Akdeniz Anıları (5)

Akdeniz Anıları (5)

O sırada garson Ramazan, şef garsonu gösterdi bana:

“Bak o şef garson Ahmet, hotele gelen yaşlı bir Alman kadını ayarladı önceki yıl. Kadın dul, 62 yaşında. Onu seviyormuş gibi rolünü oynadı. Her ay kadın buna emekli maaşından bir miktar para yolluyor.”

Baktım, orta boylu, kıvırcık saçlı, bıyıklı, biraz topluca vücuda sahip 30 yaşlarında bir adam. Ben şaşırmıştım.

“Jigololuk mu yapıyor yani?”

Ramazan bana baktı:

“Yok jigololuk olur mu abi, öyle değil?”

Sordum:

“Kadını seviyor mu yani?”

Güldü bu kez, tam köylü kurnazı gibi. Ramazan’ın yüzünde hep sahte bir ifade vardı, gözleri fıldır fıldır yerinde durmuyordu. Konuşurken hep gözlerinize değil de, başka yerlere bakıyordu.

“Neyini sevecek kadının, yarı yaşında bile değil. Parasını seviyor.”

“Sen de öyle bir yaşlı kadın mı arıyorsun?”

“Var benim de Alman yaşlı kadınlardan tanıdıklarım. Ama henüz para yollayan yok. Ben de arıyorum abi, geleceğimizi kurtarmamız gerek. Böyle bir şey.” dedi.

“Hiç de onurlu bir şey değil.” dedim.

Bana baktı güldü Ramazan:

“Abi, onur karın doyurmuyor.” dedi.

Baktım bunlar iyice yavşaklaşmışlar, her şey para bunlar için; insanları kullanmaya alışmışlar, tam köylü kurnazı mantaliteleri var. Her şeyi yaparlar para için, kişilik erozyonuna uğramış insanlar bunlar. Dostoyevski’nin romanlarında “aşağılık insanlar” olarak nitelediği kategoriden bunlar.

Kendi kendime şöyle dedim:

“Ben yazdığım romanı değil de, bu piçlerin hikâyesini yazsam, emin olun şu yazdığım romandan bin kat daha ilginç olur.”

Tam Dostoyevskilik sefil, aşağılık, gücün, paranın karşısında eğilip bükülen tipler. Tabii ki tüm garsonlar öyle değildir. Ama benim orada tanıdıklarımın çoğu böyleydi.

Ama gözlemlemeye devam ediyordum onları. Öğreniyordum hayattan her zaman.

Ramazan geldi tekrar masama.

“Abi beni dün gece diskotekten dışarıya attılar.”

“Niye,” dedim “ne oldu?

“Bir turist kadın vardı, onunla dans ediyordum. Ama diskoteğin sahibi de o kadını istiyormuş, adamlarına beni attırdı, oysa kadın beni istiyordu. ‘Ramazan, Ramazan’ diye bağırdı kadın.”

Bunlar her akşam işten sonra turist kadın avına diskoteğe giderlermiş bir grup garson. Kadınlardan hem cinsel olarak, hem de maddi olarak faydalanmaya çalışan bir yaşam tarzı. Anlattıklarından onu çıkardım. Üstelik bunu övünerek anlatıyordu. Her akşam başka bir kadını avlamaya çalışıyorlardı; yaşlı, paralı, genç, yabancı turist kadınlar… Dil de bilmiyorlar, çat pat birkaç kelime o kadar; ama kadınlarla nasıl anlaşıyorlardı, onu bilmiyordum.

Ramazan geldi masama, masanın üstündeki cep telefonunu işaret ederek,

“Bir telefon açabilir miyim?” diye sordu.

Başımı sallayarak onayladım. Bu telefonu aldı, biraz uzaklaştı,  bir yerleri aradı, birkaç dakika geçtikten sonra yanıma geldi:

“Ya hat düşmüyor.”

“Nereyi aramıştın?” diye sordum.

“Almanya’yı aradım, ulaşamadım. Bir Alman kadın vardı.”

Şöyle bir gülümsedim.

Türkcell faturalı hattım yurt dışına kapalı idi. Yurt dışını cep telefonumdan aramadığım için, açtırmamıştım gidip de yurt dışı hattını telefonumun.

“Ramazan!” dedim.

“Buyur!” dedi.

“Sen kendini çok akıllı sanıyorsun. Hatta olduğundan çok çok fazla. Ama çevrendeki insanlara şöyle bir bak, insanlar aptal değiller.”

Bunda utanma yoktu ki anlasın, gülümsedi bara gitti, masamdan uzaklaştı.

İyice yavşaklaşmışlar, kimden ne koparırımın hesabını yapıyorlar. Köylü kurnazları, kendileri akıllı, ama çevrelerindekileri aptal sanıyorlar. Bir gramlık karakterleri kalmamış, yüzlerine tükürsen yağmur yağıyor sanıyorlar.

Sezen Aksu geldi aklıma tekrar, o parça o kadar çok çalmıştı ki sözleri aklıma kazınmıştı: o günlerde hotelde. Şu sözler tam bu sefil karakterleri açıklıyordu:

“Ah içimizde ne aç hevesler

Arada hicaz arada caz nefesler

Bir yanımız her duruma müsait

Ne kadar uyarsa o kadar ister”

Erol Anar

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!