İnsanın hayatta kalma içgüdüsü yüksektir. Hayatına son veren bazı insanlar olsa da, insanların çoğu diğer canlılar gibi hayatta kalmak için her şeyi yaparlar. Hayatta kalmak için yapmaları gereken ilk şey, çoğunlukla düşlerini, isteklerini, arzularını gömmek olur.
Hep kurbanı, ezilmişi, hakları çiğnenmişi oynarsın; ama yeri geldiğinde ezilmiş ve yoksulları senden fazla ezen olmaz. Ötekileştirmeyi, dışlamayı, izole etmeyi seversin ve hep uygularsın. Seninle en küçük düşünce, inanç, ırk, kültür ya da davranış farklılığında olanları ötekileştirir ve onlar için parmağını bile oynatmazsın.
Ben tabi o zaman enerji ve düşüncelerle doluyum. Yazmaya henüz başlamamıştım. Karikatür, müzik ve resimle uğraşıyordum. Cezaevlerine ziyarete gidip geliyordum. Ve sürekli bir şeyler yapma, etkinlikler düzenleme ile ilgili düşüncelerim vardı kafamda.
Samsun’a geldiğimde karikatür ile uğraşmaya devam ettim ve bir sergi açmak istedim. Samsun Fuarı’nın açılması yakındı, gidip fuar yetkilileri ile konuştuk, fuardan bir dükkân kiraladım ve orada karikatür sergisi açmaya karar verdim. Bu amaçla bazı karikatür ve çizimlerimi kartpostal olarak siyahbeyaz matbaada bastırdım. Böylece fuar başlamadan hemen önce Paşa ve Şamil’in yardımıyla karikatür sergimi hazırladık. Açılışı da fuarla birlikte başlayacaktı. Özel bir açılış yapmayacaktık. Böylece Fuarın açıldığı ilk gün sergi de başlamış oldu. Bir arkadaşımız da Çorum’dan gelmişti.
Beynimize ise sahte, yalan ve içiboş düşünceler yerleştiriyoruz ve kendimizi bunlara inandırıyoruz. Örneğin geçmişte gerçekleşen bir olay eğer ideolojimize aykırı ise, o olayın üzerini örtüyoruz zihnimizde ya da değiştiriyoruz. Olmadı reddediyoruz. Böylelikle aynen sahte anı oluşturur gibi sahte düşünceler, gerçeklikten kopuk düşünceler oluşturuyoruz. Eğer bunu yapmaz isek, ideoloji ya da inancımızın bir anlamı olmayacağını düşünüyoruz. Yani kendimizi yaşama ya da gerçekliğe değil, gerçekliği ve yaşamı kendi düşüncelerimize uyduruyoruz orasından burasından keserek. Aynen Procrustes’in yatağı gibi.
“Bir insan acı duyarsa canlıdır. Başkasının acısını duyarsa insandır.” der Tolstoy. Tolstoy’un dediği gibi kendinden başkasını düşünmeyen insan bencildir.
Hiç tanımadığın insanlar için ne yaptın şimdiye kadar konuşmaktan başka? Tek bir şey yapabildin mi yaptın mı ailen ve yakın çevrenin dıșındaki hiç tanımadığın insanlar için? Verdiğin sadakalardan, üç beş kuruş yardımdan söz etme bana lütfen. Bizzat zamanını ayırarak başka insanlara yardım etmeye çalıştın mı, sivil toplum örgütlerinde gönüllü olarak çalıştın mı bir gün olsun?
Günler böyle geçiyor, hâlâ ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Her şeyi biraz akışına bırakmıştım. Türkiye’ye dönmeyi henüz düşünmüyordum, ama burada kalmaya da karar vermemiştim. Siyasi mültecilik zorunlu olmadıkça tercih edilecek bir şey gibi görünmüyordu bana. Bir kez siyasi mülteci olduğunuzda, içinde yaşadığınız toplumun tüm kapıları otomatik olarak size kapanıyordu. Siyasi mülteci, hayata 5-0 yenik başlıyordu.
Nereye gittiğimizi bilmeyiz çoğu zaman. Öyle gideriz yıllarca bir yolda. Bir gün birden durur ve nereye gittiğimizi sorarız kendi kendimize. Yanıtımız yoktur, ya da acıdır: Nereye gittiğimizi bilmemekteyizdir. Yıllarca çıkmaz yollarda hiç düşünmeden vakit geçirmişizdir bu yüzde. Sanki ırmağa bırakılmış bir kibrit çöpü gibi hayatın akıntısına kapılıp gideriz, akıntı nereye götürürse bizi. İşte nereye gittiğimizi bilmiyorsak hangi yoldan gidersek gidelim önemi yok, hiçbir yere ulaşamayacağız demektir bu.
Bizimkiler yani devrimciler, o zamanlar Eskişehir cezaevinde kalıyorlardı, kardeşim ve arkadaşları. Buraya ziyarete gide gele Anadolu Üniversitesi’nden devrimci çocuklarla tanışmıştık. Bunlar cezaevlerine gelip giden ailelere o zamanlar yardım ediyorlar, onları evlerine götürüyoruz misafirliğe götürüyorlardı. İyi çocuklardı. Bunlar da bir grup olarak gelmişler Festival’e. Eskişehir Anadolu üniversitesi devrimci öğrencileri 25-30 kişilik bir gruptu. Bunların çoğu beni tanıyordu. Sahilde akşam bunlarla takılmaya başladık, ateş yakıyor, saz ve gitar eşliğinde devrimci şarkılar söylüyorlar, şarap içiyorlardı. 5 litrelik baba şarap galonu elden ele geziniyordu şarkı söylerken.
Burada amaç, daha çocuğu okuldan itibaren ideolojik bir kuşatmaya tabi tutarak, onu Türk-İslâm sentezi çerçevesinde şekillendirmektir. Tornadan çıkmış gibi tek tip biçimlenmiş bu insanlar, yarın siyasal iktidarın yaslanacağı ana kesim olacaktır. Onun için eğitimin çok önemli olduğu tespit edilmiş ve bu biçimlendirmeye önem verilmiştir. Solcu, demokrat, ateist, laikliğe önem veren eğitim emekçilerinin önemli bir bölümüne ise işten el çektirilmiştir. Yani devlet, kendi oluşturduğu sanal gül bahçesindeki “dikenleri” temizlemiş, temizlemektedir kendi anlayışına göre. Bu kıyım tarikatlara yönelik değil, tam tersine çağdaş düşünceleri insanlara yöneliktir.