Geleceğin Toplumu (8): İktidar Biçim ve İlişkileri Üzerine

Geleceğin Toplumu (8): İktidar Biçim ve İlişkileri Üzerine

Ancak iktidar biçim, yapı ve ilişkileri de giderek değişmekte, postmodern biçimlere bürünmektedir. Bu anlamda merkezi devletten kurtulmak, iktidar ilişkilerinden kurtulmak anlamına gelmeyecektir. Artık birey, görünmeyen iktidar güçleri tarafından denetlenecektir. Özünde kendisini sanal olarak “özgür” bile hissedebilir zaman zaman, ama kendi realitesini nesnel bir biçimde görmekten kaçamayacak ve görünmez bağlarla nasıl köşeye sıkıştırıldığını ve hayatının her anında boyun eğmeye zorlandığını hissetmekten kaçamayacaktır.

Geleceğin toplumunda iktidar ilişki ve biçimleri nasıl şekillenecek?

Kendisi öyle olmadığını iddia etse de post-yapısalcı bir düşünür olarak bilinen Michel Foucault, iktidar kavramını çözümlerken modern toplumu incelemiştir.

Foucault ‘Omnes et Singülatım’ adlı makalesinde modern iktidarın ‘bireyselleştiren iktidar’ (individualizing power) problemi ile ilgileniyor. Bireyselleştiren iktidar tipinin kökenlerine vurgu yapıyor. Modern ulus devletlerde iktidarın dönüşümünü ve görünüm biçimlerini anlamlandırmaya giriş olarak bu makale önemini koruyor. Foucault’ya göre, Avrupa toplumlarında iktidarın daha merkezileşmiş bir biçime evrimleşmesinin yanında, başka bir tür iktidar dönüşümü vardır. Bu bireyleri yönetmek için geliştirilmiş tekniklerdir. Devlete ‘merkezileştiren iktidar’ (centralising power) dersek, bireyselleştiren iktidara da ‘çobanıl iktidar’ (pastoral power) demeliyiz. Foucault bu çobanıl iktidarın antik tarihinden ve bu iktidarın karşıtı olan devlet ile nasıl birleştiğinden bahseder.

Hıristiyanlık kendi iktidarını bedenler üzerinde kabul ettirmek için pastoral iktidarı kullanmıştır. Pastoral iktidar, şimdi adına devlet dediğimiz siyasi yapının, tam zıttı bir yapılanmadır. Pastoral iktidara, kısaca, çobanın sürü üzerindeki kollayıcı iktidarıdır, diyebiliriz.

Ancak iktidar biçim, yapı ve ilişkileri de giderek değişmekte, postmodern biçimlere bürünmektedir. Bu anlamda merkezi devletten kurtulmak, iktidar ilişkilerinden kurtulmak anlamına gelmeyecektir. Artık birey, görünmeyen iktidar güçleri tarafından denetlenecektir. Özünde kendisini sanal olarak “özgür” bile hissedebilir zaman zaman, ama kendi realitesini nesnel bir biçimde görmekten kaçamayacak ve görünmez bağlarla nasıl köşeye sıkıştırıldığını ve hayatının her anında boyun eğmeye zorlandığını hissetmekten kaçamayacaktır. Görünmez zincirler o kadar güçlü bir hale gelecektir ki, teknolojik aletlerle birlikte, birey kendisini daha fazla derin bir anksiyete ve depresyonun içinde hissedecektir.

“…bir makine olarak beden üzerine merkezileşmiştir: bedeni disipline etmek, yeteneklerini optimize etmek, gücünü ele geçirmek, yararlılıklarının ve yumuşak başlılıklarının paralel büyümesi, etkinlik sistemleri ile bütünleşmesi ve ekonomik kontrolleri, bütün bunlar disiplin olarak karakterize edilen iktidar prosedürleriyle sağlanır : insan bedenin bir anatomi-politikası .” Biyoiktidarın diğer kutbu hakkında da şunları söyler: “Beden yaşam mekanikleri ile donatılmıştır ve biyolojik süreçlerin temeli olarak hizmet eder : üreme, doğum ve ölüm, sağlık düzeyi, ortalama ömür gibi bütün bu durumlarla değişimlerine sebep olabilir. Onların denetlenmesi bütün bir müdahale serisi ve düzenleyici kontroller tarafından sonuçlandırılmıştır.”

