İktidarın Doğası Üzerine

İktidarın Doğası Üzerine

Eğer insan doğası diye bir şey varsa ve doğuştan saldırgan olmaya eğilimli değilse, onu saldırgan yapan nedir? Onu saldırgan yapan nedenlerden birisi, özgürlüğünün kısıtlanması, eşitsizliğin hüküm sürmesinin yanısıra başta devletler olmak üzere, iktidar mekanizma ve ağlarıdır aslında. Bu anlamda iktidarın doğası, eğer varsa insanın doğasını olumsuz olarak etkilemekte ve onu değiştirmektedir.

“İktidarı ele geçirsem ilk dikkat edeceğim şey tüm arkadaşlarımı yok etmek olurdu. Başka türlü davranmak mesleğin içine etmektir, tiranlığın itibarını düşürmektir. Bu konuda çok usta biri olan Hitler, senli benli olduğu tek kişiyi, Röhm’ü ve ilk yandaşlarının büyük bir bölümünü bertaraf ederek bilgelik örneği sergilemiştir. Stalin de kendi adına bundan aşağı kalmamıştır, Moskova Davaları bunun tanığıdır.”[1]

İktidarın doğası başka türlü işlemez. İktidar, insanı yabancılaştırır her şeye, en başta da kendisine.

“Kitleler her zaman yalnızca iktidara tapınırlar,” dedi cırlak sesiyle. “İktidarda olan hükümettir ve ona tapınıp, bizden nefret ediyorlar; yarın biz iktidarda olunca da bize tapınacaklar…” der Tolstoy “Diriliş”te.[2]

Gerçekten de böyledir. Çünkü kitleler, halk güce tapar ve biat etmek için yarışır. Birkaç devrim anını çıkarın tarihten, insanlığın tarihi devletin ortaya çıktığından bu yana beş bin yıldan fazladır iktidarın ve biatın tarihidir. O devrimlerin sonucunda da yeniden iktidarlar gelmiştir halkın başına, yalnızca kişiler değişmiş, ama siyasal iktidarlar devam etmiştir bir başka biçimiyle.

İktidarın doğası aynı zamanda hakimiyettir (domination). İktidara gönüllü olarak tabi olduğunuzda kendi üzerinizde bir güce boyun eğmişsiniz demektir. Ve o güce sizi yönetmesi, üzerinizde hakimiyet kurması konusunda yetki vermişsiniz demektir.  Örneğin seçimler bu yetkinin göstergelerinden birisidir. İktidarın bir meşruiyet yetkisine (legitime authority)  ihtiyacı vardır bu anlamda, varlığını bu meşruiyete dayandırır kendi açısından. Bu arada hatırlatmakta yarar var, Hitler de seçimle işbaşına gelmiş bir kişiydi.

İktidarın doğası  ritüel ve semboldür aynı zamanda. İktidarın doğasının vazgeçilmez bir unsuru da hiyerarşidir. Çünkü iktidar kendisini hiyerarşi ve güç ile ortaya koyar çoğu zaman. Ayrıca hegemonya da bu doğanın parçasıdır. Çünkü hiçbir iktidar sürekli zor kullanarak, (polis, asker, şiddet yöntemleri) iktidarını sürdüremez, bu nedenle boyun  eğenlerin izniyle iktidarını sürdürür. İktidarını devam ettiremez duruma geldiğinde ise şiddete başvurur. Şiddet, iktidarın doğasının vazgeçilmez bir parçasıdır. Korku da öyle. Uygulanmasa bile her zaman bir tehdit olarak oradadır.

***

“İktidar, öncelikle boyun eğdirilmiş bedenler yaratmayı amaçlar.” [3]

Boyun eğdirmek, güç gösterisi siyasal iktidarın sürmesi için kaçınılmazdır. Bu uğurda bilim insanları ve filozoflar dahi yakılmış, öldürülmüş, sürülmüştür. İktidar örneğe ihtiyaç duyar, kötü örneğe özellikle. Bağışlamadığı en önemli şey itaatsizliktir, itaati sağlamak için hegemonyanın yanısıra boyun eğdirilmiş bedenlere ihtiyaç duyar. Bunun için de güç gösterisine başvurur.

