Akdeniz Anıları (24)

Akdeniz Anıları (24)

Akşam Demet’i aradım Hotel’deki odamdaydım, daha doğrusu yine balkondaydım. Sigara ve bira içiyordum geceye bakarak orada. Ve de yıldızlara. Hafif bir esinti vardı ılık, denizden gelen.

Ona yine Kaptan ile olan sohbetimizden söz ettim:

“Keşke ben de orada olsaydım, sizin gibi yol gösterici iki insanı dinlemek ilginç olurdu.” dedi.

Gülümsedim,

“Sağ ol, ama ben kendimi yol gösterici olarak görmüyorum. Ama bir şey doğru, o da kendi yolumu aradığım. Hâlâ bulamadığım o yol, sonsuza kadar uzanıyor. Şuna inanıyorum herkes kendine özgü bu dünyada, insanlar tornadan çıkmış gibi aynı değiller. Dolayısıyla herkesin kendi yolu var. Ama insanların çoğu kendi özgün yollarını aramak, buna çaba göstermektense, bir sürünün içine katılıp başkalarının yollarında yürümeyi seviyorlar. Böylesi çok daha kolay onlar için. Düşünmemek, çaba ve emek vermemek, sadece itaat etmek.” dedim.

“Evet, çok doğru” dedi Demet.

Sözlerime devam ettim:

“Neyi anladım hayatımdan biliyor musun? İnsanlar en kolay özgürlüklerinden vazgeçiyor, ondan kurtulup köle olduklarında, robotlaştıklarında rahatladıklarını sanıyorlar. Önlerine birkaç kemik de atılırsa da, değme keyiflerine. Ne yazık ki çoğu insan böyle. İki kemiğe ruhunu satan insanlarla dolu dünya. La Fontaine işte hep bu öyküleri anlatıyor gerçekte.”

“Kesinlikle bir La Fontaine ‘Masallar’ kitabı satın alacağım bu hafta. Artık şart oldu. Sen o kadar söz ettin ki.” dedi Demet.

“Pişman olmazsın, sıkıldığın zaman aç aç oku. Yeni kapılar açar her seferinde önüne bu kitap.” dedim.

“Bana hiç anlatmadın.”

“Neyi?” diye sordum.

“Bana bir La Fontaine masalı  anlatsana, hep Kaptan’a anlatıyorsun?” dedi Demet.

“Şimdi mi” dedim.

“Evet, dedi “şimdi istiyorum, mümkün mü?”

“Tamam,” dedim “dur bir saniye düşüneyim hangisini anlatacağımı.”

“İki inatçı keçi varmış. Bunlar bir gün bir köprüde karşılaşmışlar…” diye başladım.

“Ha ha ha ha! Onu dedem de bilir.” dedi Demet.

“Ha ha ha ha! Şimdi aklıma gelmedi, sonra anlatırım sana dedim.”

“Vur dibine!” dedi “uyar!”

“Ha ha ha! Uyar yakışır” dedim.

O da gülüyordu:

“Ha ha ha ha!”

***

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra tekrar Kaptan’ın bar restoranına uğradım, bir saat kadar sessizce orada yazdıktan sonra, yazmaya ara verdim. Kaptan ile sohbete başladım.

Daha sonra masadan kalktı ve bağlamayı alıp geldi Kaptan.

“Evet dedim ben de bekliyordum bugünkü türkünü Kaptan.” dedim.

O yar gelir yazı da yaban gül olur yar yar / Gül olur yar yar / Yüzün görsem tutulur dilim lal olur yar yar / Lal olur yar yar / Aşka düşen / divane gezer del’ olur yar yar / Del’ olur yar yar / Aşka düşen divane gezer del’ olur yar yar / Del’ olur yar yar / Evlerine vara da gele usandım yar yar / Usandım yar yar / El kızını ben kendime yar sandım yar yar / Yar sandım yar yar / Yüreğime hançer de vurdu gül sandım yar yar / Gül sandım yar yar

İçten söylemişti türküyü, gözleri nemlenmişti Kaptan’ın. Daha sonra ayağa kalkıp bağlamayı duvara astı ve iki çay getirdi.

