Kuzey Amerika Notları (5)

Kuzey Amerika Notları (5)

 

Times Square’a gittiğimde, filmlerden tanıdığım bu renkli caddeye hiç yabancılık çekmedim. Burası, günde binlerce kişinin geçtiği, özellikle geceleri rengârenk ışıkların dans ettiği bir cadde idi. Burada trafiğe kapalı bir sokakta, masaları dışarıda olan bir restoranda kahve içtim.

 

Ertesi gün sabah erkenden duş alıp kahvaltı yaptıktan sonra, kenti keşif gezime başlamak üzere dışarıya çıktım. Çıkmadan önce, otelde kalanların çoğunun Avrupalı olduğunu fark etmiştim. Bunların çoğu genç Avrupalı çiftlerdi. Bu oteli benim gibi, hem ucuz, hem de Manhattan’da olduğu için tercih etmişlerdi sanırım.

Çinlilerin koku kültürü bize çok yabancıydı. Özellikle baharat satan dükkânların önünden geçerken, nefes almamaya çalışıyordum. Çin mahallesi çok kalabalıktı: Turistler, alışveriş yapan Çinliler sokakları doldurmuş, bir o yana bir bu yana gidiyorlardı.

Çin mahallesinden Broadway caddesine geçtim. Oraya çok yakındım. Oradan haritaya bile bakmadan rastgele aşağıya doğru yürümeye başladım. Sahile, aşağıya doğru yürüyordum. Bir süre yürüdükten sonra ikiz kulelerin önüne kadar gelmiştim. Buradan tekrar yürüdükten sonra, bir kafeteryada bir şeyler yiyerek dinlendim. Karşıya baktığımda “Özgürlük  Heykeli”ni gördüm. Heykel, küçük bir adanın üzerindeydi. Oraya gidecektim. Bir kişiye sordum, bana gezi teknesine binebileceğim yeri tarif etti. On dakikalık bir yürüyüşten sonra buraya ulaştım. Restoranlar ve kafeteryaların olduğu çok güzel bir alandı. Küçük tekneler sizi yakındaki adalara götürüyordu. Tekneye bindim, ücreti ödedim. Tekne hareket ettikten sonra, yanlış yere gittiğimi anladım. Özgürlük  Heykeli arka tarafta kalmıştı.

Ücreti ödediğim gence,

“Ben, Özgürlük Heykeli’nin olduğu adaya gitmek istiyordum.” dedim.

Genç, hiç konuşmadan hemen elindeki dolar destesinden, verdiğim ücreti ayırarak bana uzattı. Geri döndükten sonra bu kez doğru tekneye binerek adaya gittim ve heykeli yakından görme şansına sahip oldum.

O akşam kendimi yorgun hissediyordum. Bütün gün yürümüş ve çevreyi keşfetmeye çalışmıştım. Tekrar otele döndüm Çin mahallesindeki. Ayrıca sauna parası vermenize gerek yoktu. Otel o kadar sıcaktı ki ve klima da yoktu.

Ertesi sabah, üyesi olduğum  Gazetecileri Koruma Komitesi’ne gittim. Burada randevum vardı. Broadway caddesinde yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşten sonra adrese ulaştım. Beni genç bir adam karşıladı ve kahve ikram etti. Daha sonra bana Komite’nin çıkardığı dergilerden vererek, yapılan çalışmalardan söz etti. Öğle yemeği vakti yaklaşmıştı. Çıktım ve küçük bir restoranda yemek yedim.

Öğleden sonra ise PEN Yazarlar Örgütü ile görüşecektim. Daha sonra oralarda bir Starbucks kafeye oturarak, kahve içerek görüşme saatini bekledim. PEN’in yeri yakındı.