“Sen Karun kadar zengin olsan da, yoksulluk ve açlıktan nefesin koksa da, burjuva devleti buna karışmaz, bu Senin meselendir; yeter ki “uysal” ol.” [4]

Öyleyse iktidarın doğasının en önemli özelliklerinden birisi de itaat kavramıdır. İtaat ile iktidar kendi varlığını sürdürebilir. İtaatin olmadığı yerde iktidar da olmaz. Öyleyse iktidarın doğası biraz da itaatten gelir. Olmazsa olmazdır itaat kavramı bu anlamda iktidar için.

“Kedi farenin gitmesine izin verir, birazcık kaçmasına, hatta arkasını dönmesine fırsat tanır; bu süre boyunca fare artık güce maruz değildir. Ancak hâlâ kedinin iktidar alanının içindedir ve her an tekrar yakalanabilir. Derhal uzaklaşırsa, kedinin iktidar alanından kaçar; ama, artık ulaşılamayacak olduğu noktaya varana kadar hala kedinin iktidar alanının içindedir. Kedinin egemen olduğu uzam, fareye yaşattığı umut anları, bir yandan da bütün bu zaman zarfında onu yakından izlemeyi sürdürmesi ve onu yok etmeye gösterdiği ilgiyi ve yök etme niyetini asla elden bırakmaması; bunlann hepsine, yani uzam, umut, dikkatle izleme ve yok etme niyetine iktidarın fiili bedeni, ya da daha basit bir biçimde, iktidarın ta kendisi denebilir.” [5]

İktidar insanla, kitlelerle oynar. Ona özgür olduğu yanılsamasını verir. Ancak özgürlüğünü birey olarak kullanmaya kalktığında, iktidar açısından tehlikeli düşünceler öne sürmeye ve davranışlar geliştirmeye başladığında, iktidar gerçek yüzünü gösterir ve oyunu sona erdirir. Güç kullanmaya başlar birey üzerinde. İktidar kişinin sınırlara doğru biraz ilerlemesine izin verir, onu izler, ama tam sınırı geçmeye karar verdiğinde onu tekrar yakalar, tıpkı kedinin fareyi yakalaması gibi.  Kullandığı güç ve şiddet ile onu boyun eğmeye, itaate zorlar. Ya da ortadan kaldırmaya karar verir. İktidarın doğasında bu tıpkı bir kedinin fare üzerinde kendi gücüyle oynadığı gibi kitleler üzerinde gücü kullanarak oynama eğilimi de vardır. Bu da iktidarın doğasından gelen bir özelliktir bence.

Devlet kendi açısından bu “uysal” ruhları teslim almak zorundadır. Aslında  sadece burjuva devleti değil, bütün devletler, hangi rejim olursa olsun bu itaati sağlamak üzerine yoğunlaşırlar.

“…Fakat ben siyasi iktidarın sanki siyasi iktidarla hiç alakası yokmuş, sanki ondan bağımsızmış gibi görünen -oysa aslında öyle olmayan- belli kurumlar aracılığıyla da uygulandığına inanıyorum.” der Foucault. [6]

İktidar elbette sadece devletten, siyasal iktidardan, hükümetten ibaret değildir. Foucault’ya göre iktidarın kapsamı çok geniştir. Aileden, üniversiteye, tıpa, psikiyatriye iktidar bazı kurumlar aracılığıyla uygulanır.

İktidar böylelikle tüm toplumu ve bireyi sarar onu kuşatır. En küçük kurumdan başlayarak en büyüğüne ve her alana ona nefes bile alacak alan bırakmaz. Bütün amacı itaatin devamını sağlamak ve boyun eğdirilmiş kitlelere boyun eğdirmeye devam etmektir. İşte iktidar makinesi böyle işler. Değişik irili ufaklı parçalardan oluşan devasa bir makinedir bu.

Yuval Harari ise, “Hakikat ve iktidar bir yere kadar yan yana hareket edebilir ama er ya da geç kendi yollarına giderler.” der. [7]

Bu nedenle işte iktidar, manipülasyona gerçek ve hakikatin çarpıtılmasına, hatta tamamen ortadan kaldırılmasına ihtiyaç duyar. Hakikat ve iktidar bu nedenle sonsuza dek yan yana durmazlar. Çünkü iktidarın doğası hakikati manipüle etmek üzere işler. Deyim yerindeyse, iktidar kendi hakikatini oluşturur.

Foucault’nun söz ettiği hakikati üreten siyasal rejimi değiştirmek gerekir. Peki reel sosyalist ülkelerde  hakikati üreten siyasal rejim değişmiş miydi? Aslında yalnızca hakikati üreten siyasal rejimi yöneten kişiler değişti. Böylelikle sistem aynen varlığını sürdürdü. Hakikat yine manipüle edildi, retorikler değişti sadece.

