Mutsuzluk bulaşıcıdır: Bireyleri Mutsuz Olan Bir Toplum Mutlu Olamaz

Mutsuzluk bulaşıcıdır: Bireyleri Mutsuz Olan Bir Toplum Mutlu Olamaz

Başkalarının acıları bize zevk veriyor. Kendi mutsuzluğumuzu, başkalarının da mutsuz oldukları anlarda sanki hissetmiyoruz. Hayattan ve insanlardan intikam almak için fırsat kolluyoruz. Mutsuz insanın en büyük amacı, çevresindeki insanları da mutsuz etmektir. Mutsuz insan, yanındaki insanlar da mutsuz olduğunda, garip bir biçimde sanki mutsuzluğun içindeki sahte mutluluğu yakalıyor.

Oysa başkalarının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurulamaz. Mutsuzluk bulaşıcıdır. Mutsuz gördüğü insanlara bakarak, kendi mutsuzluğunu gölgelemeye, unutmaya çalışan bir insan böylelikle mutlu da olamaz. İnsan ancak, başkalarının mutsuzluklarını hissettiğinde, onların acılarını duyduğu oranda insandır.
Dostoyevski sorar: “Eğer bir kentin mutluluğu, her gün bir küçük kızın işkence görmesine bağlı olsaydı hangisini tercih ederdiniz?”
“Mülksüzler’in unutulmaz yazarı Ursula K. Le Guin’in, bu sözden yola çıkarak yazdığı bir öyküde,  kentteki herkes, küçük çocukların işkenceye gidişini, “kentin mutluluğu” için onaylıyor. Ta ki bir gün kendi çocuklarına sıra gelinceye dek.  İşte o zaman bu durumun saçmalığının farkına varıyorlar. Ve kentin mutluluğunun bedelinin, küçük kızların işkence görmesine bağlı olmasına karşı çıkıyorlar.
Aslında onlar bu durumun başından itibaren farkındadırlar. Ama başkalarının çocuklarının işkenceye gitmesi, feda edilmesi, kendilerini hiç rahatsız etmiyor. Kendi çocuklarına sıra geldiğinde ise, işe yaramayan feryatlar koparıyorlar.
Dostoyevski aslında bu söz ile insanın içindeki bencilliği de açığa çıkarmıştır.
Yirmi yıl önce olsaydı, bu soruya tereddütsüz olarak şu yanıtı verirdim: Bir kentin mutluluğu için yüz çocuk feda olsun!
Ama bugün böyle bir soruyla karşılaştığımda yine tereddütsüz olarak şöyle diyorum: Eğer bir kentin mutluluğu, küçük bir kızın işkence görmesine bağlıysa, o kent sonsuza kadar mutsuz olsun. O kentin mutluluğu zaten sahte olacaktır. İçinde mutsuz bireyleri barındıran bir kent, gerçekte mutlu olamaz.

 
Oysa çeşitli nedenlerle bir tek insanın hayatına değer vermeyiz. Bir insanın ölümü eğer bu insan çok yakınımızda değilse, bizde hiçbir duygu uyandırmaz. Değil bir tek insan, binlerce insanın ölümünü de boş gözlerle izleyebiliriz.
Çünkü bize öğretilmiştir ki, tek bir insanın canı değerli değildir, önemli olan ulusların, toplumun iktidarların çıkarlarıdır. Oysa çoğu zaman bir ulusun çıkarı bir diğerinin sömürülmesi üzerine kurulmuştur tarihsel olarak. Aslında iktidarların çıkarları da, toplumun çıkarlarına terstir. Ancak iktidarlar tarihsel olarak binbir türlü manipülasyon yaparak kendi öz çıkarlarını, sanki toplumun ve uluslarının çıkarıymış gibi göstermektedirler .
Savaşlarda bu böyledir, savaşlara, cephelere iktidar sahiplerinin kendi çocukları gönderilmez. Onların çocukları askerlik bile yapmazlar çoğu zaman. Başkalarının çocukları üzerinden politika yapmak çok kolaydır. Başkalarının çocukları değersizdir, onlar ölebilir. İşte bunun için iktidar sahipleri -özellikle Ortadoğu ülkelerinde- sert ve savaşçı bir dille söylemlerde bulunurlar sık sık.
Tarihe baktığımız zaman binlerce, on binlerce insanın iktidarların boş çıkarları uğruna savaşlarda göz kırpmadan feda edildiklerini, bunun da “kendi uluslarının çıkarları ve mutluluğu” savıyla yapıldığını görebiliriz. Oysa başka bir halkın mutsuzluğu, ölümü üzerine hayat ve mutsuzluk kurulamaz, kurulamamıştır da.

***

Bir bireyin yaşadığı trajediye burun kıvırırız çoğu zaman; küçümseriz. Bireyin mutluluğu nedir ki, bir toplumun mutluluğunun yanında. Oysa toplum soyut bir kategori değildir ve bireylerin toplamından oluşur. Asıl olan bireyi mutlu ederek toplumsal mutluluğa erişmektir. Bireyleri mutsuz olan bir toplum, mutlu olamaz.
Oysa gözden kaçırdığımız basit bir gerçek vardır: Eğer tek bir bireyin onuruna, insan olarak haklarına saygı duymazsanız, içinde bulunduğunuz toplumu mutlu yapmanız da olanaksızdır. Çünkü toplum, bireyden başlar. Bu mentalite ile iktidara gelirseniz, toplumu olduğundan daha da mutsuz yapmanız işten bile değildir.
İşkencenin olduğu, halkların ve etnik azınlıkların kendi kültürlerini özgürce ifade edemediği, dillerini konuşamadığı, yazarların salt etnik kimliklerinden dolayı öldürüldüğü, kadınların karakolda dövüldüğü, küçük çocukların cezaevlerinde tecavüze uğradığı, insanları topluca yakanların yanlarına kâr kaldığı, bir toplumda kim mutlu olabilir ki?
Sömürünün, özel mülkiyetin, iktidarın ve otoritenin olduğu yerde hiçbir toplum mutlu olmamıştır şimdiye dek olamaz da. İnsanın mutlu olmak için ihtiyaç duyduğu en temel şey özgürlüktür.
Sahi sizin yanıtınız nedir?
 
Erol Anar

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!