Sana Mektuplar: Sadece Sonsuzluktur Geriye Kalan

Sana Mektuplar: Sadece Sonsuzluktur Geriye Kalan

 

Ama sonra yine anlamıştım. Varmak diye bir şey yoktu aslında. Bir şeylere vardığımızı, ulaştığımızı sanmamız tamamen bir yanılsamaydı. Varmak bir noktaydı, ama aslında sonsuzluk vardı sadece.  Çünkü sadece sonsuzluktur geriye kalan.

 

Sevgili Uzaklar,

İnsanı her ne kadar hayatı boyunca diğer insanları da birçok kez yaralar ve yaralanırsa da, (küçük çiviler) insan en büyük yarayı kendisi açar kendinde denildiği gibi. (en büyük çivi) Yani en büyük çiviyi insan kendisine sokar ister istemez. Herkes kendi çarmıhını taşır kendi sırtında.

Kalbini açmıştın tüm samimiyetinle bana. İçinde sağanak yağmurlar, gök kuşağı, uçsuz bucaksız ovalar ay ve güneş vardı. Ve çiçek tarlaları ufka kadar sonsuz, beyaz papatyalar, binbir renkte kır çiçekleri. Hepimizin içinde sonsuz bir dünya vardı: Vadiler, ovalar, dağlar… Belki de hayatımız boyunca bir kez olsun ziyaret etmediğimiz bu iç ülke, bizimle birlikte gömülüyordu. Kim bilir kaç iç ülke insanlarla birlikte gömüldü şimdiye dek, tek bir kez bile çiğnenmeden  o uçsuz bucaksız güzelim ovalar, tek bir kez açılmadan kapıları sonsuzluğa.

En azından biz içimizdeki ülkeye hem ayak basmanın, hem de o iç ülkelerimizi birbirimize açmanın mutluluğunu yaşadık Adalı sevgilim. Sana Adalı diyorum, çünkü biliyorum ki bir yerlerde bir ada var sonsuzluğa açılan, hiçbir kötülüğün kapısından adım atamadığı. İnsanların özgür, mutlu ve eşit bir şekilde yaşadıkları. İşte sen de oralıydın, tıpkı benim gibi.

Pessoa’nın dediği gibi yaptım sevgilim: “Doğuştan bana ait olan içimdeki toprağı, adım adım fethettim. İçinde bir hiç olarak kaldığım bataklığı, azar azar ele geçirdim. Sonsuz varlığımı doğurdum, ama kendimi kendimden forsepsle koparmak zorunda kaldım.”[1]

İnsan bazen kendi kendisinden doğar ve kendi kendisini doğurmak zorunda kalır. Ona yardım edecek, çekip dışarıya çıkaracak kimse yoktur. Ve işin kötü yanı bir anne yoktur kendinden doğumda. Annesiz bir doğumdur bu. Ve çok daha zordur.

***

Sevgili Uzaklar,

Ve hayatımın anlamını geç de olsa kavramıştım. Bir yere yıllarca uçan, ama oraya vardığında geç kalmış olmanın pişmanlığı yaşayan bir kuş gibi hissediyordum kendimi. Ama ne olursa olsun varmıştım yine de oraya. Öyle hissediyordum. Ama sonra yine anlamıştım. Varmak diye bir şey yoktu aslında. Bir şeylere vardığımızı, ulaştığımızı sanmamız tamamen bir yanılsamaydı. Varmak bir noktaydı, ama aslında sonsuzluk vardı sadece.  Çünkü sadece sonsuzluktur geriye kalan. Geç kalmak, erken ulaşmak gibi bir şey de yoktu. Hiçbir yere, hiçbir zaman varamayacağını, ulaşamayacağını anladığında belki de yaşamının anlamını çözmeye yakınlaşıyordun.

Yine Pessoa’ya sığınıyorum bu noktada sevgilim: “Ne zevk, ne ün, ne iktidar: özgürlük, yalnız özgürlük.”[2]

İşte hayatın anlamı buydu, birazcık özgürlük, o bile yetiyordu hayatı kavramaya, onun içindeki derinliği fark etmeye, bir parça da olsa. Çünkü diğer şeylerin hepsi geçiciydi ve insana yalnızca mutsuzluk ve doyumsuzluk getiriyordu. İktidar, daha fazla iktidar istemine yol açıyordu. Para ve ün de öyle. Çıkmaz sokaklardı bunlar. İnsanı kurtaracak tek şey, insanın en büyük ideali özgürlüktür. Özgürlük hiçbir şeyle değişilmezdi. Değişildiğinde, özgürlüğümüzü teslim ettiğimizde geriye konuşulmaya değer bir hayat kalmıyordu.

Bir kuş olup gökyüzünde özgürce uçmak istiyordum, en azından kendi zamanım son buluncaya dek. Ve yanımdaki diğer kuş, sen olmalıydın. Adamıza doğru uçmalıydık çığlık çığlığa ve özgürce masmavi gökyüzünde.

Sevgiyle kal…

 

Erol Anar

24 Eylül 2018

Paraná

[1] Fernando Pessoa: “Huzursuzluğun Kitabı”, s. 29.

[2] Age, s. 44.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!