Lenin’in Yakın Görüntüsü – Angelica Balabanov

Lenin’in Yakın Görüntüsü – Angelica Balabanov

Sosyalizmin en temel gerçeklerinden ve amaçlarından habersiz olanlar, onun ahlâki değerlerin ortadan kaldırılması anlamına geldiğini düşünebilirler. Halbuki, tam aksine! Ulaşmaya çalıştığımız ahlâki değişimlerden önce toplumsal yapıda köklü bir değişiklik yapılmalıdır ve bu andan itibaren davranışlarımızla, sosyalist inançlarımızın bir eseri olan bu ahlâki normlara bağlı kalmalıyız.

Söylem ve eylem arasında, siyasi ve özel yaşam arasında ayrım yaratırken Bolşevikler büyük bir sorumluluk yüklenmişler ve toplumun ahlâki düzeyini daha da aşağıya çekerek affedilmez bir suç işlemişlerdir. Lenin’in trajik hatası, tüm hayatını adadığı hareketi kötü etkileyecek yöntemleri önerip uygulamasıdır. Lenin’in hata yaparken (ve dehşet saçarken) sadece iyi niyetle davrandığını, fakat onu izleyenlerin kabul edilemez amaçlarla hareket ettiklerini düşündüğümüzde, hatalarının önemi artmaktadır.

Lenin’in iktidara gelmeden önce öğretmeni olarak gördüğü ve en üst otorite diye bahsettiği tanınmış Marksist Karl Kautski söyle yazmıştı; “Bolşevik rejim, başlangıcından itibaren yalanlar üzerine, proletaryanın esaretine, iktidarı elde etmenin ve onu elde tutmanın her yolu mübah kıldığı ilkesine dayandırılmıştır. Bu ilkeyi benimseyen her parti, bu ilkenin yıkıcı etkisine maruz kalacaktır. Bu ilke, bazılarını yozlaştırırken ona karşı çıkmayanları felç edecektir. Proletaryanın özgürlüğünü hedefleyen bir partinin, işçilerin cesaretini kıran, onların kafasını karıştıran yöntemleri kullanmaya hiç hakkı yoktur.”

Bolşevik hükümetlerce özgürlükler ihlal ederek Rus halkının masum olduğuna inandığı insanlar ve bağımsız düşünürler hapishanelere doldurulurken, Çarlık rejimi altında bağımsızlıklarına getirilen sınırlamalara karşı ödünsüz mücadele edenlerin tepkisiz kalması karşısında, hiçbir şeyin değişmediğine, her şeyin eskisi gibi kaldığına ve hatta daha da kötüye gittiğine dair düşünceler oluştu (bu, daha sonra kesin bir gerçek olacaktı).

Sokaktaki insan, daha önceki rejimle mücadele etmesine neden olan, nefret uyandıran özelliklerin yeni devrimci hükümet tarafından da kullanıldığını görünce, Bolşevik programa olan inancı sarsıldı. Daha fazla fedâkarlık yapmaya, daha fazla yokluklara katlanmaya, anavatanlarını savunmaya (ki vatanları verdiği sözleri yerine getirmemişti) hazır olan insanlar, zamanla bu duygularını yitirdiler.

Normal şartlarda imtiyaz ve gösteriş, yoksulluğa bir hakaret ise, genel bir kıtlığın yaşandığı zamanlarda bu hakaret, acı bir rezalete dönüşür. Rus halkını tanıyan, onun tükenmeyen sabrını, uysallığını, akla gelebilecek en kötü yaşam koşullarına razı olduğunu bilenler, halkın Bolşevik hükümete duyduğu nefretin kaynağının sadece maddi sıkıntılar olmadığını düşünebilirler.

Siyasi yargılamalar, casusluklar, iktidarın suiistimal edilmesi. masumların tutuklanması, tanıdıkların kayrılması ve bariz eşitsizlikler, halkı hükümet aleyhine çevirdi.

