Öğrenilmiş Çaresizlik ve İtaat

Öğrenilmiş Çaresizlik ve İtaat

Öğrenilmiş çaresizlik var olan koşullara teslimiyettir ve bireyin özsaygısını törpüleyerek, onu koşulsuz itaate zorlar. Başta siyasal iktidar olmak üzere her tür iktidarın kullandığı ve bireyde umutsuzluk, güçsüzlük yaratarak onun teslim olmasını itaat etmesini sağlamak için kullanılan bir yöntemdir.

Öğrenilmiş Çaresizlik (learned helplessness) , organizmanın göstermiş olduğu tepkilerin sonuca ulaşmaması durumunda, sonucu değiştiremeyeceğine karşı oluşan inançtır. Bireysel ve sadece bir kehanetten ibaret olan bu durumdaki birinin benlik saygısı düşer. Martin E. P. Seligman’ın 1965 yılında öğrenme ve korku arasındaki ilişkiyi incelerken Ivan Pavlov’un Klasik Koşullanma deneyinde keşfettiği bir kavramdır.

Seligman köpeklerle bir deney yaptı. Ve deney sonunda üç gruba ayırdığı köpeklerden ikinci grupta olanların çaresizliği kabul ettiklerini ve içinde bulundukları duruma rıza gösterdiklerini ortaya çıkardı. Yine muzla yapılan beş maymun deneyi de aynı sonucu verir. Kafesin tepesindeki muzu almaya çalışan maymunlar basınçlı su ile ıslatılırlar. Daha sonra kafese yeni giren bir maymun muzu almaya çalıştığında, diğer maymunlar tarafından dövülerek engellenir. Bu böyle sürüp gider. Artık hiçbir maymun merdiveni çıkıp muzu almaya cesaret edememektedir.

İşte bu durum toplumun içinde bulunduğu duruma benzer. Gerçeği söylemek isteyenler, “Kral çıplak!” diyenler devletin güvenlik güçlerinden önce, toplumun diğer üyeleri tarafından zorla susturulmaya çalışılır. Gerçeği her ifade ettiğinde kişi, hemen diğerlerinin saldırısına uğrar. Bugün bunu görmek zor değildir. Herhangi bir internet haber sitesinde siyasal iktidarı eleştiren bir yorum yapınız. Daha birkaç dakika geçmeden küfürler hakaretler ve aşağılamalarla dolu yanıtlar alabilirsiniz. Bunu yapanların bir kısmı troll olabilir, ama önemli bir kısmı gönüllü olarak hükümet savunuculuğuna soyunmuş kişilerdir. İşte bu, maymunların deneyine benzer. Gerçeği söyleyenler, hakikati ortaya koymaya çalışanlar, toplumun diğer üyeleri tarafından susturulmaya çalışılır.

İnsanın durumu da aynıdır aslında. Toplumun büyük çoğunluğu içinde bulunduğu olumsuz durumu bile kabul eder, ona rıza gösterir. Bu öğrenilmiş çaresizliktir. İtaatin sürüp gitmesinin bir nedeni de budur. Birey birey olarak kendisini çaresiz ve içinde bulunduğu koşulları değiştirmekten aciz olarak görür ve içinde yaşadığı bu koşullara teslim olur. Aslında umutsuzdur, bu umutsuzluk da onun itaat etmesini kolaylaştırır bir bakıma.

Öğrenilmiş çaresizliği motive eden bazı kavramlar da vardır, dinler, inançlar, iktidarlar, devlet vs… Kişi devlete karşı da birey olarak çok güçsüz olduğunu düşünür ve birçok iktidar odağına karşı da. Dolayısıyla bu noktada “Nasıl olsa devlete, siyasal iktidara gücüm yetmeyecektir.” diye teslimeti ve itaati seçebilir.

Ne kadar ders çalışırsa çalışsın sınavdan düşük not alan birinin; “Nasıl olsa yüksek not alamayacağım.” deyip ders çalışmaktan vazgeçmesi öğrenilmiş çaresizlik belirtisidir.

Öğrenilmiş çaresizlikte bir pasiflik söz konusudur.

Öğrenilmiş çaresizlik daha küçük yaşlarda ailede başlar. Geleneksel ataerkil ailede, babanın otoritesi kabul edilir. Baba aynı zamanda devlettir bu tip ailede. Ve okulda ise öğrenilmiş çaresizlik artık teorileştirilir ve kişinin hücrelerine kadar işler. Yine Kilise, Cami, Sinagog gibi kurumlar da her tür iktidara hizmet eder. “Sezar’ın hakkı Sezar’a, İsa’nın hakkı İsa’ya” işte bu anlayışın yansımasıdır. Bu gibi dinsel kurumlar, siyasal iktidarın bir parçasıdır aslında, devlet ile birlikte çalışırlar çoğu zaman. İkisinin de birbirine ihtiyacı vardır bu anlamda. İkisi de öğrenilmiş çaresizlik metotlarını kullanır ve birbirine hizmet eder. Yine cemaatçı örgütlenme  türü olan tarikatler de aynı şekildedir.

Ayrıca medya da insanlara sürekli çaresizliklerini siyasal iktidarın güçlülüğünü işleyerek, onlara çaresizliği öğretir.

Örneğin çocukluğumda mahallemizdeki birçok yetişkin insandan şuna benzer sözler duymuştum: “Koskoca devlet ile baş çıkılır mı?” Ya da medyada siyasileri eleştiren yutttaşların başına gelenleri okuruz:  “Koca başbakana nasıl bunu söylersin?”

Böylece kişiye giderek güçsüzlüğü hatırlatılır. Birey hiçtir bu anlayışa göre, hiçbir şey yapamaz, Yapabileceği tek şey uysal bir şekilde boyun eğmektir.

Öğrenilmiş çaresizlik var olan koşullara teslimiyettir ve bireyin özsaygısını törpüleyerek, onu koşulsuz itaate zorlar. Başta siyasal iktidar olmak üzere her tür iktidarın kullandığı ve bireyde umutsuzluk, güçsüzlük yaratarak onun teslim olmasını itaat etmesini sağlamak için kullanılan bir yöntemdir.

Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” kitabından yeraltı adamının söylediği bir cümle vardır. Şöyle der Yeraltı Adamı:

“Duvarı yıkacak gücüm yoksa, onu yıkmak için kendimi paralayacak halim yok tabii ki, fakat önümde duvar var diye ona boyun eğecek de değilim.”[1]

İşte bu ustalıkla verilmiş bir yanıttır, öğrenilmiş çaresizliğe karşı. İçinde bulunduğu durumu o an için değiştiremeyen birey, yine de bu duruma boyun eğmez ve mücadeleye etmeye devam eder. Teslim olmaz.

Birey, çarenin kendisinde olduğunu anladığında, öğrenilmiş çaresizliğe teslim olmayacaktır.

 

Erol Anar

[1] Dostoyevski: Yeraltından Notlar, Bordo Siyah Yayınları, sayfa 32.

 

One thought on “Öğrenilmiş Çaresizlik ve İtaat

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!