PEN’e ulaştığımda, bu kez genç bir kadın yazar beni karşılamıştı. PEN’in aylık bülteni için, benimle kitapları toplatılmış bir yazar olarak kısa bir söyleşi yapmak istediğini söyledi. Ben de kabul ettim. Bunun üzerine dışarıya çıkarak, o hazır bir kullanımlık fotoğraf makinelerinden satın alıp geldi.  Böylece düşünce özgürlüğü, sansür ve yasaklar üzerine bir söyleşi yaptık, birkaç fotoğrafımı çekti. O zamanlar Türkiye’de iki kitabımla ilgili davam vardı. Erbakan’ın  başbakan olduğu dönemde iki kitabım toplatılmıştı. Ve daha sonra vedalaşarak ayrıldım.

O gün de böyle geçti.

O günlerin New York’ta çok sıcak olduğunu hatırlıyorum. Otel odasının, Havza hamamından hiçbir farkı yoktu. Daha önce sözünü ettiğim  gibi odada, küçük ve hiçbir işe yaramayan bir vantilatör vardı. Pencereleri sonuna kadar açmam da fayda etmemişti. Duş almak da bir işe yaramıyordu. Duş aldıktan hemen sonra yeniden terliyordunuz. Duş alarak, sadece o an için biraz serinliyordum. Fakat çok sıcak olması bile sorun değildi, hamama giren terlerdi. Özgürdüm ve istediğim yerde, istediğim gibi geziyordum.

İkiz Kuleler Hatırası, Manhattan 1998.

Arkadaşlar ile grup olarak yolculuk etmek zevklidir. Ama ben yalnız, yani tek tabanca yolculuk etmeyi de seviyorum. Yalnızlık bir anlamda, yolculuk ederken özgürlük anlamına geliyor. Her şeye, başkasına sormadan kendin karar verebilirsin. Bazen bir kafeteryada, bazen bir parkta oturup, gelip geçenlere bakarak hayat üzerine düşüncelere dalarsın.  Konuşacak birisi yoktur yanında, bu yüzden yalnızca düşünürsün, okursun, izlersin. Ben hayat üzerine, daha çok yolculuklarda düşünürüm. Belki herkes öyle yapar, bilmiyorum.

Bir gün sabah otelden çıkarak yine yürüyerek ünlü Central Park’a ulaştım. Yorulmuştum. Burası New York’un göbeğinde, o filmlerdeki, kocaman yeşil alana sahip bir parktı. Bir seyyar satıcıdan hot dog (sosisli sandviç) alarak bir banka oturdum ve biraz da dinlendim yerken. Sonra parkın içlerine doğru yürüdüm. Garip gelmişti, birçok filmde gördüğüm sahneleri hatırlıyordum parkta yürürken. Kalabalıktı, insanlar bir o yana bir bu yana gidip geliyor, çocuklar koşuyor, oyun oynuyorlardı. Her türden insan vardı burada. Gökdelenlerin yükseldiği kent merkezinde, böylesi bir yeşil alan insana biraz nefes aldırıyordu. Burada üç dört saat dolaştım, banklara oturup dinlenirken gelip geçenleri seyrettim. 

Times Square’a gittiğimde, filmlerden tanıdığım bu renkli caddeye hiç yabancılık çekmedim.  Burası, günde binlerce kişinin geçtiği, özellikle geceleri rengârenk ışıkların dans ettiği bir cadde idi. Burada trafiğe kapalı bir sokakta, masaları dışarıda olan bir restoranda kahve içtim.

Daha sonra Broadway caddesinde birkaç müze ve sanat galerisini gezme olanağı buldum. Artık New York günlerimin sonuna gelmiştim. Ertesi gün ise, New Jersey’e giderek, biraz da burada dolaştım.

Bir gün sonra otobüsle tekrar Washington’a döndüm. Ve o hafta sonu da Ankara uçağına binerek ABD’den ayrıldım.

Bitti…

Erol Anar

Yazının önceki bölümleri için aşağıdaki linklere tıklayınız:

Kuzey Amerika Notları (4)

Kuzey Amerika Notları (3)

Kuzey Amerika Notları (2)

Kuzey Amerika Notları (1)

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!