Sıradan bir insan, özellikle de bir köylü, okuyarak ya da propaganda yoluyla programın değeri konusunda ikna edemezdi. Onun şüpheciliği, ancak somut örneklerle ortadan kaldırılabilirdi. İşçilerin ve köylülerin, savaş sonrası dönemdeki acıların ve yoklukların iyi niyetle ve eski tüfek Bolşeviklerin kahramanca gayretleriyle çözülemeyeceğini anlayacak kadar sağduyusu vardı. Devrimle onlara düşen görevleri yerine getirdiklerinde, yönetici kesimin ve silahlı kuvvetlerin bazı ayrıcalıklara sahip olacağını anlayabilmişlerdi. Fakat yine bu insanlar, yargıda ve savaş sonrası Rusya’sındaki toplumsal yaşam koşulları üzerinde yapılan iğrenç ayrımlara karşı başkaldırdılar (bunu sadece vicdanlarında hissetseler bue). Cefakâr halk yığınları, o kadar uzun süredir başlarındaki kişilerin ve din adamlarının yalanlarına, iki yüzlülüklerine maruz kalmışlardı ki, onları suçlayanların da aynı şeyleri yaptıklarını gördükçe daha fazla hayal kırıklığına uğrayıp, tiksinti duymuşlardı.

Lenin, her tür komünist kendini beğenmişliğe son derece karşıydı. Böyle davranan herkesi hiç acımadan yererdi ve hatta onlar için özel bir kelime de yaratmıştı; ‘com’ (komünist) ve ‘chvanstvo’dan (kendini beğenmişlik) türeyen comchvanstvo. Ona göre, parti üyeleri ya da bazı hükümet birimlerindeki görevliler, karmaşık problemler konusunda uzun nutuklar atma hakkı bulunan komünist kibrine kapılmışlardı. Bunları, “Tantanalı bir gösteriş dışında hiçbir şey değil” diye nitelerdi Lenin.

Lenin, soyut bir dünyada yaşarken bile acımasız bir gerçekçi olabilirdi. İktidara gelmesiyle en göze çarpan özelliği de ortaya çıktı; Her olayı veya durumu Bolşevizm için değerli bir hale getirebilme kabiliyeti. Etikle ilgili konular da buna dahildi. Lenin’in komünizm ile etik arasında kurduğu ilişki şöyleydi: “Komünizm etiği var mıdır? Kuşkusuz vardır. Sık sık kendimize ait bir etiğimiz olmadığı düşünülür ve burjuvalar bizleri bütün ahlâk kurallarını reddetmekle suçlarlar. Bu, işçilerin ve köylülerin kafasını karıştırmak için sarf ettikleri bir çabadır.”

Lenin sözlerine şunları ekledi: “… Etiğimiz, sınıf mücadelesinden sonra ikinci derecede önemlidir. Etik, insanın sömürülmesi esasına bağlı bir toplumun tamamen yok edilmesi amacını gütmektir.

Etik, bütün işçileri, komünist ükelere bağlı kalarak yeni bir toplum yaratan proletaryayla birleştiren bir bağdır.”

Bu tanımı hatırladığımızda, Lenin’in bazı eylemlerinin, kendisi için normal olmasına rağmen başkaları tarafından neden ahlâk dışı bulunduğunu anlayabiliriz. Lenin bununla bağlantılı şunları söylemişti: “İşçiler, şaşırtıcı bir şekilde, dürüst ve kendisini davasına adamış bir komünist ve bir parça ekmek için mücadele veren, hiçbir ayrıcalığa tenezzül etmeyen ve yönetim dışında duranların arasındaki farkı, net bir şekilde görebilmektedirler.”

Lenin’in bu sözleri, kendilerini onun yandaşları şeklinde tanıtan, etiğin bir burjuva kavramı olduğunu ve devrimcilerin, yani iktidardaki komünistlerin, eylemlerinin ahlâki amaçlarını yitirdiklerini haykırarak etrafta dolaşan, her şeye şüpheyle bakan insanları tanımlamaya yetmektedir.