Foucault’ya göre iktidar, iplikleri her yere uzanabilen bir ağdır.

‘Foucault, biyoiktidar sayesinde iktidarın yeni bir sürece girdiğini belirtir. Düşünürün disiplin toplumu ve düzenleyici kontroller adını verdiği teknolojiler sayesinde iktidar tek tek bedenlerde varolur, tek tek insanlara hükmeder ve böylece (kabaca söyleyecek olursak) her bireyi bir polis haline getirerek iktidarı dışarıdan içeriye değil, içeriden dışarıya doğru yayar.’

Foucault’ya göre biyoiktidar bir iktidar teknolojisidir yani bir tek iktidar teknolojisine değişik teknikleri kapsayan bir iktidarın uygulanmasıdır. Bu politik teknolojinin ayırt edici niteliği tüm toplumun, nüfusun kontrol edilmesine izin vermesidir. Biyoiktidar modern ulus devletin ve modern kapitalizmin ortaya çıkışında önemlidir. Terim tam anlamıyla “bedenler üzerine kurulan iktidar”dan bahseder. Foucault, biyoiktidar sayesinde iktidarın yeni bir sürece girdiğini belirtir. Düşünürün disiplin toplumu ve düzenleyici kontroller adını verdiği teknolojiler sayesinde iktidar tek tek bedenlerde varolur, tek tek insanlara hükmeder ve böylece (kabaca söyleyecek olursak) her bireyi bir polis haline getirerek iktidarı dışarıdan içeriye değil, içeriden dışarıya doğru yayar.

İngiliz filozof Jeremy Bentham’ın ideal hapishane olarak tasarladığı Panoptikon halka biçimli bir binadır, ortasında bir avlu ve avlunun ortasında bir kule vardır. Halka hem içeriye hem dışarıya bakan hücrelere bölünmüştür. Bu küçük hücrelerin her birinde, kurumun hedefine uygun olarak, yazı yazmayı öğrenen bir çocuk, çalışan bir işçi, ıslah edilen bir mahkûm, deliliği yaşayan bir deli vardır. Merkezi kulede bir gözetmen vardır. Her hücre hem içeriye hem de dışarıya baktığından gözetmenin bakışı tüm hücreyi kat edebilir; hiçbir karanlık nokta yoktur ve sonuç olarak, bireyin yaptığı her şey bir gözetmenin bakışına açıktır; bu gözetmen kendisinin her şeyi görebileceği, buna karşılık kimsenin kendisini göremeyeceği şekilde panjurlar, yarı açık bölme pencereleri arasından gözlemde bulunur. Bentham’ a göre, bu küçük ve harikulade mimarı kurnazlığı bir dizi kurum kullanabilir. Panoptikon, aslında, bir toplum ve bir iktidar türünün ütopyasıdır. Aslında Bentham’ın ideal bir hapishane olarak tasarladığı bu sistem, mimarı yapı olarak olmasa da Foucault’ya göre aslında Jeremy Bentham’ın tasarladığı hapishane binası hiçbir zaman inşa edilmemiş olsa da Bentham’ın düşü gerçekleşmiş ve panoptizm başka bir biçimde tüm Batı’yı etkisi altına almıştır.[1]

Aslında Foucault’nun dünyası da geride kaldı bir anlamda. O yıllardan bu yana bilim ve teknoloji anlamında önemli gelişmeler oldu. Biraz daha gelecek 20 yıla bakarsak, çok daha devrimsel nitelikte gelişmeler olacağı açık. Dolayısıyla artık, iktidar kavramında bir denetleyen olmasına da gerek kalmayacak, birey kendi kendini denetleyecektir. Bu da çeşitli teknolojilerin kullanılmasıyla mümkün olacaktır. Örneğin nanoteknoloji gibi. İnsan vücuduna ya da beynine yerleştirilebilecek herhangi bir chip yardımıyla bir bireyin 24 saat ne yaptığı, ne yediği, ne düşündüğü an an bilinecektir. Ama bunun bilinmesine bile gerek kalmayabilir, eğer birey kendi kendisini denetlediği ölçüde. Yani Bentham’im Panaptikon adlı hapishane tasarımı bizzat bireyin kafasının içine kurulmaktadır. Böylece dışarıdan herhangi bir müdahaleye gerek bile kalmadan, özne kendi kendisini denetim edecektir. Daha şimdiden vücutlarına çip takılan insanlar vardır. Gelecekte bu çok daha yaygın olacaktır.

