“Stepançikovo Köyü ve Sakinleri” ve Dostoyevski Üzerine Notlar

“Stepançikovo Köyü ve Sakinleri” ve Dostoyevski Üzerine Notlar

“Anacığım, velinimetim benim, dünyada rahat etmek, iyi yaşamak istiyorsan aptal olacaksın! Bilseydim ta küçükken aptal olurdum. Şimdi de akıllanırdım … Gelgelelim, akıllı olmaya çok erken başladım, sonunda da, gördüğünüz gibi, ihtiyar bir aptal olup çıktım.”

“Stepançikovo Köyü ve Sakinleri” Dostoyevski’nin çok önem verdiği -belki gereğinden çok- değişik bir kitaptır. Satır aralarında insanın iç dünyası ve davranışlarını çözümlemeye yönelik önemli tespitler vardır.

“Başlangıçta Dostoyevski daha önce ‘Amcanın Düşü’ için ne hissettiyse, belki de ‘Stepançikovo Köyü ve Sakinleri’ için de aynı şeyi hissediyordu. ‘Katkov için yazdığım öykü hiç hoşuma gitmiyor,’ diye yazıyor Mihail’e, ‘benim yazacağım bir şey değil.  Ama … borcumu ödemem gerekiyor.’ Yine de yazdığı romanın dörtte üçünü gönderdiği zaman düşüncesi yüz seksen derece değişiyor. ‘Dinle, Mişa!’ diyerek erkek kardeşini azarlıyor, ‘romanın tabii ki çok büyük kusurları var… ama temel bir önerme olarak bildiğim bir şey varsa o da bu romanın üstün niteliklere sahip olduğudur, benim en iyi yapıtım… Bütün umudumu bu kitaba bağladım, dahası, edebiyattaki ünümü sağlamlaştırma umudumu da.” [1]

Kendisinin o güne kadar yazdığı en iyi yapıtı olduğunu düşünen Dostoyevski, ondan kendi bakış açısının gerçek kişisel ifadesi olarak söz etmiştir.

“Oraya ruhumu koydum, bütün varlığımı koydum,’ diyor erkek kardeşine. ‘Orada kendimi eksiksiz şekilde dile getirdim demek istemiyorum; bunu söylemek saçmalık olur!.. Ama o yapıtta akıl almaz derecede tipik iki kahraman var, bunları yaratmak ve yazıya geçirmek tam beş yılımı aldı, (benim görüşüme göre) kusursuz bir şey çıktı ortaya – bunlar tam anlamıyla birer Rus’tur, şimdiye kadar Rus edebiyatında kötü şekilde canlandırılmış  kahramanlardır.” [2]

Belki bir “Suç ve Ceza” ya da “Budala”, “Karamazov Kardeşler” kadar önemli değildir, ama yine de bu kitapta önemli cümleler, tespitler vardır.

Sibirya’dan sonra yazdığı bir kitaptır. Aslında bu Dostoyevski’nin paradoksudur. Ona esas varlığını kazandıran başyapıtlarını Sibirya’dan sonra verirken yani yazar olmak anlamında olgunlaşırken, aynı zamanda paradoksal olarak da bir aydın olarak milliyetçi ve dinci düşüncelerin kıskacına düşmüştür.

“Dostoyevski, Stepançikovo Köyü ve Sakinleri’ni kendi kanıyla yazdığını söylerken doğruyu söylüyordu, Sibirya’da geçirdiği yılların bazı önemli sanatsal sonuçlarının o kitabın sayfalarına yansıtıldığını şimdiden görebiliriz.” [3]

“Dostoyevski’nin Sibirya döneminde kaleme aldığı Stepançikovo Köyü ve Sakinleri yazarın gizli kalmış güldürü yeteneğini gözler önüne seren, gerilimli ve esprili bir taşra hikâyesidir.”

“… Ben insanlan sevmek istiyorum, sevmek istiyorum! Oysa bırakmıyorlar yaklaşayım insanlara, sevmeme izin vermiyorlar, uzaklaştırıyorlar beni! Bir insan gösterin bana, sevebileceğim bir insan! Nerede o? Nereye saklandı? Diyojen gibi elimde fenerle, doğdum doğalı arıyorum bu insanı, bulamıyorum. Onu bulana dek hiç kimseyi sevemeyeceğim. Beni insanlardan nefret ettirenin Tanrı cezasını versin!” [4]

Bir yazımda dile getirdiğim gibi yakında nefret edecek bir insanı bile bulamayabiliriz. O insanı Diyojen arıyordu, Dostoyevski de aradı yapıtları aracılığıyla, ama henüz kimse bulamadı. Ama bulunabileceğine dair hâlâ küçük de olsa bir umut var mı? Kim bilir? Her geçen gün daha azalıyor bu umut, o insanın bulunabileceğine dair. Diyojen güpegündüz elinde fener ile erdemi aramıştı, bulabildi mi? Hayır. Günümüzde erdem önemli bir değer olmaktan çıktı ne yazık ki. Ama elinde fener güpegündüz hâlâ erdemi arayan az sayıda insan var. Bu işte umut veriyor insana, az da olsa.

