Akdeniz Anıları (7)

Akdeniz Anıları (7)

Ramazan gibi prototiplerin esas problemi, insanları birer insan olarak değil, bir çıkar aracı olarak görmeleridir. Bunlar hayatın tek amacının karın doyurmak ve artarsa da üste para biriktirmek olduğunu düşünürler; hırsla para elde etmek için her şeyi yapabilecek kapasitede insanlardır.  Çünkü onlara öyle öğretilmiş, bunlar köylü kurnazları. Ama her köylü böyle değil; bu yoksulluktan da kaynaklanmıyor. Bu aslında karakter yoksulluğudur.

Sosyal medyada Osho’ya atfedilen bir söz var, tam bu insanların ruhunu açıklıyor.

“Zeki insan, kurnaz değildir. Kesinlikle zekidir; ama onun zekâsı, masumiyetini el değmeden korur. Onu sıradan şeyler için satmaz. Kurnaz insan, ruhunu küçük şeyler için satmaya hazır olan kişidir.” (Osho)

Bu tip insanlar her şeyi yapabilir para için, ruhları satılıktır her an. Esas ilginç olan bunlar ruhlarını küçük çıkarlar, hesaplar için satarlar; çünkü küçük düşünürler.

Herhangi bir ilke, erdem ya da onur sahibi değillerdir.  Bu prototip en küçük bir çıkarı olduğunu düşünürse, yapamayacağı hiçbir şey yoktur hayatta; onur, erdem gibi şeyler de olduğunun farkında değildir, bunlara hiç metelik vermez. Ramazan’ın dediği bakarlar dünyaya: “Onur karın doyurmuyor.”

Bütün her şey karın doyurma üzerine kuruludur bunların mantalitesinde. Ama baştan kaybetmiş insanlardır bunlar, ot gibi yaşayıp ölüp giderler, geride de hiçbir iz bırakmazlar.

***

Bu arada Demet’in mesajını açtım, ne yazdığını merak ediyordum.

“Ben senin gerçek olduğunu sanmıştım, keşke söylediklerin gerçek olsaydı.”

Aynen böyle yazmış. Ben de ona bir mesaj çektim:

“Ben gerçeğim; etli, kanlı, canlı bir insanım senin gibi, bacağım, kolum, bir de kafam var.”

Böyle yazıp yollayınca Demet’ten şöyle bir mesaj geldi:

“Ha ha ha ha! Akşam ara beni, şimdi okuldayım.”

“Uyar!” dedim.

Bir anda iş düzelmişti. Hayat böyleydi, bir anda her şey değişiyordu, olumlu ya da olumsuz yöne doğru.

***

Öğleden sonra orada otururken birisi geldi yanıma, ada bara.

“Merhaba!” diyerek elini uzattı.

“Ben bu hotelin müdürüyüm. Sanırım bir yanlış anlaşılma olmuş. Size ayıp etmişler, özür dilerim. Kutu kola bitmişti, o yüzden size şişeden kola servis etmişler bardak ile. O da sanırım gazı kaçmış kola imiş. Böyle şeyler olmazdı burada, ama garsonlar dikkatsiz davranıyorlar bazen. Gazeteci misiniz siz?”

Baktım adam, kırk yaşlarında gösteren gözlüklü, beyaz gömlekli ve sosyal pantolonlu bir kişi.

“Hayır,” dedim “gazeteci değilim, kitap yazarım genelde. Ama gazetelere de yazılar yazarım bazen.”

“Çok güzel efendim,” dedi. “Bu olayı yazacağınızı söylemişsiniz gazeteye, lütfen yazmazsanız memnun olurum. Hotel sahipleri, hotelin imaji konusunda çok hassaslar. Ayrıca sizi yarın için öğle yemeğine davet etmek isterim uygun görürseniz.” dedi.

Öğle yemeği ücretli idi. Güya bana iyilik yapmış olacaktı böylelikle kendince.

“Teşekkür ederim nazik davetiniz için, ama kabul edemeyeceğim, meşgulüm.” dedim.

“Bir arzunuz olursa lütfen bana bildiriniz, ben garsonlara da talimat veririm.” dedi ve gitti.

Ramazan sözlerimi Şef Garson’a yetiştirmişti yalakalık yapmak için. Şef Garson da yine yalakalık yapmak için, müdüre giderek, benim gazeteye hotel hakkında yazı yazacağımı söylemişti. Müdür de bana gelerek, yine yalakalık yaparak öğle yemeği teklif etmiş, bu yazıdan vazgeçirmeye çalışmıştı. Tam bir hiyerarşik yalakalıklar zinciri. Tabii ki asıl amacı benden özür dilemek değildi; gazetelerde hoteli eleştiren bir yazı çıkarsa bu konuda, faturanın kendisine kesilmesinden çekiniyordu. Yani kendi g.tünden korkuyordu.

Ben Müdür’ün arkasından baktım ve şöyle dedim kendi kendime:

“Sen kimsin? Senin iki kuruşluk yemeğine tenezzül eder miyim ben?”

Sürecek…

Erol Anar

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!