmak istiyorum.

Konuya tanımlarla başlamak yerinde olacaktır. “Özgürlük” birçok anlamda kullanılan bir sözcüktür; tartışmanın yararlı olması için bunlardan biri üzerinde karar kılmak gerekir.

“Toplum” sözcüğü daha az belirsizdir; ancak onun da bir tanımını yapmak fena olmaz. Sözcükleri hoşumuza giden anlamlarda kullanmanın iyi bir şey olduğunu sanmıyorum. Örneğin, Hegel ve onun ardılları “gerçek” özgürlüğün genelde “ahlak yasası” olarak adlandırılan polise itaat hakkından ibaret olduğunu düşünürler. Kuşkusuz, polis de kendi üstlerine itaat etmelidir. Ancak, bu tanım bize devletin kendisinin nasıl hareket edeceği konusunda yardımcı olmuyor. Bu görüşü savunanlar devletin de temelde ve tanımı gereği kusursuz olduğunu ileri sürerler. Bu anlayış, demokrasinin var olduğu ve hükümet şeklinin siyasal partilere dayandığı ülkelere uygun düşmüyor. Çünkü böyle ülkelerde ulusun belki yarısı hükümetin kötü olduğu kanısındadır. Öyleyse, özgürlük yerine “gerçek” özgürlüğü koyarak işin içinden çıkamayız.

Özgürlük, en soyut anlamıyla, isteklerin gerçekleşmesini önleyen dış engellerin yokluğu demektir. Bu soyut anlamda, gücü en üst düzeye çıkararak, veya istekleri en alt düzeye indirerek özgürlük artırılabilir. Birkaç gün yaşayıp sonra da soğuktan ölen bir böcek bu tanıma göre tam özgür sayılabilir. Soğuk onun isteklerini değiştirebileceği için, olanaksızı başarmak gibi bir isteği bir an bile olmayacaktır. Bu tür bir özgürlüğe kavuşmak insanlar için de olanaklıdır. Sonradan komünizmi benimseyip Kızıl Ordu’da Komiser olan genç bir Rus aristokrat bana İngilizlerin Ruslar gibi fiziksel bir deli-gömleğine gerekleri olmadığını; çünkü onlara zihinsel bir deli-gömleği giydirilmiş bulunduğunu, ruhlarının eli kolu bağlı olduğunu söylemişti.

Galiba bunda bir gerçek payı var. Dostoyevsky’nin konu aldığı kişiler, kuşkusuz, gerçek Ruslara tamı tamına benzemezler. Ancak onlar sadece bir Rusun yaratabileceği kişilerdir; her türlü garip ve şiddetli isteklere sahiptirler, normal bir İngiliz ise bunlardan bağımsızdır -en azından bilinçli yaşamında. Herkesin birbirini boğazlamak istediği bir toplumun daha barışçıl istekleri olan bir toplum kadar özgür olamayacağı ortadadır. O halde, istekleri değiştirmekle de güç artışı kadar özgürlük artışı sağlanabilir. Bu görüşler siyasal düşüncenin her zaman karşılayamadığı bir gereksinime, yani “psikolojik dinamikler” denilebilecek bir gereksinime işaret ediyor. Politikada, insan doğası hep dış koşulların ona uydurulması gereken bir başlangıç noktası olarak kabul edile gelmiştir. Gerçekte ise, dış koşullar insan doğasını değiştirir; karşılıklı etkileşim ile aralarında bir uyum sağlamaya çalışılır. Bir ortamdan alınıp birdenbire bir başka ortama konulan bir kimse özgür değildir. Ama bu yeni ortam, ona alışmış olanlara özgürlükler sağlayabilir. Bu nedenle, özgürlük konusunu, değişen ortamla birlikte isteklerin de değişebileceğini hesaba katmadan ele alamayız.