Öyleyse iktidarın doğası hakikate karşıdır diyebilir miyiz? Çünkü iktidarın doğasında manipülasyon ve gerçeği çarpıtmak, hakikati yok etmek bulunduğundan, iktidar doğası gereği hakikat karşıtıdır. Bu karşıtlık kendi hakikat siyasetini üretecek derecede ileri gider. İktidar ve hakikatin yan yana durması bu yüzden imkansızdır. Mıknatısın iki kutup ucu gibidir bunlar. Bu yüzden iktidar hakikat düşmanıdır. Çünkü hakikat, iktidarın manipülasyonla ayakta durduğunu, yalanlarla ve şiddetle yürüdüğünü, insan doğasına aykırı olduğunu açıkça ortaya serer. İşte bu yüzden siyasal iktidar, hakikati ortadan kaldırmakla başlar ise ve sonuna kadar da böyle devam eder.

***

“Nitekim ‘devrimin savunucuları da özgürlük için savaştıklarına  inanarak kendilerinde bir üstünlük hissetmişlerse de’, aslında amaçlanan, belli bir özgürlük ve sonuç olarak da yeni bir iktidar, yeni bir egemenlik, yani ‘yasanın egemenliği’ idi. Hepiniz özgürlük istiyorsunuz, tam anlamıyla özgürlük … O halde neden daha azı veya daha çoğu için pazarlık ediyorsunuz? Özgürlük deyince, sadece tam özgürlük kast edilebilir. Bir parça özgürlük, özgürlük değildir.” [8]

Eğer ortada bir siyasal iktidar ve devlet varsa, iktidarın el değiştirmesinden başka bir sonuca yol açmayacaktır. Çoğu zaman kurumlar aynen yerinde kalacak, sadece kişiler değişecektir. Gerçek devrim, devleti tüm kurumlarıyla ortadan kaldırırken, siyasal iktidarın tüm kurumlarına da darbe vurur. Onun amacı yeni bir siyasal iktidar oluşturmak değil, tam özgürlüğü gerçekleştirmeye çalışmaktır.

“Devlette partinin sözü geçer. ‘Parti, parti –ona kim katılmaz ki!’ Ama Tek, biriciktir, bir partinin üyesi değildir.” [9]

Parti demek, küçük devlet demektir.

Hiçbir partinin üyesi olmadım şimdiye dek legal ya da illegal. Çünkü ruhumu hiçbir partiye teslim etmek istemedim. Çünkü parti demek -hangi tip ve düşüncede legal ya da illegal parti olursa olsun- itaat ve disiplin demektir; önce ruhunuzu isterler. Partide iktidarın doğası, sizin insani doğanıza egemen olur, onu ezer, baskı altına alır. Benim ruhum özgürdür; disipline, emre, itaate gelemez. Yanlış gördüğüm karşısında susmam, onu yüksek sesle dile getiririm. Ama kendi çapımda da olsa mücadele verdim.

Disiplin de iktidarın doğasını oluşturan şeylerden birisidir. Her tür parti, siyasal iktidar disiplin ister, böylece kendi istikrarını ve devamlığını korumuş olur. Örneğin herhangi bir siyasal partiye gidiniz duyacağınız ilk sözler, disiplin ve itaatin ne kadar önemli olduğudur. Eğer bunlardan yoksunsanız sizi istemezler. Yani onlar özgür bir insan değil, bir köle isterler.

Örgütlülüğe karşı değilim, ama hiyerarşik olmayan, yeni bir örgütlenme anlayışıyla olursa, yöneticilerin olmadığı, herkesin eşit olduğu yatay bir örgütlenmeye varım. Hiyerarşik, birilerinin diğerlerinin üzerinde iktidar kurmasına neden olan, elitler üreten partilerde, kurumlarda ve örgütlerde yokum ben. Bunlar tamamen kapitalist sistemin taklitidir. Özgürlük için savaşılacaksa önce içinde bulunulan parti ve kurumda özgürlük olmalı diye inanıyorum. Disiplin adına faşizm uygulayan, özgürlüğü dilinden düşürmeyen ama üyelerinin özgürlüğünü devletten çok kısıtlayan partilere inanmıyorum.

