Geleceğin Toplumu

Geleceğin Toplumu

Diğer yandan bu gerçekliği ortaya koyma çabası da bir direniştir.

Bir yazarın toplumsal anlamda görevi gerçeği ve hakikati aramak, onu kendi arzularından bağımsız olarak, çarpıtmadan olduğu gibi ortaya koymaktır.

Google’da “geleceğin toplumu” yazıp arayınca birinci sırada benim bu konudaki yazılarım geliyor. Geleceğin toplumu üzerine son yıllarda yazdığım yaklaşık 20-25 makale. Bu konu üzerinde okur, araştırır, düşünürüm hep. Ama gelecek üzerine ortaya sürdüğümüz düşüncelerin tümü bir varsayımdan ibarettir, her ne kadar bilimsel verileri dikkate alarak yapılsa da. Yani gelecek düşündüğümüzden tamamen farklı da olabilir. Ama yine de belli bir ölçüde ona yönelik düşünceler ileriye süreriz. Bu düşüncelerimizin yanlış çıkabileceğini de kabul ederek. Aslında Yuval Noah Harari’nin yaptığı da bundan başka bir şey değil.

Geleceğin toplumuna ilişkin düşünceler ileri sürerken bunu nesnel ve bilimsel verilerden yola çıkarak yapmaya çalışıyorum. Bu bilimsel gelişmelerin iktidar ağ ve mekanizmalarıyla olan ilişkileri, ve bunların toplumsal yapıdaki neden olabileceği olası değişiklikleri odak alarak. Bilimsel gelişmelerin ortaya koyduğu yeni verileri de dikkate alarak. Bunu yaparken arzularımdan bağımsız olarak realist bir şekilde yapmaya çalışıyorum. Çünkü arzular işin içine karışınca gerçeklikten uzaklaşma tehlikesi doğar. Benim arzum elbette böyle olması değil, ama gerçeklik bu yönde bence.

Ama bazı insanlar bunu yanlış değerlendiriyor. Örneğin yeni gelişmelerle düşüncenin okunması gerçekleşti. Ki Harari de “dijital diktatörlükten” söz ediyor bu noktada. Bu da yakın süreçte iktidarların insanların düşüncesini okuyarak onları yönlendirmesine neden olabilir dediğimde, bazı insanlar, “Eee teslim mi olalım, direnmeyelim mi?” diyorlar. Teslim olmayı hiç düşünmüyorum, son anıma kadar. Elbette bu durumu arzu da etmiyorum. Orwell’ın 1984’te dediği gibi, “Hiçbir yararı olmayacağını bilsem bile insan kalacağım.” Yani direneceğim son ana kadar düşüncelerim de bedenimle de. Ama geleceğin toplumunu sadece 150 yıl öncede kalmış düşüncelerle çözümleyemezsiniz. Çünkü bu bilimsel değil, dinsel bir yaklaşım olur. 100 yıl önce yazılmış bir kitaptan yapılmış alıntı, 100 yıl sonrasının toplumunu açıklamayabilir. Geleceğin toplumu üzerine düşünmek, yüz yıl önceye değil, bilinç olarak yüz yıl sonraya gidebilmektir.

Diğer yandan bu gerçekliği ortaya koyma çabası da bir direniştir. İnsanların buna dikkat etmesi ve önlem alma çağrısıdır. Yoksa “yaşasın” ya da “kahrolsun” diyerek hiçbir sonuca ulaşılamaz. Bu çoğu zaman çaresizliğin ve asıl teslimiyetin ifadesidir. Üstelik bunu da kendi özgücüne güvenerek değil, soyut bir şekilde, sizinle en küçük bir organik bağı ve birlikteliği kalmamış sistemin içinde eritilmiş, evcilleştirilmiş, giderek hızlanan otomasyonla yakın gelecekte tümden ortadan kalkabilecek “işçi sınıfı”na güvenerek yapmak trajedi oluyor. Bir yazarın toplumsal anlamda görevi gerçeği ve hakikati aramak, onu kendi arzularından bağımsız olarak, çarpıtmadan olduğu gibi ortaya koymaktır.

Erol Anar
12 Temmuz 2020
Paraná
11.16

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!