Yine insan beyninin bilgisayar ortamına aktarılması sonucu, eğer sistem gerek duyarsa kişinin düşüncelerini ve anılarını tamamıyla öğrenebilecektir.

Geleceğin iktidarı, düşünceyi daha beyinden çıkıp bir eyleme dönüşmeden öğrenebilecektir.

Geleceğin iktidarı, düşünceyi daha beyinden çıkıp bir eyleme dönüşmeden öğrenebilecektir.

Geleceğin toplumunda insan kendi gardiyanı olacaktır

Geleceğin toplumunda her bireyi polis haline getirmeye de gerek olmayacaktır bence. Bireyler tek tek kendilerini gözetleyecek, denetleyecek bir duruma getirileceklerdir. Peki bu nasıl yapılacaktır. Bu dışarıdan yapılan (kameralar ve çeşitli teknolojik aygıtlar, ya da güvenlik güçleri) bir gözetleme değil, bizzat içeriden yapılan, yani bireyin kendi kendisini gözetlemesinden doğan yeni bir yaklaşım olacaktır. İktidar bireyin üzerinde ve onun hegemonyasına bağlı olmadan kurulacaktır. Bu da teknolojik bir takım chip ve nanoteknolojik robotların insan vücuduna eklenmesi ile olacaktır. İşte iktidarın belki de gelecekte Foucault’nun “tek tek bedenlerde var olması” bu şekilde gerçekleşebilir.

İktidar, Orwell’ın “1984” adlı yapıtında belirttiği gibi, kaçınılmaz olarak bir araçtan mutlak bir amaca dönüşür.

Yazgısını kendi doğası belirler ve bu kaçınılmazdır. İşte bu yüzden iktidarı elinde bulunduran, tarihte pekçok örnekleri görüldüğü gibi önce düşmanlarını yok eder. Düşmanları yoksa önce bir düşman yaratır ve onu yok eder.

Konjonktürel olarak bireyi yok edemiyorsa, Ursula K. Le Guin’in dediği gibi “evcilleştirmeye” çalışır. Çünkü evcilleştirmek, öz kimliğinden soymak da yok etmenin bir biçimidir. Onu da yapamıyorsa, ötekileştirmeye izole etmeye ve dışarı atma çabası içerisine girer.

Konjonktürel olarak bireyi yok edemiyorsa, Ursula K. Le Guin’in dediği gibi “evcilleştirmeye” çalışır. Çünkü evcilleştirmek, öz kimliğinden soymak da yok etmenin bir biçimidir. Onu da yapamıyorsa, ötekileştirmeye izole etmeye ve dışarı atma çabası içerisine girer.

Onu yok ettikten sonra bu kez kendi içinde bir yok etme sürecine girer. Kendi yandaşlarından düşman yaratmaya başlar. Kendi ortaklarını düşman ilan eder ve onları yok etmeye girişir. Bu işi de gerçekleştirdikten sonra bu kez kendisini destekleyenlerden bazılarını düşman ilan eder ve onları yok etmeye yok etmeye girişir. Onları da yok ettikten sonra bizzat iktidarı elinde tutan kişi, ya da klik en yakın aile üyelerini yok eder. Ve bu trajedi ve kısır döngü sonsuza dek devam eder. İktidarın doğası bir kısır döngü üzerine kuruludur ve yok etme üzerinde makine çalışmaya devam öğütmeye devam eder. İktidar, yok ede ede ilerler, ta ki kendisi yok oluncaya dek; bir gün iktidar makinesi durur, artık çalışmamaya başlar. Yok edecek kimse kalmamıştır ve artık iktidar makinesi kendisini yok etmeye ve kaçınılmaz sonuna doğru gitmeye başlar.