***

“Kesinlikle her şeyi hoşnutlukla karşılayan, her şeye alışıveren insanlar vardır. Emekli albay da bunlardandı.” [5]

Bu da Dostoyevski kitaplarında alışık olduğumuz bir cümlede bir insan prototipini en iyi şekilde tarif eden kelimelerdendir. Bu tip insanlara çevremizde rastlarız, her şeyi soğukkanlılıkla karşılar ve en kötü durumlara bile hemen alışırlar, sanki yüz yıldır aynı durumda yaşıyormuş gibi. Uyum sağlarlar.

“Nerededir o, nerededir benim ruh temizliğim? diye kesti dayımın sözünü. Nerede o güzel günlerim? Çayırlarda bahar kelebeklerinin arkasında koştugum o tertemiz, o güzel altın çocukluğum neredesin? Nerede o günler, nerede? Geri verin bana ruh temizliğimi, geri verin bana!..” [6]

İşte klasik sorgulayan Dostoyevski cümlelerinden birisi. Hemen her romanında buna benzer cümleler vardır. İnsanı sorgularken, aynı zamanda onun içinde yaşadığı çağı da sorgular o. Bu kitap tamamen bir insan arayışı ve katı bir gerçeklikle onu bulmayışının, hayal kırıklığının öyküsüdür aynı zamanda.

Yine aynı içerikte Foma şöyle seslenir:

“Sevgiye olan inancımı, insanlara olan sevgimi henüz yitirmediğim, insanları kucakladığım, onların göğsünde agladığım o günler nerede, nerede? Peki şimdi neredeyim ben? Neredeyim?” [7]

Bizi yaşarken öldüren, çevremize, insanlara, doğaya, sevgiye ve başka değerlere yabancılaştıran bu değerleri, sanki geçmişte varlarmış gibi bize aratan bir duygudur bu. Yabancılaşmanın o keskin demir tadı. Kaçınılmaz olan.

“Generalin evinde yediği bir lokma ekmek için katlanmadığı hakaret yoktu. “[8]

Bu cümleden yola çıkarak bir yazı kaleme almıştım. (Buradan ulaşabilirsiniz)

“Anacığım, velinimetim benim, dünyada rahat etmek, iyi yaşamak istiyorsan aptal olacaksın! Bilseydim ta küçükken aptal olurdum. Şimdi de akıllanırdım … Gelgelelim, akıllı olmaya çok erken başladım, sonunda da, gördüğünüz gibi, ihtiyar bir aptal olup çıktım.” [9]

Aslında bu sözlerde bir ironi gizlidir. Aptal insanlar gerçeklerin farkında olmadan belki rahat yaşarlar. Ama onların yaşamı bir otun yaşamından farklı değildir. Hayatın anlamını çözmeden, hatta neden yaşadıklarını bilmeden dahi nefes alır, ölür giderler sonra.

“Çektiklerinin acısını çıkarma fırsatı geçmişti eline! Ezilmekten kurtulan aşagılık bir insan bu kez başkalarını ezmeye başlar.” [10]

İşte bu yüzdendir belki de dünyadaki insanın insanı ezmesi üzerine kurulu sistem. Kimse bu sistemi ortadan kaldırmayı hedeflemez gerçekte, sadece ezilen olmaktan çıkıp ezen olmak için yarışır çoğu insan. Ve kurban olur cellat. Ve kurban, cellat olduğunda daha da acımasızdır.

“Stepançikovo Köyü ve Sakinleri”, tipik bir Dostoyevski kitabı insan ruhunun karanlık noktalarına uzanan tespitleriyle ve okunmaya değer.

Erol Anar


[1] Joseph Frank: “Dostoyevski Çağının Bir Yazarı”, Everest Yayınları, Çeviren: Ülker İnce, 2. Baskı: Şubat 2017, İstanbul, sayfa 287.

[2] Frank, age, sayfa 295.

[3] Frank, age, s. 300.

[4]  Dostoyevski: “Stepançikovo Köyü ve Sakinleri”, İletişim Yayınları, Çeviren: Ergin Altay,  2. Baskı 2010, İstanbul, sayfa 237.

[5] Age, sayfa 5.

[6] Age, sayfa 223.

[7] Age, sayfa 223.

[8] Age, sayfa 261.

[9] Age, sayfa 75.

[10] Age, sayfa 262.

One thought on ““Stepançikovo Köyü ve Sakinleri” ve Dostoyevski Üzerine Notlar

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!