Bu kez devlet değil de, partinin iktidarıdır “boyun eğdirilmiş bedenler” isteyen. Çünkü o da devleti ve sistemin örgütlenme anlayışı ile yöntemlerini taklit etmektedir ve başka bir yere varamaz. İktidarın doğası budur ve herkesi aynı yere götürür, düşüncesi ve niyeti ne olursa olsun. Bu yüzden onlar hiçbir zaman özgürlüğü getiremezler. Özgürlük buradadır, şimdi. Yarında değildir.

Yine Stirner’in söylediği şu söze katılıyorum: “Kimse bir kişi olarak bir diğerinin efendisi değildir.” [10]

Günümüzdeki hiyerarşik örgütlenme anlayışı, devletin taklitidir ve efendiler, elitler üretmekten başka bir şeye yaramaz. Birileri iktidar komplekslerini diğerlerinin üzerinde uygular. İtaat etmeyenler dışarı atılır, ya da etkisizleştirilir. Bu sonucu belli oyunda yokum ben. Tek başıma da olsa özgürce veririm mücadelemi, yapabileceklerimi yaparım yine.

Siz eğer insanın, doğanın, canlıların üzerindeki iktidara karşı değilseniz, karşı olmadığınız gibi o iktidarı elde etmeye yönelik mücadele veriyorsanız, gideceğiniz ve varacağınız hiçbir yer yoktur. Çünkü siz iktidarın doğasının egemenliği altına girersiniz, iktidarı dönüştüremezsiniz. Tarihte pek çok örneği görüldüğü gibi iktidar sizi dönüştürür. İktidar ortadan kalkmadıkça, o hep doğasına dönecek ve sonuç aynı noktaya gidiş olacaktır.

İktidarın doğası, insan doğasına karşı tarihsel olarak hep üstünlük içindedir.

İktidarın doğası, insan doğasını nasıl etkiler?

“Son yıllarda, bu karamsar görüş değişir gibi olmuş, Dalai Lama’nın, temel doğamızın iyi ve şefkatli olduğu yolundaki görüşüne yaklaşılmıştır. Son yirmi, otuz yıl içinde, yüzlerce bilim adamının yaptıkları araştırmalar, saldırganlığın doğuştan gelmediğini ve şiddete eğilim göstermenin pek çok biyolojik, sosyal ve çevresel nedenden kaynaklandığını göstermiştir. Belki de, son araştırmalar hakkındaki en kapsamlı bildiri, dünyanın her yanından gelen yirmi kadar önemli bilim adamı tarafından yazılan ve imzalanan 1986 Sevilla Şiddet Bildirisi’dir. Bu bildiride, şiddet dolu davranışların meydana geldiğini kabul etmekle birlikte, bilimsel olarak savaşmaya ya da şiddete kalıtımsal bir eğilim gösterdiğimizi söylemenin yanlış olduğunu ve bu davranışın insan doğasında genetik olarak programlanmadığını da sınıflandırmalar yaparak belirtmişlerdir.” [11]

Bu da “devletin olmadığı yerde, herkesin herkesle savaşı olur.” şeklindeki Hobbesçu görüşe bir darbedir.

“Devletin olmadığı yerde, herkesin komşusuna karşı savaşı vardır; ve dolayısıyla herkes ele geçirdiği ve zor kullanarak elinde tuttuğu şeyin sahibidir; burada artık ne mülkiyet , ne de toplum olmayıp; sadece belirsizlik vardır.” vardır der Hobbes ünlü “Leviathan” adlı yapıtında. [12]

Eğer insan savaşmaya eğilimli ve doğuştan saldırgan değilse, özgür bir toplumda devletsiz bir ortamda diğerleri ile de barışçı ve uyumlu bir şekilde yaşayabilecektir. Eğer sosyal ve çevresel nedenler ortadan kaldırılırsa, insan saldırgan değil, özgür toplumla uyumlu bir canlı olacaktır. Burada özgür toplum gerçek anlamda eşitlikçi ve özgürlükçü adı üstünde.  Burada insan doğası da dönüşecektir olumlu anlamda. Elbette insan doğasının bazı özellikleri yine sürecektir, kusursuz mükemmel bir cennet asla olmayacaktır. Ama birey kendi doğasını daha kolay kontrol altında tutabilecektir. Kendi üzerinde dışarıdan bir iktdarı olmadığında, birey kendisini daha kolay yönlendirebilecektir olumluya doğru.