Postmodernist yaklaşımın dağınık ve merkezi olmayan iktidar anlayışı giderek egemen oluyor, belki bu noktada devlete bile gerek kalmayabilir ileride; birden çok ama belirli bir şekilde birbirlerini organize eden iktidar odakları oluşabilir. Bunlar her ne kadar bağımsızmış gibi görünse de esas iktidarı elinde bulunduran sistem güçlerince (esas iktidar çekirdeği) organize edilirler ve sistem bunlara müdahale etmez, çünkü zaten sistemin varlığı için çalışırlar, o yüzden de bağımsizmiş gibi yanıltıcı bir görüntü verirler. Örneğin yakın gelecekte Amerika Birleşik Devletleri’nde üç başkanın aynı anda görev yapacağı tahmin ediliyor.

Orta vadede uluslar ortadan kalkacak ve küresel büyük şirketlerin egemenliği artacaktır. Şimdiden bir çok küresel şirketin ekonomik hacmi ve faaliyetleri birçok devletten çok daha güçlüdür.

Neoliberalizmin özelleştirme politikaları, devletin bürokratik hantal yapısının kırılması ve liberal anlamda “sermayeye özgürlük” getirilmesi de gelecekteki iktidar odakları hakkında fikir veriyor. Çünkü bugün de aslında bağımsız gibi görünen hükümet dışı olarak nitelenen organizasyonlar, aslında özünde iktidarın görünmeyen yüzü tarafından organize edilmektedirler. Bu gelecekte çok daha komplike ve yeni araçlarla yapılacaktır.

Öyle ki, her gün iktidara hizmet eden yeni araçlarla karşılaşıyoruz, ama bir o kadar da iktidar görünmez oluyor. Sokakların, dükkanların, hatta evlerin gözetlenmesiyle “kaçabileceğimiz” kendi yalnızlığımızı özgür olarak yaşayabileceğimiz hiçbir alan yok.  Görünmez iktidarın görünmez bağlarıyla kuşatılıyoruz.

Gelecekte fiziki olarak hapishanelere ihtiyaç kalmayacağını düşünüyorum. Çünkü insanın kendisi canlı bir hapishaneye dönüştürülecektir. İnsanlar bazı teknolojik aletlerle bulundukları yerde kısıtlı bir alanda hapsedilebilirler. Zaten bu şimdiden yapılmaya başlandı.  Kendi kendilerinin gardiyanı olacaklardır böylelikle. İşte bu tam da Foucault’nun sözünü ettiği iktidarın içeriden dışarıya yayılmasıdır.

İktidar davranışları ve düşünceleri daha fazla kontrol edecektir

“Çağdaş psikolojik araştırmalar sonucu ortaya çıkan bu buluşlar, davranışın kontrol  edilebilirliğine ilişkin müthiş potansiyeli, gözler önüne sermektedir. Aynı yöntem, insanların kullanıldığı deneylerde uygulanmıştır. Agresif (saldırgan) bir akıl hastasının beynine yerleştirilmiş bir elektrot, onun kendi davranışlarını, kendisinin kontrol etmesine olanak verir. Öyle ki, bu dünyada, ‘beynine elektrot yerleştirilmiş tüm insanlar, bir bilgisayar tarafından kontrol edilebilirler. Devletin hoş görmediği bir davranış içine giren biri olursa, bilgisayar, radyo sinyali göndererek bu istenmeyen davranış durdurabilir. Elektrot yerleştirme tekniği, gelecekteki dünyayı, insanlıktan uzaklaştırmak  amacıyla kolaylıkla kullanılabilir.”[2]

Şimdilerde bunu kontrol etmek için çip kullanılıyor. Bruno’nun söz ettiği teknoloji bugün oldukça ilerlemiştir. Ve ABD’de bazı üniversitelerde insan beyni bilgisayaraya bağlanarak onun düşünceleri okunabilmektedir. Bu da iktidar kavramı ile teknoloji arasındaki bağlantıyı ortaya koyuyor. Yakın gelecekte insanlar internete direkt olarak beyinleri ile bağlanacak ve beyin bir yarı bilgisayara dönüşecektir. Bu durumda da onu kontrol etmek ve direkt olarak beyine virüs yollamak, onu işlevsizleştirmek de olası olabilir.

