Bize Dayatılanları Sevmek Zorunda Değiliz

Bize Dayatılanları Sevmek Zorunda Değiliz

Geçmiş yıllarda çok sıkılarak okuduğum kitaplardan birisi de Marcel Proust’un “Kayıp Zamanın İzinde” adlı ciltli kitaplarıydı. Sorun kitabı anlamamak değil de, anlamak, ama yine de sıkılmaktı. Kitap, belki kötü bir kitap değil aslında fakat çok uzun, sıkıcı çok uzun paragraflar ve olaysız gidişatıyla beni sıkmıştı. Kitap, bazılarınca modern romanın başyapıtlarından birisi olarak tarif edilse de bu durum sizi sıkılmaktan kurtarmıyor. Ki ben öyle olduğunu da sanmıyorum bir okur olarak. En azından benim başyapıtlarım arasına girmez. Ama yine de bazı ciltleri bitirdim.

Marcel Proust’un “Kayıp Zamanın İzinde” adlı yedi ciltlik kitabıyla ilgili eleştirel düşüncem, Facebook’dan bir arkadaşımdan tepki almıştı. Kendisi, “Proust’un gelmiş geçmiş en büyük yazarlardan biri olduğunu, benim öyle görmememin bu gerçeği değiştirmeyeceğini” belirtti. Hatta daha da ileri boyutta, “herkesin haddini bilmesini” de tavsiye etti. Aslında bu arkadaş iyi yaptı, çünkü bu konuyu düşünüp bir makale yazmaya karar verdim.

Japon yazar Haruki Murakami’nin “1Q84” kitabını okuyordum, kitabın 700’üncü sayfasına geldiğimde şöyle bir diyalog gördüm:

““Hayır. Benim hapishaneye girmişliğim yok. Bir yerlerde uzun süre gizlenmemi gerektiren bir durum da olmadı. Öyle bir durum çıkmayınca Kayıp Zamanın İzinde’yi okumanın zor olduğunu söylüyorlar.”

Aslında okumak zordan, ziyade sıkıcı. Ekşi Sözlük’e baktığımda bu kitapla ilgili bazı okurların düşünce paylaştığını gördüm, birkaçını aynen aşağıya aldım (Not: imla hataları yazanlara aittir):

“mehter adımları ile okuduğum betimleme külliyatı. olay yok. eğer bir gelişme, aksiyon için okuyacaksanız hiç başlamayın, “sonunda ne oluyor” demeyin.”

“acilen okumaya başlamam gereken kitap. ulan fransızcasını da fransızlar bile anlamıyor, o dilde okumak vardı da. neyse türkçesini okuyalım da bi.”


“elime aldığım her kitabın önsözünde kayıp zamanın izinde’ye bir itaf böyle bir gönderme yok efendim marcel yazmış ise falan.alayım okuyayım dedim saolsunlar minnacık puntoyla sayfada boşluk kalmayacak şekilde hazırlanmış bir baskısına denk geldim.yılmadım dedim okuyayaim,yok ölümüyor.okumayın bence filmi falan varsa izleyin.”


“2 yılda araya birçok kitap ve sözcük iliştirerek sonlandırdığım eser: oldukça yordu!”


“filmi çekilebilecek kadar konusu olmadığı için alıp okumaktan başka çarenizin olmadığı seri. belki tabloları yapılabilir.”

***


Şimdi tekrar dönelim benim bu konudaki düşüncelerime… Denilebilir ki “Siz, öyle görmeseniz de Proust büyük bir yazardır.” Olabilir buna karşı çıkmam, bazıları için büyük yazar olabilir, benim büyük yazarım değil ama.

