Hayat Zayıfları Affetmez

Hayat Zayıfları Affetmez

Sistem öyle kurulmuştur ki, herkes kendisinden daha güçlü olana itaat eder, güçsüz olana ise itaat ettirir. Böylece sistem varlığını sürdürür.

Bu henüz yayınlanmayan bir şiir kitabımın adı: Hayat Zayıfları Affetmez. Hayatım boyunca öğrendiğim en önemli gerçeklerden birisiydi bu. Gerçekten de hayat zayıfları affetmiyor.
Önceki gün ABD hapishanelerinde nasıl hayatta kalınabileceğine dair bir belgesel izlemiştim. O belgeselde eski bir mahkûm şöyle diyordu: “Dayak yeseniz, karşınızda birçok kişi aynı anda sizi dövmeye çalışsa bile, buna rağmen son ana kadar karşı koymalı, direnmelisiniz. Çünkü bu sizi gelecek saldırılardan koruyacaktır. ‘Bu kişi karşı koyuyor, direniyor.’ diyerek size saldırmaktan kaçınacaklardır.”
Katılıyorum bu kişinin söylediklerine. Okulda öğretmen en zayıf, karşı koymayan, ses çıkarmayan kişiyi daha çok döver. Hapishanede gardiyan yere yıkıp dövse bile, son ana kadar kendisine karşı koyan kişiye bunu yeniden yapmaktan kaçınabilir. Çünkü direnen kişi onun otoritesine tehdittir. Otorite sahibi kişiler, kendilerine direnilmesinden hiç hoşlanmazlar.

Bir hapishanede devletin asker, polis, gardiyan  güçlerinin yanında bazı mahkûm gruplarının da güçleri vardır. Bunlar çoğunlukla mafya tipi çete örgütlenmeleridir. Sıradan, tek başına olan bir mahkûm, gardiyanın yanısıra bu güçlere itaat etmek durumunda kalabilir. Ve bunların saldırısına uğrayabilir. Ya da iki üç kişilik birbirini kollayan küçük bir mahkûm grubu da bağımsız bir kişi için tehlikelidir o koşullarda. Hayat, dışarıda da aynen böyledir aslında. İşyerinde, devlet dairelerinde, her yerde itaat etmeniz ve size düşeni şikâyet etmeden yapmanız beklenir. Bütün bu yerlerde en birinci koşul itaat etmenizdir. Eğer zayıfsanız, zayıf görünüyorsanız her yerde ve her fırsatta sizi ezeceklerdir.

Diyelim ki itaat etmediğiniz için hapse atıldınız. Orada da itaat etmeniz beklenir, hatta şiddet yöntemleri, işkence uygulanır itaat etmeniz için bazen. Yani sistem, toplum ve devlet sizden mezara kadar etmenizi bekliyor.

Sistem öyle kurulmuştur ki, herkes kendisinden daha güçlü olana itaat eder, güçsüz olana ise itaat ettirir. Böylece sistem varlığını sürdürür.

“ltaat eden sırası geldiğinde kendine itaat ettirir: Kurbanken cellat olur herkesin en yüksek arzusudur bu.” [1]

Hatta öyledir ki, itaat ettirenler de itaat ederler. Bu böyle en tepeye kadar işler. En  tepedeki bile kendi dışındaki bazı güçlere itaat etmek durumunda kalabilir.

Kişi öylesine otomatik biçimde itaat ediyor ki, çoğu zaman yaptığının farkına bile varamıyor. Bir makine gibi otomatik programlanmış şekilde davranıyor.

“İtaat ettiğinin bile farkında değilken kim itaatsizlik edebilir?”[2]

Sadece devlet, hükümet ya da başka makro iktidarlar değildir sizden itaat isteyen. Bizzat gönüllü olarak katıldığınız kurumlar da (isterse sisteme karşı olsun) sizden kayıtsız şartsız itaat isterler. Yani makro ve mikro iktidarlarla kuşatılmıştır birey ve hepsi ondan itaat bekler.

***

Dik başlı olmanın, direnmenin bedeli yalnızca fiziksel dayak, işkence değildir. Ödüllendirme mekanizması da devreye girer. Çünkü her şey şiddetle elde edilemez. Bu şekilde sistem itaat edenleri biçimde ödüllendirir. Hiçbir ödül vermiyorsa, itaat edenin en azından nefes alıp yaşamasına izin verir. Çünkü itaat etmeyeni bazen yaşatmıyorlar bile.

“İnsan, kendisine yabancılaştırılır ve kendi yaptığı işlerin önünde diz çöker. Kendi ürettiği nesnelerin önünde, Devlet’in önünde ve kendi yarattığı liderlerin önünde diz çöker.”[3]

İşte sistemin, iktidarın, devletin istediği yalnızca budur: Diz çökmek, itaat etmek. Çünkü bunu yaptığınızda artık gerisi geliyor bir biçimde. Sistem sizi tehlikesiz bir birey haline dönüştürüyor.

Direnmenin tek riski, ölene kadar dövülmektir. Bu da her zaman olan bir şey değildir. Genellikle kimse başına bela almak istemez, sizi iyice döver ve bırakırlar. Sonra da rahat edersiniz, size bulaşmaktan çekinirler. Çünkü siz otoriteye tehditsinizdir onlar için.

Hayat da böyledir. Sizi yere yıkar ve döver zaman zaman. Eğer yeniden ayağa kalkmaz ve direnmezseniz, artık yaşayan bir ölüden başka bir şey olma şansınız kalmayacaktır. Yoksa hayat sizi yerlerde süründürür, gelen geçen sizi tekmeler.

Peki kendini korumak için değil de, başkalarının hakkını korumak için direnenler de var mıdır? Evet tarihe bakarsak böyle pek çok örnek görürüz ki, tarihi yapanlar da işte bu insanlardır.

Hayat, son nefese kadar bir direniş olmalı ve ölüm ayakta karşılanmalıdır. Bazen dişinizi göstermeniz gerekiyor. Yalnızca kendinizi korumak için değil, insan onurunu korumak ve ezilenlerin haklarını savunmanız da gerekiyor. İşte o zaman hayatın bir anlamı olacaktır.


Erol Anar


[1] Emil M. Cioran: “Çürümenin Kitabı”, Dördüncü Basım: Kasım 2013, İstanbul,  sayfa 104.

[2] Erich Fromm: “İtaatsizlik Üzerine”, Say Yayınları, 2014, sayfa 26.

[3] Fromm, age, sayfa 46.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!