“Sosyolog Dr. Linda Wilson gibi bazı bilim adamları, bunun nedenini bulmaya çalışmışlardır. Dr. Wilson, alturizmin temel hayatta kalma içgüdümüzün bir parçası olduğu kuramını geliştirmiştir – bu kuram, eski düşünürlerin düşmanlık ve saldırganlığın hayatta kalma içgüdümüzün belirgin bir özelliği olduğu yolundaki kuramlarına tamamen zıt düşmektedir. Yüzlerce doğal afet durumunu inceleyen Dr. Wilson, bu felaketzedeler arasında güçlü alturistik davranışlar sergilendiğini görmüştür; bu da iyileşme sürecinin bir parçası gibi görünmektir. Başkalarına yardım etmek için beraberce çalışmak…” [13]

Eğer insan doğası doğuştan saldırgan olmaya eğilimli değilse, onu saldırgan yapan nedir? Onu saldırgan yapan, özgürlüğünün kısıtlanması, eşitsizliğin hüküm sürmesinin yanısıra başta devletler olmak üzere, iktidar mekanizma ve ağlarıdır aslında. Bu anlamda iktidarın doğası, insanın doğasını olumsuz olarak etkilemekte ve onu değiştirmektedir. İnsan üzerindeki her çeşit iktidar ortadan kalktığında, gerçek eşitlik geldiğinde insan kendi öz doğasına dönecek ve barışçıl ve uyum içinde yaşayacaktır diğer insanlar ve toplum ile.

İnsanı kendisine yabancılaştıran etkenlerden en önemlisi, onun üzerindeki her çeşit iktidardır. Çünkü iktidarlar insanın kendi olduğu gibi değil, onların istedikleri gibi düşünüp davranmasını beklerler. Öyle olmadığı zaman cezalandırmaya kadar bir dizi yaptırım uygularlar. Bunu zorla sağlarlar, kolaylıkla sağlayamadıklarında. Bu da insanın doğasını olumsuz etkiler.

Yabancılaşma da iktidarın doğasında vardır. O bireyi kendisine, içinde bulunduğu topluma, doğaya ve kendi ürettiğine yabancılaştırır. Bu sadece kapitalist sistemden kaynaklanmaz, -kapitalizmde yabancılaşma daha derin olsa da- siyasal iktidarın, hiyerarşinin, devletin olduğu her sisteme özgüdür. Burada yabancılaştırıcı olan iktidar ağ ve mekanizmalarıdır.

İktidarın doğası, insan doğasına etki eder. Örneğin kendi tanık olduğum bir gözlemimi  anlatayım. Ülkedeki eski başkandan memnun olmayan kişiler tanıyorum. Bu bir önceki başkandı. Hep şöyle derlerdi: “Bu başkan halkın güvenliği için hiçbir şey yapmıyor.” Daha sonra başka bir Başkan geldi. Bunu seviyorlardı. Yine güvenlik sorunu vardı, ama bu kez kişiler bu Başkanı ve onun temsil ettiği siyasal iktidarı korumak istiyorlardı. Bu nedenle hemen perspektif değiştirdiler. Bu kez şöyle diyorlardı: “Başkan her şeyi yapıyor,  halkın güvenliği için. Bütün polisleri seferber ediyor.” Oysa objektif olarak bakıldığında sorun aynen devam ediyordu. Çözüme doğru da gitmiyordu. Değişen bu kişilerin perpektifi idi. İktidarın doğası, onların doğasını etkilemiş ve perspektiflerini, bakış açılarını değiştirmişlerdi.

***

“Hukukun siyasal kaynağını ve yapısını belirleyen ilk ilişkinin bütün zeminini belirleyen olgu egemenliğin gücü elinde tutan iktidarın doğası ile ilgilidir. İktidarın doğasından kaynaklı olarak hukukla kurulan bu bağlantı siyasi kararın normal olan üstünlüğü olarak ortaya çıkmaktadır. Hukukun iktidarı değil, ama iktidarın hukuku belirlediği bu ilişki kipi devlet düzeninin derinliklerinde varlığını halen korumaktadır.” [14]

Burada hukuk, siyasal iktidarın kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı ve görünüşte sanki devletten bağımsızmış, hükümetten bağımsız karar alabilirmiş gibi yansıtılsa da, siyasal iktidarın elinde ve yönlendirimindedir. Bu da iktidarın doğasından kaynaklıdır. İktidar diğer bütün kavramları -hukuk dahil- kendi çıkarları doğrultusunda kullanır ve onları kendine tabi kılar. Hele totaliter ülkelerde bu gizlenmeye bile çalışılmaz, hukuk doğrudan siyasal iktidara hizmet eder.