Soru da şu: Bize bazı edebiyat eleştirmenleri ya da akademik çevrelerce dayatılan hatta kutsal bir ikonmuş gibi sunulan yazarları beğenmek zorunda mıyız? Onları büyük olarak görmek durumunda mıyız, yoksa kendi bireysel tercihimizi özgürce yapabilir miyiz? Yoksa bu “haddini bilmezlik” midir? Ben her okurun bu konuda tercih hakkı olduğuna inanıyorum.
Ben örneğin bir okur olarak Dostoyevski’yi tüm zamanların en büyük yazarı olarak görüyorum. Ama birisi çıksa dese ki, “Ben öyle görmüyorum, Dostoyevski bir çöplüktür.”, o kişiyle tartışmam, çünkü onun böyle düşünme hakkı vardır bir okur olarak. Ayrıca edebiyat eleştirmenlerinin fikirleri çok değişir. Örneğin Stefan Zweig, Andre Gide, Dostoyevski’yi en büyük yazarlardan birisi olarak görürken, yine bir yazar ve edebiyat eleştirmeni akademisyen olan Nabokov, Dostoyevski’yi hiç sevmez, küçümser.
Yine örneğin Charles Bukowski, yazdığı dönemde, akademik çevrelerce “çöplük”, edebiyat dışı olarak görülüp edebiyat ortamından dışlandı. Ama bugün ABD’de üniversitelerde ders olarak okutuluyor. Yani eleştirmenlerin, akademik çevrelerin görüşleri de değişken. Ama hâlâ onu “çöplük” olarak görenler var. Olabilir.
Ben şöyle düşünüyorum: bir yazar, bazı edebiyat eleştirmenlerince çok büyük bir yazar olarak nitelenebilir, ama bir okur olarak benim o yazarı sevmeme, onu büyük bir yazar olarak görmeme hakkım vardır. Bu, haddini bilmezlik değil, tam tersine benim özgür düşüncem ve tercih hakkımdır. Bize dayatılan her düşünceye evet dememeli, ve onu sorgulamalıyız diye düşünüyorum.

“Bir keresinde adamın birinden Shakespeare sevmediğimi yazmaya hakkım olmadığını anlatan uzun ve öfke dolu bir mektup almıştım. Gençler bana kanıp Shakespeare okuma zahmetine bile girmeyeceklerdi. Böyle bir konum almaya hakkım yoktu. Sayfalarca bunu söyleyip durmuştu. Cevaplamadım. Ama burada cevaplayacağım. Siktir git lan. Hem ben Tolstoy’u da sevmem.” diyor Charles Bukowski, “Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi” başlıklı kitabında.

Burada Bukowski kendi özgür seçimini tercihini, biraz kabaca da olsa açıklıyor. Bu onun en doğal hakkıdır. Kendisine dayatılıyor diye Shakespeare ya da Tolstoy’u büyük bir yazar olarak görmek, sevmek zorunda değil. Kuşkusuz görenler de olabilir. Burada sanat ve edebiyat yapıtının hem içinde oluşturulduğu çağa, hem de sonraki dönemlere ilişkin göreli olduğunu düşünmek gerekir.

Mona Lisa, kutsal bir ikondur. Dadacılar bu ikona saldırdılar. Çünkü kutsallığa tahammül edemiyorlardı. Bu anlamda Marcel Duchamp, Mona Lisa’ya bıyık çizerek ve bunu da bir sanat eseri olarak sunarak, bu ikona büyük bir darbe vurdu. Şimdi onun yapıtı da sanat eseri olarak görülüyor. Bazılarınca ise sanat eseri değil, bir çöplük.

Bize dayatılan “büyük” yazar ve sanatçıları sevmek zorunda mıyız? Seçim hakkımız yok mu? Yani birileri bizim neyi sevip sevmeyeceğimize karar mı verecek? Beş tane akademisyen, üç tane eleştirmen mi karar verecek neyi sevip sevmeyeceğimize? O zaman nerede kaldı bireyin zevk ve tercih hakkı? Böyle şey olmaz elbette. Elbette herkesin dediğini okurum, ama kendi aklım ve bilincimle karar veririm neyi sevip sevmeyeceğime. Bana dayatılan bir şeyi sevmem mümkün değil, hatta tam tersi etki yapar. Popüler kitapları bu yüzden okumuyorum. İçlerinde iyileri varsa kendimce, popülerliği geçtikten sonra okurum belki.

Peki siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Akademik çevreler ya da bazı edebiyat eleştirmenleri “büyük” dedi diye bir yazarın büyüklüğünü kabul etmek durumunda mıyız, yoksa özgür bir okur olarak kendi tercihimizi ve kendimize göre büyük olan yazarları seçebilir miyiz?

Erol Anar

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!