Sana Mektuplar: İnsanı Öldüren İşte Bu Ukalalığıdır

Sana Mektuplar: İnsanı Öldüren İşte Bu Ukalalığıdır

 

Yani insanı bitiren bu uçlar arasında gidip gelmesi ve ukalalığıdır. İnsan dün ne yaşadığını hemen unutarak, kendini olduğundan çok daha yüksek görme eğilimine girer. Ukalalaşır, kendisini aşırı beğenir.

 

Sevgili Uzaklar,

İnsanı bitiren en önemli şey, onun içinde bulunduğu durumda kendisini görememesi ve giderek artan ukalalığıdır. Örneğin 100 lira için 100 takla atarken, birden paraya kavuştuğunda 100 lira ile sigarasını yakmaya kalkışır. Kazara bir kez piyangodan ya da maç bahislerinden ya da şuradan buradan bir şey tutturmuşsa, orta ölçekli bir ikramiye kazanmışsa ya da küçük bir ikramiye, hemen ukalalaşır ve kendisini her zaman kazanacakmış gibi zanneder.

Sevgiye çok ihtiyacı olan insanlar, onu bulduklarında kırabilir, parçalayabilir bir cam gibi. Uçlarda gezinen insanlardır bunlar, nasıl davranmaları gerektiğini bilmezler. Bu prototip, sevgiye çok ihtiyacı varken, belki de hiç gerçek anlamda sevilmemişken, birisi kendisini sevdiğinde hemen havaya girer ve ukalalaşır. Ve onu seven kişiye gereken değeri göstermek yerine, sanki o kendisini sevmeye mecburmuş gibi davranır. Yine ukalalaşır.

Yani insanı bitiren bu uçlar arasında gidip gelmesi ve ukalalığıdır. İnsan dün ne yaşadığını hemen unutarak, kendini olduğundan çok daha yüksek görme eğilimine girer. Ukalalaşır, kendisini aşırı beğenir.

Yani sevgilim, her şeyden önce insanı öldüren işte bu ukalalığıdır.

***

Hayatın bir estetiği vardır, yaşamanın… İnsan estetiğe sahip oldukça giderek incelir, hayatın inceliklerini fark eder. Giderek incelmesine karşın, gücü azalmaz aksine artar.

Sevgili Uzaklar,

Düşünüyorum da, neden yüzde yüz bizim gibi düşünen, bizim gibi hisseden, bizim gibi konuşan bir insan istiyoruz çevremizde? Neden farklı düşüncelere tahammül edemiyoruz? Örneğin diyelim sevdiğimiz bir yazarın, bizim düşüncemize aykırı bir görüşüne neden hemen tepki duyuyoruz? Neden onu olduğu gibi kabul etmiyoruz? Neden insanları değil de, kendimizi gözden geçirip kendimizi yenilemiyor ve geliştirmiyoruz? Herkes istediği gibi düşünsün özgürce ve kimse kimsenin düşüncesine sınır ve kota koymasın. İşte o zaman gerçek düşünce özgürlüğünde, düşünceler tartışılarak özgürce bir yere varılabilir diye düşünüyorum.

Örneğin bir yazar olarak bazen paylaşımlarıma tepkiler alıyorum, ‘sizde mi böyle düşünüyorsunuz?’ deniliyor. Örneğin bir kişi kendi düşüncesine aykırı bir düşünceyi dile getirdiğimde, hemen tepki veriyor. Evet ben böyle düşünüyorum, siz öyle düşünüyorsunuz. Ben sizin düşüncenize herhangi bir kota koymuyorum, istediğiniz düşünmekte özgürsünüz. O zaman ben de istediğim gibi düşünmekte özgürüm. Birbirimize kota koymazsak, işte o zaman gerçek anlamda herkes birbirinin düşüncesine saygı duyar ve insani ilişki sağlıklı bir şekilde gelişmeye başlar. Yoksa en küçük düşünce farklılığında çevremizdeki herkesi siler ve yapayalnız kalırız. Ve o zaman da Foucault’nun dediği noktaya geliriz: “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa, orada kimse yok demektir.”

***

Hayatın bir estetiği vardır, yaşamanın… İnsan estetiğe sahip oldukça giderek incelir, hayatın inceliklerini fark eder. Giderek incelmesine karşın, gücü azalmaz aksine artar. İncecik bir daldır o ama kırılmaz, hayata ve onun güçlü rüzgârına uyum sağlayarak hayatta ve ayaklarının üzerinde kalmayı başarır. Akışa uyum sağlayan, artık daha güçlüdür. Ve o daha hızlı varır gideceği yere.

“Aynalarda gördüğüm suretim, hep ruhumun kollarına sığınırdı. Düşüncelerimde bile olduğum gibi var olabilirdim ancak: zayıf ve beli bükük biri.” Fernando Pessoa *

İki tür yazar var bence: Geçmişte okuyup da değerli bulduğumuz ve yıllar geçtikçe şarap gibi daha da değerli hale gelenler ile önceden değerli bulduğumuz, ama şimdi bize hiçbir şey ifade etmeyen yazarlar.

Bazı yazarların yapıtlarını yeniden okuduğumuzda sığ buluruz ve ‘Ben bunu nasıl sevmişim’ diye sorarız kendimize. Bazı kitaplarda ise daha önce keşfetmediğimiz hazineler keşfederiz, görmediklerimizi görürüz. Bu tür kitapları her okuduğumuzda yeni şeyler görürüz. Örneğin benim için bir örnek vermek gerekirse defalarca okuduğum kitaplar vardır hayatımın çeşitli dönemlerinde ve bu kitaplarda her seferinde yeni şeyler keşfetmişimdir kendi açımdan. Bunlardan ikisi, Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” ile “Karamazov Kardeşler” adlı romanlarıdır. Ve başka kitaplar… Yine Fernando Pessoa’nın özellikle “Huzursuzluğun Kitabı” adlı yapıtı. Ne kadar derin bir yapıttır o, her satırı bir uçurumdur. Bir metaforlar toplamıdır, her seferinde farklı duygulara sürükler bizi.

Dediğim gibi sevgilim hayatın bir estetiği vardır, İnsan bunun farkına vardığında bir yarışa girmekten de uzaklaşıyor ve kendini keşfetmenin derin yollarını arıyor. Hayatın bir anlamı olmalı; yoksa hayat anlamsız bir yarıştan, iktidar ve elde etme duygu ve davranışlardan ibaret olmamalı.

Sevgiyle kal…

Erol Anar

Kasım 2018

Paraná

*Fernando Pessoa: ‘Huzursuzluğun Kitabı’, sayfa 32, epub.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!