Geçmişe baktığımızda, bazen pişmanlıklarımızı görürüz. Bazı anlarda, davranmamız gerektiği gibi davranmadığımıza, neden öyle dili tutulmuş gibi kaldığımıza yanarız. Birisi bize iğneleyici, aşağılayıcı bir şey söylemiştir; o an belki bunu tam anlamamış ve bu yüzden yanıt vermemişizdir. Fakat o an aklımızdan bir türlü çıkmaz. Yıllar sonra bile bazen hatırlarız bunu. Kendimize kızarız, neden o an yanıt veremediğimize.
Freud bu durumu şöyle açıklıyor kendi bakış açısıyla:
“O anda aklıma bir türlü gelmeyen şeyin sonradan düşündüğümde birden ortaya çıkmasının sebebi, belki de düşüncemi sansürleyebilecek olan o topluluktan sıyrılarak boş bir odaya kendimi izole etmemdi.” [i]
Bu şuna benziyor: Herhangi bir çevre içindeysek, o çevrede egemen olan düşüncenin etkisinden kurtulmak için, o çevre ya da mahallenin sınırlarından çıkmamız gerekir. Çünkü Freud’un dediği doğruysa, o mahalle, grup, topluluk… düşüncemize sansür uygulayacaktır. Ancak oradan çıktığımızda, bilinçaltımız üzerindeki baskı ortadan kalkacak ve daha özgür düşünebileceğiz.
Sonradan defalarca bu sahneler aklımıza gelir ve bazen de rüyalarımıza girer. Sanki istediğimiz gibi yanıt vermiş olduğumuzu düşünürüz. Belki kendimizi buna bile inandırırız. Hele birisine anlattığımızda yaşadığımız olayı, orada gereken yanıtı vermiş ve istediğimiz davranışı sanki göstermişiz gibi anlatırız genellikle.
Bence en iyisi böyle anlara takılmamak ve bunları unutmaya çalışmaktır. Evet, belki şimdi istediğimiz gibi yanıt verseydik iyi olurdu, ama geçmiştir bu. Yapabileceğimiz bir şey yoktur, onu değiştiremeyiz. En iyisi kabullenmek ve unutmaya çalışmaktır. Belki böyle bir durumda yeniden karşılaşırsak, bu kez gereken yanıtları verebiliriz.
***
Çoğu zaman başkalarının davranışları üzerine kafa yorar onların söz ve eylemlerinin nedenlerini anlamaya çalışırız. Bunu sık sık yaparız. Ama kendi davranış ve sözlerimiz üzerine çok da kafa yormaz, onları düşünmeyiz bile. Hep başkalarının üzerindedir gözümüz. Onların söz ve eylemlerini yorumlarız kendimizce.
Freud şöyle diyor:
“Başkalarının davranışlarının altında yatan nedenleri anlayabilseydik her şey bir anlam kazanırdı.” [ii]
İşte belki de bu nedenle başkalarının davranışlarını anlamak için kafa yorarız. Ama bu kolay mıdır? Değil başkalarının davranışlarını anlamak, kendi davranışlarımızı anlamak bile kolay değildir. Ama biz anlamış gibi yaparız. Her şeyi ve herkesi bir bakışta çözecek ve anlayacak kadar kapasiteli görürüz kendimizi. Aslında hiçbir şey anladığımız yoktur. Kendimizi kandırırız yalnızca, anladığımızı sanırız. Başkalarını çözdüğümüzü, onların davranışlarının nedenlerini bildiğimizi düşünürüz hep. Bir yanılsamadan başka bir şey değildir hayatımız, bu nedenle.
Bunun nedenlerinden birisi çoğu insanın psikolojik olarak diğerlerine saldırgan davranışlar göstermesi olabilir. Çoğu zaman sözlerden eyleme dönüşmese de, sözler de yaralayıcıdır aynı şekilde. İğnelerler sık sık birbirlerini insanlar, sevseler bile. Hiç olmadı, bir şeyleri ima ederler. Ya da doğrudan kırarlar, acıtırlar karşılarındaki insanları bile bile. Bundan sadistçe bir haz alırlar belki.
Freud bu konuda da şöyle yazmış:
“Gün gelir hepimiz, yanılsama olduklarını kabul edip gençliğimizde insanlara ilişkin girdiğimiz beklentileri bırakır ve insanların fesatlıklarıyla hayatımızı ne kadar güçleştirdiklerini, bize ne kadar acı çektirdiklerini görürüz.” [iii]
Freud’un “fesatlık” dediği şey belki budur: İnsanlar diğerlerini mutlu görmeye tahammül edemiyorlar nedense. Başarılarını ise hiç çekemiyorlar. Hele ki bizim toplumumuzda, dilin de elastiki olmasından da kaynaklı çok fazla anlam içeren cümleler vardır, birbirimize karşı kullandığımız. İnsanın olduğu her yerde, her toplumda var bu duygular, ama bazı toplumları az da olsa tanıma şansım oldu.
Bizde daha fazla sanki, içselleşmiş bu kötücül duygular. Överken bile bir insanı yerin dibine batırabiliriz. Ya da ironik konuşuruz. Fesatlık fazladır bizim toplumda, çünkü insanlar açık olmayı bilmemektedir. İki yüzlü bir toplumdur bu, iki yüzlü ilişkiler. Dost mu, düşman mı bilemeyeceğiniz insanlar. Hamuru nefret ile yoğrulmuş, birey olamamış kişiler ve, psikolojisi bozuk bir toplum. Düşüncelerini ikna yoluyla değil, şiddet, tehdit yoluyla aşılamaya çalışan bir devlet ve toplum. Böyle bir toplumdan sağlıklı ilişkiler, sağlıklı insanlar doğma şansı da yoktur. Bu sadece özgür bireyin ortaya çıkmadığı bir cemaat toplumudur. Kendisi gibi düşünmeyene saygı duymayan, onun kendisini özgürce ifade etmesine izin vermeyen bir devlet geleneğinden gelen bir toplum.
***
Bu prototip ya da aşağılayıcı, yaralayıcı bir şeyi size söyler. Sonra ise “şaka yaptığını” söyler. Oysa ortada şaka yoktur, şakanın arkasına sığınarak size söylemek istediğini söylemiştir. İkiyüzlülükle de şakanın arkasına saklanmıştır.
Bu prototip bir gerçeği doğrudan ifade etmek yerine, dolambaçlı, dolaylı yollara başvurur ve ne demek istediğini açıkça ortaya koyamaz. Böylece karşımızdaki insanın gerçekte bize ne demek istediği üzerine düşünürüz, ama bir sonuca varamayız çoğu zaman. Ya da vardığımız sonuç büyük olasılıkla yanıltıcı olabilir.
Yıllar sonra insanların gerçek yüzlerini belki çok az da olsa görme şansımız olabilir, kendi gerçek görünen yüzümüzü de. Kendimizi anladığımızda, aslında biraz da ilişkide olduğumuz insanları anlama şansımız doğar bir parça da olsa.
Erol Anar
[i] Sigmund Freud: Günlük Yaşamın Psikopatolojisi, Tutku Yayınevi, sayfa 236.
[ii] Sigmund Freud: Mutluluk Dediğimiz Şey Aforizmalar, Aylak Adam Yayınları, sayfa 16.
[iii] Sigmund Freud: Mutluluk Dediğimiz Şey Aforizmalar, Aylak Adam Yayınları, sayfa 98.