İktidar giderek daha çok insana yaklaşıyor ve yakında insanın beynine kadar girecek. Düşünce beyinden daha çıkmadan kontrol altına alınabilir tabi eylem de. Kitleler teknoloji ile egemenler tarafından bir sürü gibi istenilen yere sorgusuz bir biçimde rahatlıkla yöneltilebilir.

İktidar giderek daha çok insana yaklaşıyor ve yakında insanın beynine kadar girecek. Düşünce beyinden daha çıkmadan kontrol altına alınabilir tabi eylem de. Kitleler, teknoloji ile egemenler tarafından bir sürü gibi istenilen yere sorgusuz bir biçimde çok daha rahatlıkla yöneltilebilir.

“Bentham’ın ünlü panoptikonunda bina, içerdekilerin, doktorlar, ıslahevi  yöneticileri ya da gardiyanlar tarafindan sürekli gözlenmesini sağlayacak biçimde, merkezi bir gözedeme kulesinin çevresinde clairesel olarak yerleştirilmiş kafesler kümesinden oluşur. Buradaki insanlar birbirleriyle konuşamadıkları gibi kendilerinin gözlendiğinin de farkına varamaz; çünkü Bentham merkezi kule için dahiyane gözetleme pencereleri ve gizli bölmeler tasarlamıştır. Panoptikonda denetim vardır; ancak görevlilerle yüz yüze gelmek ya da konuşmak söz konusu değildir; daha doğrusu yüz yüze gelmek ya da konuşmak yalnızca görünmez gardiyanların, yöneticilerin ya da doktorların inisiyatifindedir. Ayrıca iktidar, bağımlı kişinin etki altında kaldığı ancak kendisine bakanlara etki edemediği tek yanlı bir denetim haline gelir.”[3]

Geleceği içeren (visionary) bir düşünce ile, geleceğin toplumunda iktidar ilişkilerine bakarsak, bence iktidarın artık kişinin kendi kendisini denetleyebileceği bir yere doğru evrildiğini görebiliriz. Artık kişinin direkt olarak iktidar tarafından denetlenmesine gerek kalmayacak ve kişi beynine ya da vücuduna konulabilecek bir chip, ya da başka teknolojik imkanlarla kendi kendini denetleyen bir yapıya bürünecektir. Böylece denetleyen iktidardan, kendi kendini denetleyen öziktidar kavramına doğru bir geçiş olacaktır diye düşünüyorum. İktidarın Bentham’ın ünlü panoptikonunda binadaki gibi görünmez olacağını, örneğin kişinin direkt olarak otorite ve iktidar ile doğrudan karşı karşıya kalmayacağını, buna gerek kalmayacağını ve tek yanlı kendi kendini denetleyen bir yapıya bürüneceğini düşünüyorum. İktidar ancak, birey, şu ya da bu nedenle kendi istediği çizginin dışına çıktığında müdahale edebilir. Onun dışında müdahale etmesine gerek bile kalmayacaktır.

Bilim insanlarının öngörüleri ve teknolojik gelişmelere baktığımda gelecek 30-50 yıl içinde dünya insanlığı ve iktidar ilişkileri bağlamında şöyle bir şey görüyorum; birincisi insanlık sınıfsız, sömürüsüz, özel mülkiyetin olmadığıdır toplum halinde yaşayabilir. Ve yapay zekayı da kontrollü olarak toplumun hizmetinde eşit olarak kullanabilir. İkinci seçenek giderek yapay zekaya sahip robotların insanları işsiz bıraktığı, ama yapay zekanın da elitlere hizmet ettiği genel olarak zengin elitler ile işsiz ve sistemden dışlanmış yoksullar arasında iki sınıfa bölünmüş bir toplum. Üçüncüsü ise yapay zekanın egemen olduğu bir sistem. Üçüncü seçeneğin gerçekleşme olasılığı daha yüksek görünüyor nesnel olarak.