Anarşist filozof Bakunin, iktidar kavramı ile hukuk arasındaki ilişkiyi şöyle dile getirmiştir: “Hukuk iktidarın fahişesidir.” [15]

Max Stirner ise hukuk kavramını sorgular ve bunun siyasal iktidar ile olan ilişkisini inceler:

“İnsan kişisel özgürlüğünün güvencede olduğuna inanınca, biraz ileri gidildiğinde en keskin köleliliğin nasıl egemen olacağının ayırdına varamaz. Zira insan emir kulu olmaktan kurtulsa ve “kimse bana emir veremez” dese de, yasalara boyun eğmeye eskisinden daha çok mahkumdur. Bu durumda insan hukuka uygun şekilde köle muamelesi görmektedir.” [16]

Bu noktada Stirner ve Bakunin hukukun iktidar ile olan ilişkisini doğrudan ve yalın bir biçimde ortaya koyarlar. Burjuva toplumunda birey, köle olduğunun farkında değildir, o kendisini özgür sanmaktadır. Ama çağdaş bir köleden başka bir şey değildir. Kendi haklarını güvence altına aldığını düşündüğü yasalar ve hukuk, aslında tamamıyla siyasal iktidarın, devletin ve egemen sınıfların haklarını güvence altına almaktadır. Ama çağdaş köle olan birey bunun hiç de farkında değildir.

***

Chomsky, şöyle diyor: “Ben insan doğası kavramıyla, toplumsal, düşünsel ve bireysel davranışlarımıza yön veren bu şematizmler, doğuştan gelen düzenleyici ilkeler toplamını, kütlesini kastediyorum.” [17]

Foucault ise insan doğası söylemine kuşku ile bakıyor.

“Bilgi tarihi içinde, insan doğası nosyonu, teoloji, biyoloji ya da tarihle bağlantılı ya da onlara karşıt belli söylem tiplerini tanımlayan bir epistemolojik işaret rolü oynamıştır bence esasen. Ben bunda bilimsel bir kavram görmekte zorlanıyorum.” [18]

Chomsky, “insancıl bir insan özü ya da insan doğası kavramı üzerinde temellenecek insancıl bir toplumsal kuram yaratmak. Görevlerden biri bu. Diğer görev ise toplumumuzdaki iktidar, baskı, terör ve yıkımın doğasını gayet açık seçik bir biçimde anlamaktır.” diyor yine.

İşte bu noktada ben insan doğası ile iktidar kavramının doğası arasındaki ilişkiye değinmek istiyorum.

Bu noktada iktidar kavramını yeniden tanımlamak gerekiyor bir ölçüde Foucault’nun yaptığı gibi. Siyasal iktidardan ibaret değildir iktidar kavramı en küçük ilişki biçimlerine mikro biçimde sızmıştır o ağlar ve mekanizmalar aracılığıyla varlığını en geniş noktalara iletir.

Foucault şöyle tanımlıyor iktidara bakışını: “Fakat ben siyasi iktidarın sanki siyasi iktidarla hiç alakası yokmuş, sanki ondan bağımsızmış gibi görünen -oysa aslında öyle olmayan- belli kurumlar aracılığıyla da uygulandığına inanıyorum…. Birincisi, siyasi iktidar zannedildiğinden çok daha derinlere indiği için; belli merkezler ve görünmez, pek bilinmeyen destek noktaları vardır; iktidarın gerçek direnci, gerçek katılığı belki de en beklenmedik yerlerden gelir.” [19]

Çevre, sosyal şartlar, içinde bulunduğu durum varsa insanı elbette çok etkiliyor. Ama insanın bu etkilenmenin yanısıra kendine özgü özellikleri de vardır. Bu da her insanın diğer insandan farklı ve eşsiz oluşundan kaynaklıdır aynı zamanda.

Çevre, toplumsal ilişkiler insan doğasını etkilese de, eğer varsa insan doğası diye bir kavram birçok farklı ve karmaşık yapılardan oluşur. Öyle olmasaydı aynı toplumsal koşullar ve aynı çevrede yaşayan insanlar hep aynı karaktere, düşüncelere  ve davranış biçimlerine sahip olurlardı.

Bu yazının konusu insan doğası olmadığı için, onun sadece iktidarın doğası  ile olan ilişkisini ele aldım.