1921’de Sovyet rejimi daha da kesinlik kazandığında, Lenin ortada daha fazla otorite istismarı olduğunu gördü ve Rus Komünist Partisinin 10. Kongresinde, partide bir temizlik istedi (daha sonra bu söz ve kavram kendisinden sonra gelenler tarafından yanlış bir anlamda kullanıldı). O sıralar yaklaşık 170 bin kişi, yani parti üyelerinin % 25’i partiden uzaklaştırıldı. Lenin, 200 binden fazlasını partiden atmak istiyordu. Lenin, “Demagoglar işçi sınıfının en büyük düşmanlarıdır demekten hiçbir zaman bıkmayacağım” diyordu. Komünistlerin görevinden bahsederken Lenin 1921’de şöyle konuştu:

“Eylemlerimiz ve yaptığımız işler halka açık olmalıdır, ki şöyle diyebilsinler: ‘Evet, bu rejim, eskisinden daha iyi…’ Bütün nüfusla karşılaştırıldığında çok küçük kalan Partimiz, her şeyi öylesine değiştirmeyi hedefliyor ki halk şunları söyleyebilecek: ‘Sizlere övgüler yağdıranlar, yine kendiniz değil bizleriz. Sizler, aklı başında olan birinin hiçbir zaman vazgeçmeyeceği sonuçlara ulaşmayı sağladığınız’ Fakat biz daha bu amaca ulaşmadık.”

Lenin Rus Komünist Partisinden uzaklaştırılacak insanların arasında eski Menşeviklere de yer verdi. Bunun nedeni ise onlann siyasi esneklikleriydi ki, Lenin bunu fırsatçılık diye adlandırıyor ve ancak her türlü esnekliğin fırsatçılık olarak adlandınlamayacağını belirtiyordu.

Rus Devrimini gerçekleştirenler büyük bir inanç ve özveri sahibi erkek ve kadınlardır. Fakat Devrimin diğer kahraman kurucuları da vardı. Koalisyon hükümetlerine ve güçlü ordulara karşı muhteşem bir savunmayla karşı koyan kahraman askerlerden değil, sosyalist olması gerektiğine inandıkları ve gelecek nesillere bırakacakları anavatanlarını gönüllü olarak savunan insanlardan bahsediyorum. Erlerin cesareti hakkında çok şey söylenip yazıldı ama tepeden gelen emirlere değil de, vicdanlarının sesine uyan, hiçbir askeri rütbesi olmayan isimsiz kahramanlar için ne söylendi? Savaştan, açlık ve yorgunluktan bitap hale gelen ve yerel Sovyet adına mücadele veren Sovyet Cumhuriyeti köylülerinden bahsediyorum. Karmaşa içerisindeki koca bir ülkenin değişik yerlerinde düzeni kurmak ve korumak, sınırlı yiyecekleri adil bir șekilde dağıtmak için gönderilmiş “komiserlerden” bahsediyorum. Bu meçhul komiserler kendileri de aç olmalarına rağmen bütün yoldan çıkarıcı nimetlere direnç gösterip savaş sonrası Rusya’sını kurtarmışlardır; onların örnek hareketleri, yeni rejime dostlar kazandırmıştır.

1918 yılı sonbaharında, büyük bir yaygara koparılarak İsviçre’den kovuldum: İtalya ve İsviçre’de isyan çıkarmak için Moskova’dan 10 milyon rubleyle geldiğim söylentileri yayılmıştı.

Benim ülkeden sürülmem için İsviçre hükümetinin öne sürdüğü bahaneler çok gülünçtü. Aynı zamanda, Sovyet Büyükelçiliği’nde çalışanların hepsi de ülkeden sürüldü. Ülkeye dönüş yolculuğumuz 18 gün sürdü. Hiçbir bagaj alamadığımdan kendime bir palto edinmek zorunda kaldım. O sıralar Sovyet Cumhuriyetinde para kullanılmaya başlanmamıştı. Sadece, toplum içerisindeki konumlarından dolayı bazı insanlara ihtiyaç malzemeleri dağıtan bazı depolar vardı. Seçtiğim paltoyu gösterdiğimde, görevli iyi niyetle şöyle söyledi: “Yoldaş Balabanov, neden dayanıksız bir şeyi seçiyorsunuz? Eski rejimin tekrar gelmesi ihtimaline karşı kürkleri burjuvalara mı bırakmak istiyorsunuz? Bizim için çalışıyorsunuz, sürgünde yaşadınız ve çok çektiniz… Şimdi, siz kazandınız… Neden hakkınız olanı almıyorsunuz?”