Dördüncü bir seçenek olarak dışarıdan bir müdahale olabilir. Bu da bir olasılıktır, gelişmiş teknolojiye sahip uzaylıların istilası gibi.

 

Yeni gerçeklik: Sanal gerçeklik

Baudrillard, “Makine, karşılıklı yüz yüze gelmenin iki tarafına da egemendir. Belki siz sadece onun sahip olduğu uzamın uzantısısınız -insan, makinenin sanal gerçekliğine dönüşmüş ve onun aynadaki işlemcisi olmuştur.”[4] diyor.

Yakın gelecekte Baudrillard’ın söz ettiği insanın makinenin sanal gerçekliğine dönüştüğü gerçeği daha da ileri boyutlara uzanacak, insan beyni yarı bilgisayar olacak ve insan vücuda da eklenecek parçalarla yarı makineye dönüşecektir. Böylece aslında insan tam olarak makineleşecektir. Bu da insanın iktidar tarafından tam olarak denetlenebileceği anlamına gelebilir. Artık insan öylesine makineleşecektir ki, üzerinde herhangi bir iktidarın onu yönlendirmesine gerek kalmadan otomatik olarak istenildiği şeyi yapacak, istenilen yöne kolayca götürülecektir.

Yakın geleceğin en önemli sorunu araştırmaların gösterdiği gibi işsizlik sorunu olacaktır. Şimdiden yapay zekaya sahip robotlar insanların işlerini hızla ellerinden almaya başlamaktadır. Robot avukat, robot polis vb… bazı ülkelerde deneme amacıyla kullanılmaya başlandı. Bunlar yapay zekaya sahip robotlardır. Yalnızca mavi yakalıların,  fabrika işçilerinin yerini değil, aynı zamanda beyaz yakalıların işlerini ellerinden alacaktır bu yapay zekaya sahip robotlar.

İktidarın organları da değişim gösterecektir, bu değişim yavaş yavaş daha şimdiden başlamıştır. Filmlerde görmeye alıştığımız, yapay zekaya sahip robotlar gerçeğe dönüşmüş, dönüşmektedir. Bu anlamda, polis, yargıç, savcı, asker gibi iktidarı korumakla mükellef kurumlar da, insandan arındırılacak ve robotlara teslim edilecektir. Bu daha şimdiden başlamıştır. Örneğin, Birleşik Arap Emirlikleri’nde bir robot polis çalışmaktadır. İngiltere’de bir robot avukat devreye girmiştir. Robotların devreye girmesi ise, iktidarın korunmasını kolaylaştıracaktır.

Robotlarla üretim yapmak insan gücüne harcanan  paradan çok daha ucuza gelmektedir. Otomotiv sanayinde çalışan bir Alman işçi bir saatte 40 avro’dan fazla kazanmakta, robotun maliyeti ise 5-8 avro arasındadır. Üretim robotunun Çin’deki bir işçiden daha ucuz olduğu söylenmektedir. Ayrıca bir robot, “hasta olmaz, çocuk sahibi olmaz, grev yapmaz ve yıllık izne çıkmaz.”[5]

Örneğin, İngiliz hukuk sektöründe 100.000 iş, önümüzdeki 20 yılda otomatik hale getirilecek… Endüstri sektöründe robot yoğunluğu bakımından öncü ülke Güney Kore, işleme sanayinde her 10.000 çalışan için 437 robot, Japonya 323 ve Almanya 282’dir.[6] Bu aynı zamanda yalnizca bu sektorde 100 bin kisinin issiz kalmasi anlamina geliyor.

Gelecek 30 yılda, robotların insanların yüzde 50’sini işsiz bırakacakları öngörülüyor.[7]  Şöyle bir kabaca düşünürsek, 2100 yılına kalmadan hemen tüm insanlık işsiz kalabilir. Tarım da robotlar eliyle yapılmaya başlandı, dolayısıyla köylüler de işsiz kalacaktır.

Ve bunun sonucunda da büyük bir yoksulluk dalgası görülecektir. Daha önce de bir kez yazdığım gibi bu insanlar ve bütün bu teknolojinin sahibi elit sınıf. Ya da başka bir olasılıkta yapay zekanın tümden dünyayı ele geçirebileceği de bir olasılıktır. Başta Hawking olmak üzere birçok bilim insanı bu konuda uyarıda bulunmaktadırlar.

