Ölü Adam ve Hayat Üzerine Birkaç Not

Ölü Adam ve Hayat Üzerine Birkaç Not

Adam dirildiği için bir yabancılaşma, yalnızlaşma, umutsuzluk ve huzursuzluk yaşıyor. Bunları biz diriyken de yaşıyoruz. Hem yoğun bir şekilde. Adam yemekten içmekten zevk almıyor. Peki biz zevk alıyor muyuz bundan?

Dinsel, mitolojik gönderme ve çağrışımlarla ilişkili bir kitap olan D. H. Lawrence’in “Ölen Adam” adlı kitabını okudum. Kitapta öldükten sonra kefeniyle dirilen bir adamın öyküsü anlatılıyor. Peygamber İsa’yı çağrıştırıyor adam bu anlamda. Kitapta da buna yönelik göndermeler var. Eski Mısır’a kadar uzanıyor öykü, mitolojik bir yapıya bürünüyor.

Ama yabancılaşmayı, insanın içindeki hırsı, beklentiyi, kurnazlığı da ortaya koyuyor yer yer.

Dirilen adam kefeniyle köye geliyor ve burada bir köylü ile karşılaşıyor. Köylü korkuyor, ama adama onu saklamayı öneriyor. Adam, kimseye söylememesini tembih ediyor varlığını ve köylünün avlusunda yatıyor, onun verdiklerini yiyor. Ama hiç zevk almıyor yemek içmekten.

“Gene de, — yaşamak gerektiğine göre — bir parça ekmeği suya bandı, yedi. Ama içinde, istek, ölmüştü; yemek, içmek isteği bile.” [1]

Ne ölü, ne de diriydi sanki o.

“Yalnızdı; ölmüş olduğu için de yalnızlığın bile ötesindeydi.”[2]

Çoğumuz bu keskin ve yabancılaşmanın yol açtığı yalnızlığın ötesinde yaşamıyor muyuz zaten? Bu yalnızlık da değil aslında, insanı kendisine ve her şeye yabancılaştıran, hiçbir şey ürettirmeyen ve ölümü bekleyen bir durum.

Haydi bu adam ölmüş de dirilmiş, üzerine toprak atılmış. Peki soruyorum: Üzerine henüz toprak atılmamış ne kadar ölü var dünyada? Çok değil mi şöyle bir düşününce; o zaman ölmek için üzerine toprak atılmasına gerek yok. Nefes alıyor olabilirsin, ama bu yaşadığını göstermez. Belki de çoktan ölmüşsündür, sadece zaman dolduruyorsundur.

“… umut kırıklığından başka bir şey yoktu, bomboştu içi.” [3]

Adam dirildiği için bir yabancılaşma, yalnızlaşma, umutsuzluk ve huzursuzluk yaşıyor. Bunları biz diriyken de yaşıyoruz. Hem yoğun bir şekilde. Adam yemekten içmekten zevk almıyor. Peki biz zevk alıyor muyuz bundan? Çoğu zaman bir robot gibi hissetmeden rutin bir şekilde yiyip içmiyor muyuz? Tat bile hissetmiyoruz. Yoksa biz de ölü müyüz?

“Gün batarken köylü eşeği ile birlikte evine döndü: “Efendi!” dedi, “cesedin bahçeden çalındığı söyleniyor, mezar da boş, askerler de yaka paça götürülüyor, yere batasıca Romalılar! Kadınlar da ağlamak üzere orada duruyor.

Ölmüş olan adam, ölmemiş olan adama bakıyordu.

“İyi,” dedi. “Ağzından bir söz kaçırma, kurtuluruz.” [4]

Sonra Magdalena ile karşılaşır:

“Efendim!” dedi kadın, “sana nasıl, nasıl ağladık! Bize gelecek misin gene?”

  “Olan oldu, biten bitti; benim için, son da geçti bitti,” dedi adam. “Dere, onu dolduracak yağmurlar durana değin akacak, sonra kuruyacaktır. Benim için o hayat artık sona erdi.” [5]

Adam ölüm içinde olduğunu bilmektedir. Bunun farkındadır ve gitmesi gerektiğinin de.

Biz yaşamın içinde bunu fark etmeyiz çoğunlukla, ama bazen bir yerelere gitmemiz gerektiğini düşünürüz. Kimse bizi zorlamaz gitmemiz için, ama sanki içgüdüsel bir şekilde gitmek isteriz.

Burada dirilen adam, köylüye kendisini sakladığı için biraz para verir, arkadaşından almıştır parayı. Köylü ise kurnaz bir şekilde “İstemez, yan cebime koy.” der. Adam bunun farkındadır.

“Ama ölmüş olan adam üzgündü, çünkü köylü oracıkta küçük, kişisel bedeniyle duruyor; gözleri kurnaz kurnaz, sonraları paraca daha büyük ödüller koparmak umuduyla parlıyordu.” [6]

Beklenti her şeyin üstündedir, hayatın içinde. Bir kez bir şey elde etmişsek, o şeyi, ya da daha fazlasını elde etme beklentisi içinde oluruz hayatın içinde. İşte burada köylü, saklamaya çalışsa da her hareketinden, bakışından beklentisi açığa çıkıyor. Hayat da böyledir.

Kitabın bir de mitoloji ile ilişkilendirilen, (Mısır Mitolojisi: İsis ve Osiris) ikinci bölümü var.

Ben kitaptan dinsel ya da mitolojik çıkarımlar yapmak yerine, içinde yaşadığımız hayata yönelik çıkarımlar yaptım. Bir solukta okunan ve akıcı bir dille yazılmış kitaplardan bu.

Kitabı okuyup bitirince insan huzursuz oluyor, yabancılaşmayı hissediyor ve kendi kendisine şöyle soruyor:

Acaba ben yaşıyor muyum, yoksa zaman mı dolduruyorum? Yaşamaktan zevk mi alıyorum, yoksa rutin bir şekilde tatminsiz bir yaşam mı sürüyorum? Acaba ben de ölüp dirildim de, bunun farkında değil miyim?

Ya peki siz, sizler de yaşıyor musunuz? Yaptıklarınızdan, yediklerinizden zevk alıyor musunuz?  Yoksa yaşayan birer ölü müsünüz?  

Erol Anar


[1] D. H. Lawrence: “Ölen Adam”, Çeviren: Bilge Karasu, Adam Yayınları, Birinci Basım: 1962, İstanbul,epub, sayfa 15.

[2] Age, sayfa 11.

[3] Age, sayfa 15.

[4] Age, sayfa 17.

[5] Age, sayfa 19.

[6] Age, sayfa 22.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!