Örneğin “The bad news on human nature, in 10 findings from psychology (Psikolojiden elde edilen 10 bulgudan, insan doğasına dair kötü haberler) adlı makalede nörobilimci Christian Jarett, çeşitli bilimsel araştırmalardan yola çıkarak insan doğasının karanlık yönleri hakkında elde edilen 10 çıkarımı kanıtlarıyla birlikte derlemiş. [20]

Bu araştırmada insan doğasının karanlık yönleri olduğu açığa çıkmış. Bu özelliklerin bir kısmı doğrudan iktidar kavramı ile ilişkili. Diğer kısmı ise iktidar kavramının kapsamı içerisinde. Örneğin “Genellikle psikopatik eğilimleri olan etkisiz liderleri destekliyoruz” savı öne sürülüyor.

“Amerikalı kişilik psikoloğu Dan McAdams geçen günlerde ABD Başkanı Donald Trump’ın açık saldırganlığının ve hakaretlerinin ‘ilkel bir çekiciliğe’ sahip olduğunu ve ‘kışkırtıcı tweet’lerinin’ bir alfa erkek şempanzenin ‘karşısındakilerin gözünü korkutmak için’ sergilediği davranışlara eşdeğer olduğu sonucuna varmış.” [21]

Burada aslında bir şempanzenin ya da bir gorilin göz korkutmak için yaptığı bir davranışın, Twitter’ı bir tehdit aracı kullanan Trump’tan bir farkı yok. Hatta ilkelliğe gelirse Trump’ın davranışı daha ilkel. Çünkü şempanze en azından kendi yaşam bölgesini korumak amacıyla böyle bir davranış gerçekleştiriyor. Peki bizleri Trump gibi psikopatik eğilimleri olan liderleri desteklemeye iten nedir? İşte bu da insan doğasının karanlık yanlarından birisi ve iktidarın doğası ile ilişkili. Tarihte şu büyük sağcı ya da solcu “kahramanları, önderleri” inceleseniz, bunların çoğunun psikopatik özelliklere sahip olduğu görülür. Psikopatik özellikler siyasal iktidar ile birleşince yıkıcı sonuçlara yol açıyor. Burada bence bir nokta da iktidarın psikopatik eğilimleri körüklediği düşüncesi, ben azından böyle düşünüyorum. Bu tarihsel bir olgu bence. İktidar kavramıyla doğrudan ilişkili. Çünkü binlerce yıldır insan siyasal iktidarlara tapmaya alıştırılmış, köleleştirilmiş. Boyun eğdirilmiş, itaat ettirilmiş. Kendi yarattığı lider ne kadar vahşi, sert görünüşlü olursa onu seçen insanlar da o kadar fazla tapınıyorlar iktidara.

“Devlet şeflerimiz keramet taslayanlardan başkası değiller ve biz de onların egemenliğinde yaşarken, rıza gösteren kurbanlardan başkası olamayız.”[22] diyor Caraco.

Yine aynı bilimsel araştırmada ““Başkalarının çektiği acıdan zevk alıyoruz” deniliyor. İktidar sahibi insanlara bakarsak, bunların çoğunun empatiden yoksun olduklarını, iktidarlarının önüne çıkan her şeyi ezip geçmekte bir an bile tereddüt etmediklerini görürüz. Adeta öyledir ki, başkalarının acıları onlara zevk verir. Bu da bence iktidar kavramının doğasında vardır.

“İnsanlar, dünyaya at gözlüğüyle bakmaya meyilli, fazlasıyla dogmatik canlılardır” deniliyor başka bir bölümde. Bu noktada dogmatizm fanatizme dönüşebiliyor ve siyasal iktidarları besleyen bir faktör oluyor. Özellikle totaliter rejimlere bakarsak, siyasal iktidar, devlet, hükümet için, iktidar sahipleri için kendi canını bile verebilecek insanlar olduğu görülebilir. Bu da işte insanın dogmatizme olan eğilimiyle açıklanabilir ve daha başka birçok faktörle de.  İnsanın dogmatizmi, onu kendi düşüncesinin yegâne doğru düşünce olduğuna inandırıyor ve ve diğerleri üzerinde, kendisine göre “yani yanlış düşünceye sahip olanlar” üzerinde iktidar kurmaya ve hatta onları baskı altına almaya götürüyor.