Lenin’in ahlâki davranışı ise, tam tersineydi ve hatta anlaşılmaz nitelikteydi. Yine de, psikolojik etkileri düşündüğümüzde, eylemleriyle örtüşen özelliği ortaya çıkabilir. Örneğin, bir zamanlar tüm insanların hayatı ve onurunun dokunulmazlığı için mücadele verirken, Lenin’in idam cezasını getirmesi, doğrudan ya da dolaylı yollarla pek çok insan hayatının kaybından sorumlu olması, bu bakımdan bir tezat oluşturabilir. Bolşevik hükümetinin sayısız insanı yargılayıp şereflerini ayaklar altına alması büyük bir tezat oluşturmaktadır. Daha şaşırtıcı olan ise, yukarıda belirttiğim gibi Lenin, komünistlerin yurttaşlık görevlerini yerine getirirken tam bir dürüstlük ve özveri göstermesini beklerken, aynı insanların siyasi muhaliflerle (yani Bolşevik olmayanlar ve Bolşevik olmaları sağlanamayanlarla) uğraşırken kullandıkları onursuz yöntemleri sadece hoş görmekle kalmamış onları teşvik de etmiştir.

Lenin, bu tür düşünce ve eylemleri saklamadı ya da örtbas etmedi: Bunlara önem vererek görev arkadaşlarını yüreklendirdi.

Onun her söylediğinin ve yaptığının mantıklı bir açıklaması vardı: “…Bolşevikliğe hizmet etmek”. Gençliğinden beri Lenin, insanın çektiği acıların, insanlığı küçük düşüren ve yaralayan ahlâki, kanuni ve toplumsal eksikliklerin çoğunlukla sınıf ayrımından doğduğuna inanıyordu. Yine sınıf mücadelesinin (ya da kendi anlayışına göre proletarya diktatörlüğünün) tek başına, sömürüye son vereceğine, sömüren-sömürülen ayrımını kaldıracağına, özgür ve eşit insanlardan oluşan bir toplum yaratabileceğine inanıyordu. Kendini tamamen bu amacın gerçekleştirilmesine adadı ve bunu başarmak için gücünün yettiği her yöntemi denedi.

Böyle bir mantık içerisinde Lenin, hiçbir zaman kendi vicdanıyla uzlaşamadı. Her şeyi hastasının iyiliği için yapan bir doktor gibi davrandı. Kullandığı taktiklerin, kendisinin ciddi şekilde yasak koyduğu koşulların yaratılmasında etkili olduğunu fark etmemiş miydi? Olayların nedenlerini araştıran, eskiden mantık ve diyalektiğin uzmanı olan Lenin’in, “amaç aracı mübah kılar” ilkesiyle hareket eden insanların yaşadığı psikolojik ve ahlâki bozuklukları görmemesi mümkün müydü?

Angelica Balabanov

“Lenin’in Yakın Görüntüsü”nden kısa bir bölüm,  Adapa Yayınevi, Çeviri: Gülşen Demir, 1.Basım, Eylül 2005, sayfa 137-142.

Angelica Balabanov (Balabanoff), Rusçasıyla Anzelika Balabanova, 1878’de Ukrayna’da doğdu. Brüksel’deki öğrencilik yıllarında radikal görüşlerle tanıştı ve yurda dönüşünde uğradığı takibatlardan dolayı İtalya’ya kaçıp Roma’da yerleşti. İtalyan Sosyalist Partisi ve İtalyan Sosyal Demokratları içinde lider bir konumu vardı. Rus devrimci hareketi ile yakın ilişkiler kurmuş, Sosyalist Kadınlar Birliği yürütme komitesinde görev almış ve Klara Zetkin’le çalışmıştır. Enternasyonal’in sekreterliğini üstlenmiş, Rus Devrimi’nden sonra Rusya’ya dönmüş ve Lenin’in yakın çalışma arkadaşı olmuştur. Bolşevizm’le fikir ayrılığına düştükten sonra 1921’de yeniden İtalya’ya yerleşmiş, faşist dönemde İsviçre’ye geçerek Avanti Dergisinin editörlüğünü yapmıştır.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında ABD’de yaşamış ve savaştan sonra yine İtalya’ya dönmüştür. 1964’te sağlık sorunları nedeniyle aktif mücadeleden uzaklaşmak zorunda kalmış ve bir yıl sonra da Roma’da ölmüştür. (Kitaptan)

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!