Bütün bu durum, kapitalizmi değiştireceği gibi, iktidar ilişkilerini de değiştirecektir. Artık kendisine ihtiyaç duyulmayan yoksul sınıf üzerinde, bir iktidar uygulamaya da gerek duymayabilirler. Hatta bu yoksulları tamamıyla katledebilir, ortadan kaldırabilirler. Emtia kapitalizminden entelektüel kapitalizme geçileceğini öngören bilim insanları var.

Bütün bu durum, kapitalizmi değiştireceği gibi, iktidar ilişkilerini de değiştirecektir. Artık kendisine ihtiyaç duyulmayan yoksul sınıf üzerinde, bir iktidar uygulamaya da gerek duymayabilirler. Hatta bu yoksulları tamamıyla katledebilir, ortadan kaldırabilirler. Emtia kapitalizminden entelektüel kapitalizme geçileceğini öngören bilim insanları var.

“Mavi yakalı çalışanlar arasında, fabrika hattındaki otomobil işçileri gibi, tekrarlayıp duran bir işi yapan işçiler kaybedenler sınıfında olacaklar; çünkü robotlar bu tür işlerde çok iyidirler… Bu devrimin yaratmakta olduğu tüm bu kargaşa tek bir kavramla özetlenebilir: Emtia kapitalizminden entelektüel kapitalizme geçiş. Adam Smith’in zamanında, sermaye mal emtia ile ölçülürdü. Emtia fiyatları dalgalanır, ama emtia fiyatları, ortalama olarak, son 150 yıldır sürekli düşüyor… Emtia kapitalizminin yerini alan entelektüel kapitalizmdir. Entelektüel sermaye, robotların ve yapay zeka’nın henüz tam olarak sağlayamadığı, şekil/ örgü tanımayı ve ortak aklı (ya da sağduyuyu) içerir.” [8]

Deniliyor ki, yapay zekaya sahip robotların ürettiği ürünleri kim satın alacak, bu ürünler ne olacak? Bir kez kapitalizmin biçim değiştireceğini düşünüyorum. Üretim azalacak, ama farklı tipte, daha teknolojik örneğin nanoteknoloji gibi üretimlere yönelinecek. Elitlerin iktidarında da, elitler arasında çelişkiler olabilir. Bütün bu üretim yalnızca elit sınıfa yönelik yapılacak. Yani yoksul insanlara yönelik hiçbir üretim yapılmayacak çünkü zaten bu insanların hiçbir alım güçleri olmayacak ve bu insanlar herhangi bir artı değer üretmeyecekler. Dolayısıyla bir işçi sınıfı olmayacak. Gelecekte iki sınıf olacak: Artı değer üretmeyen yoksullar ve elit egemen sınıf.

Öyleyse yakın geleceğin sorunu insan olmak değil, insan kalabilmek olacaktır.

Erol Anar

 Dipnotlar

[1] Michel Foucault: Büyük Kapatılma Seçme Yazılar 3, Ayrıntı Yayınları, 3. Basım: 2011, İstanbul, s. 18.

[2] Frank J. Bruno: “Psikoloji Tarihi”, s. 215-216.

[3] Richard Sennett: “Otorite”, Ayrıntı Yayınları, 3. Basım: 2011, İstanbul, s. 66-67.

[4] Jean Baudrillard: “Tam Ekran”, YKY Yayınları, Çeviren: Bahadır Gülmez,  2. Baskı: Temmuz 2001, İstanbul, s. 164.
[5] Owen Bowcott: “Rise of robotics will upend laws and lead to human job quotas, study says,” Tuesday 4 April 2017 , www.theguardian.com

[6] Age.
[7] Chris Matyszczyk: “Robots could push ünemployment to 50% in 30 years, prof says”, February 14, 2016, www.cnet.com

[8]   Michio Kaku: “Geleceğin Fiziği”, ODTÜ Yayınları 2014, Ankara, s. 414, s. 426

Biyoiktidar, vikipedi.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!