Aslında belki başka bir yazının konusu olabilir, ama bu nokotada iktidar mekanizma ve ağlarının ideoloji ile olan ilişkisine de bakmak gerekir. Çünkü bu dogmatizmin beslendiği en önemli kaynaklardan birisi ideolojidir. İdeolojik bakış açısı, bir at gözlüğü gibi insanın gerçekleri görmsini engelleyebilir.

Araştırmada çıkan başka sonuçlar kısaca şöyle: “İnsanlar, dünyaya at gözlüğüyle bakmaya meyilli, fazlasıyla dogmatik canlılardır.” “Yüzeyseliz ve kendimize fazla güveniyoruz.”

İktidar sahibi insanlara bakarsak, bunların çoğunun kendilerini olduklarından çok daha büyük, kendi siyasal güçlerini ise neredeyse sınırsız sandıklarını görebiliriz. Narsisistik kişilik gelişmiştir ve kişi kendini olduğundan çok daha büyük görmektedir. Hitler harita önünde Avrupa’nın içlerinde ilerlerken, belki de bunu bir oyundan ibaret sanmıştı ve dünyayı yönetimi altına alacağına kesinlikle inanıyordu.

“Hepimiz potansiyel ‘troll’leriz” deniliyor.

Dikkat edilirse troll olarak adlandırılan profesyonel kişilerin, ya da gönüllü olarak bunu yapanların siyasal iktidarları ve onların çıkarlarını, liderlerini savundukları ve bu doğrultuda provokasyon ve manipülasyon yaptıkları biliniyor. Bu da iktidar kavramı ile ilişkilidir. Çünkü siyasal iktidar manipülasyon üzerine kuruludur.

İnsan iktidarın etkisinden kurtulduğunda altruist davranış biçimlerine de daha yakın olacaktır.

Erol Anar

Dipnotlar


[1]  Emil Michel Cioran:  “Tarih ve Ütopya”, Metis Yayınları, 5. Basım, Çeviri: Haldun Bayrı, sayfa 47.

[2] Tolstoy: “Diriliş”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, sayfa 1014-1015.

[3]  Michel Foucault:  “Hapishanenin Doğuşu”,  İmge Kitabevi Yayınları, Ankara.

[4] Max Stirner, “Biricik ve Mülkiyeti”, Kaos Yayınları, Almanca’dan Çeviren: Selma Türkis Noyan, 1. Baskı: Eylül 2013, İstanbul,  sayfa 133.

[5] Elias Canetti: “Kitle ve Iktidar”, Ayrıntı Yayınları, Üçüncü basım 2006, İstanbul, sayfa 284.

[6] Michel Foucault-Noam Chomsky:  “İnsan Doğası İktidara Karşı Adalet”,  Bgst Yayınları, Birinci Basım İstanbul, Kasım 2005, sayfa 44. https://www.kitapyurdu.com/kitap/insan-dogasiiktidara-karsi-adaletfoucault-ve-chomsky-tartisiyor/77089.html

[7] Yuval Harari: “21. Yüzyıl Için 21 Ders”, Türkçesi: Serin Siral, Kolektif Kitap, 1. Baskı, Eylül 2018, İstanbul, sayfa 224.

[8] Stirner, age, sayfa 199.

[9] Stirner, age, sayfa 290.

[10] Stirner, age, sayfa 138.

[11] Dalai Lama , Howard C. Cutler: Mutluluk Sanatı-Yaşam İçin Bir El Kitabı, Klan Yayınları, sayfa 69.

[12] Thomas Hobbes: Leviathan, YKY Yayınları, 6. Baskı: Ocak 2007, İstanbul, Çeviren: Semih Lim, sayfa 188

[13] Dalai Lama , Howard C. Cutler, age, sayfa 69.

[14] Özgürlük Eşitlik Kardeşlik, Birinci Uluslararasi Felsefe Kongresi, Editör: İsmail Serin, sayfa 413.

[15] Mihail Bakunin, Vikisöz, https://tr.wikiquote.org/wiki/Mihail_Bakunin

[16] Max Stirner, age, sayfa 138.

[17] İnsan Doğası İktidara Karşı Adalet, sayfa 10.

[18] Age, sayfa 12.

[19] Age, sayfa 44.

[20] Yazının türkçe çevirisine buradan  İngilizce orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.

[21] İnsan Doğası Hakkında Bilmeniz Gereken Bilime Dayalı 10 Acı Gerçek.

[22] Albert Caraco: “Kaos’un Kutsal Kitabı”, Versus Yayınları, Çeviri: Işık Ergüden, Eylül 2007, age, sayfa 58.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!