“Dün gece kız arkadaşımla konuştum da, insanlar neden kendilerini birkaç kuruş, bir parça iktidar, kariyer için satıyorlar Kaptan?” diye sordum. “Bu kadar ucuz mu insanın ruhu, birkaç kırıntıya satılacak kadar?”

Kaptan bana baktı gülümsedi ve düşündü bir süre, sonra;

“İnsan ruhu değerlidir, o kadar ucuz değildir. Ama insanlar bunun farkında değiller. Çünkü itaat etmeye, boyunduruk altına girmeye alışmışlar. Tek başına, kendi ayaklarının üzerinde duramıyor çoğu insan, sığınacak bir sürü arıyor.”

“Siddhartha şöyle diyor Kaptan, “Ruhunu huzura kavuşturmam için yalvarıyorsun, bir ruhun olduğunda bunu yapacağım.”

“Çok derin bir laf bu” dedi Kaptan.

“Evet Kaptan, bence sorun bu: çoğu insanın satacak bir ruhu bile yok. Çünkü bir ruhu olsa ve bunun değerinin  farkına varsa, onu asla satmaz zaten.” dedim.

“Evet haklısın, öyle insanlar tanıdım ki, değeri bir kemik bile etmezdi inan. En küçük bir çıkarı için her şeyini satan insanlardır bunlar. İnandıkları tek şey kendi kişisel çıkarları ve güvenlikleri. Bunun için her şeyi yapabilirler.” dedi.

“Özellikle bir gücün, iktidarın arkasına sığındıklarında kendilerini güçlü hisseder böyle insanlar. Ama özünde korkak ve değersiz, ruhsuz insanlar bunlar. Aslında insan demeye bile dilim varmıyor bunlara. İnsansı mı diyelim.”

“Evet,” dedi Kaptan. “İnsansı sıfatı bunlara daha çok uyuyor sanki. Haydi sıra sende şimdi, masalda.”         

Benim de bugünkü masalım La Fontaine’den şöyle Kaptan:

“Köpekler kuş uçurmaz olmuş çiftlikten Kurt çelebi tazıya dönmüş açlıktan. Bir deri bir kemik dolaşırken dağda bir çomar görmüş, ama ne çomar… Saldır, lokma lokma et şunu… Ama bakmış, kan gövdeyi götürecek: Kelleyi pahalıya vereceğe benzer bu koca köpek. Aşağıdan almış, ne yapsın; Ahbaplığa dökmüş, biraz da pohpohlamış: – İyi ense yapmışsınız maşallah! demiş. – Sizin de elinizde bayım, demiş köpek, benim gibi beslenmek. Bırakın şu ormanları, beni dinleyin… Gelin benimle de dünya varmış deyin. Kurt sormuş: – Orada işim ne olacak benim? – Hiç canım, demiş çomar, işten değil: Fakir fukaraya saldırmak, evin adamlarına kuyruk sallamak, efendine hoş görünmek, hepsi bu kadar. Buna karşılık yağlı gündelik; bütün artıklar senin… Üstelik sırtın okşanır sabah akşam. Kurdun ağzı kulaklarına varmış gözleri dolmuş sevinçten. Kurt, köpeğin boynunda bir iz görmüş çepeçevre – Bu da nesi? demiş. – Hiiç, demiş köpek. – Hiç, ama ne? – Değmez söylemeye, nenize gerek? – Söyleyin canım, merak ettim. – Tasmanın yeri olacak; Hani bağlıyorlar ya arada bir … – Ne? Bağlıyorlar mı? demiş kurt; Öyleyse her istediğiniz yere gitmek yok! – Her zaman yok, ama ne çıkar bundan? – Ne mi çıkar? Bundan çıkar ne çıkarsa! Sizin olsun eti de, kemiği de; Dünyaları verseler yokum bu işte. Böyle demiş kurt çelebi, der demez de çekip gitmiş.” (La Fontaine: Masallar)

Kaptan’ın çok hoşuna gitmişti anlattığım masal.

“Özgürlük gibisi var mı?” dedi gülümseyerek.

Sürecek…

Erol Anar

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!