Bu durum, bu özgürlüğe ulaşmayı bazen daha da güçleştirir. Çünkü yeni bir ortam, eski istekleri gerçekleştirse bile, karşılanması olanaksız yeni isteklere yol açabilir. Birçok yeni gereksinime yol açan sanayileşmenin doğurduğu psikolojik etkiler bu olasılığa örnektir. Kişi bir otomobil alamadığı için hoşnutsuz olabilir; yakında hepimiz birer özel uçağımız olmasını isteyeceğiz. Kişi bilinç-dışı isteklerden dolayı da hoşnutsuz olabilir. Örneğin Amerikalıların da dinlenmeye gereksinimleri vardır; ama onlar bunun farkında değildirler. Bu durumun, Amerika’daki suç dalgasının önemli bir nedeni olduğu kanısındayım.

İnsanların özlemleri değişir nitelikte olsa da, evrensel diyebileceğimiz bazı temel gereksinimler vardır: yemek, içmek, sağlık, giyinme, barınma, seks ve çocuk sahibi olma bunların başlıcalarıdır. Giyinme ve barınma sıcak iklimlerde mutlaka gerekli değildir; ancak tropik bölgeler dışındaki yerlerde listeye alınmalıdırlar. Özgürlük başka şeyler de içerse bile, özgürlük için zorunlu olan bu listedekilerin birinden yoksun olan kişi kesinlikle özgür değildir.

Bu da bizi “toplum”un tanımına götürüyor. Yukarıda sözü edilen asgari özgürlüğün toplum içinde yaşayan bir insan için, bir Robinson Crusoe’dan daha iyi bir şekilde sağlanabileceği açıktır. Gerçekten, cinsellik ve çocuk sahibi olmak temelde toplumsal olaylardır. “Toplum” bazı ortak amaçlar için işbirliği yapan bireylerin topluluğu olarak tanımlanabilir. İnsanlar açısından en ilkel toplumsal grup ailedir. Ekonomik toplumsal gruplar oldukça eskidir; savaşta işbirliği içinde olan gruplar pek o kadar ilkel sayılmaz. Ekonomi ve savaş, çağdaş dünyada toplumsal birleşmenin başlıca nedenleridir. Aile veya kabileden daha büyük toplumsal birimler sayesinde hemen hepimiz fiziksel gereksinimlerimizi daha iyi karşılayabiliyoruz.

Toplum bu anlamda özgürlüğü artırmıştır. Örgütlü devletin düşmanlarımızca öldürülmemiz olasılığını azalttığı da düşünülür; ancak bu kuşku götürür bir konudur.

Bir insanın isteklerini bir başlangıç noktası olarak alırsak, yani psikolojik dinamikleri göz ardı edersek, onun özgürlüğüne karşı olan engellerin iki tür olduğunu görürüz: fiziksel ve toplumsal. Çok basit bir örnek alalım: Toprak insanların yaşaması için yeterli miktarda ürün vermeyebilir; ya da öbür insanlar onların yiyecek bulmalarına engel olabilir. Toplum özgürlük önündeki bu fiziksel engelleri azaltır; buna karşı toplumsal engeller koyar. Ancak burada toplumun isteklerimiz üzerinde yaptığı etkileri dikkate almazsak yanılgıya düşeriz. Karıncaların ve arıların, her ne kadar örgütlenmiş toplumlarda yaşıyorlarsa da, toplumsal görevleri olan eylemleri her zaman kendiliğinden gerçekleştirdikleri varsayılabilir. Aynı şey sürü halinde yaşayan üst türden hayvanların çoğu için geçerlidir. Rivers’a göre Melanesia yerlileri için de geçerlidir. Bu durum büyük ölçüde kolay-etki-altında-kalma ile, ve az çok ipnotizma olayına benzeyen etkenler ile bağıntılıymış gibi görünüyor.

Bu yapıdaki insanlar özgürlüklerini yitirmeden işbirliğine girebilirler; yasalara da pek gerek duymazlar. Tuhaftır ki, yerlilerden çok daha ileri toplumsal örgütlenmeye sahip oldukları halde, uygar insanlar içgüdüsel eylemlerinde daha az toplumsal davranmaktadırlar. Toplumun onların eylemleri üzerindeki etkisi yerlilerde olduğundan çok daha yüzeyseldir. Özgürlük sorununu tartışmalarının nedeni de budur.

Bertrand Russell

“Sorgulayan Denemeler” içinde, “Toplum İçinde Özgürlük” başlıklı yazının bir bölümü…

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!