İktidar, Özgürlük ve Geleceğe Dair Düşünceler

İktidar, Özgürlük ve Geleceğe Dair Düşünceler

Böylece birey, kendi kendisinin gardiyanı, polisi ve yargıcı olacaktır. İktidar ise görünmez ve ulaşılmazdır böylesi bir sistemde; ağ mekanizmalarıyla işleyen bir biçimde karmaşıktır.

Nietzsche şöyle der: “Kendine özgür mü diyorsun? Bir boyunduruktan kurtulduğunu değil, egemen düşüncelerini işitmek isterim.” [1]

Bu doğru bir düşüncedir katılıyorum; çünkü burada düşünce belki ideoloji anlamında ele alırsak ya da inanç, bu durum insanın özgürlüğünü kısıtlayabilir. Çünkü kişi ideolojik kaygılarla ya da inançsal kaygılarla gerçekleri görmemeye başlar; gerçekliğe uymaz, gerçekliği kendine uydurmaya başlar. Burada özgürlük düşüncesi ortadan kalkmıştır. Kişi boyunduruktan kurtulduğunu, özgür olduğunu düşünürken, başka bir boyunduruğun altına girmiştir, farkında bile olmadan çoğu zaman.

Özgür olabilmek için bir insanın kendisini inançlardan, ideolojilerden sıyırması gerekir.  Elbette bir dünyaya bakış açısı vardır. Ama o kendi düşüncesine eleştirel yaklaşabiliyorsa, düşüncesinin tutsağı değilse, esas olarak ideolojiye değil de gerçekliğe, hakikate bağımlı ise, işte o zaman özgürlüğe biraz daha yaklaşmış demektir.

Peki özgürlük neden önemli; çünkü özgürlük sonsuz şekilde gelişebilir, ve özgürlük geliştiği oranda birey de kendini gerçekleştirmenin olanaklarına sahip olur. Bireyin kendisi olmasının ve kendi sınırlarını genişletmesinin yolu onun özgür olup olmamasına bağlıdır.

“Yalnızca özgürlük büyük şeyler yapma konusunda insanlara ilham verir, toplumsal ve entelektüel dönüşümleri meydana getirir. Yöneten insanların sanatı asla insanları eğitmek ve onlara yaşamlarına verecekleri yeni şekil konusunda ilham vermek olmadı. Kasvetli baskının emrinde, yalnızca, herhangi bir canlı inisiyatifi doğarken boğan, özgür insanlar değil de ancak kul ortaya çıkarabilen, yaşamdan yoksun bir boşluk vardır. Özgürlük yaşamın temeli, entelektüel ve toplumsal gelişimin itici gücü, insanlığın geleceği için her yeni bakış açısının yaratıcısıdır.”[2]

İnsanın kendisini sürekli değerlendirip geliştirmesinin önündeki en büyük engel, onun kendi görüş ve düşüncelerinin yüzde yüz doğru olduğuna inanmasıdır. Bu özünde mistik bir yaklaşımdır. Böylelikle kişi, mükemmele zaten ulaştığını düşündüğü için herhangi bir değişim ve gelişim ihtiyacı da duymayacaktır.

Kendi bireysel tarihimize bakarsak, şu soruyu sorabiliriz: Son yıllarda hangi düşüncemi değiştirdim? Ya da son yıllarda kendi dünya görüşüme, inancıma, ideolojime katkıda bulunduğum en küçük bir düşünce var mı? Böyle bir çabam olmuş mu?

Örneğin kendi açımdan bakarsam, son on yılda izlediğim ana yolda bir değişiklik yok, yine sınıfsız, sömürüsüz, özgür bir toplum yolunu, hedefini izliyorum. Ama ona giden yoldaki düşüncelerimde önemli değişiklikler meydana geldiğini söyleyebilirim. Daha sorgulayıcı ve araştırmacıyım bu anlamda. Birçok konuda değişen düşüncelerim var. Yalnızca değişmekle kalmıyor, bu düşüncelerimi geliştirmeye çalışıyorum. Bunu da okuyarak, araştırarak ve her şeyi sorgulayarak yapmaya çalışıyorum. Bilimsel olmaya da gayret ederek yapabildiğim ölçüde.

Ya da örneğin altı ay önce yazdığım yazımdaki bazı düşüncelerim değişmiş olabilir. Oradaki bazı düşüncelerimin yanlış olduğuna ikna olmuş olabilirim. Ve aradan geçen altı aylık sürede aynı konuda yazacağım makale tamamen farklı düşünceler içerebilir. Bu da sorgulayan bir insan için normal bir durum. Hatta tersi anormaldir denilebilir.

Foucault’nun bir kitabından hatırlıyorum. Kendisi ile röportaj yapan gazeteci ona, “Siz 1960’larda şunu yazmıştınız oysa şimdi tersini söylüyorsunuz.” benzeri düşünceler ileri sürdüğünde Foucault ona suna benzer bir yanıt veriyordu: “Bana niye dün yazdıklarımı getiriyorsunuz sürekli. O yazdığım o zamandı, şimdi bunları düşünüyorum.”

Çünkü o bir bilim insanıdır aynı zamanda, filozof olduğu kadar. Kavramları bir bilim insanı titizliğiyle araştırır ve onların kökenlerine iner. Bu süreçte de elbette düşüncelerinde değişiklik olmuş olabilir. Tersi zaten bilimsel olmazdı.

Aslında çoğumuz bunları düşünmeyiz bile, kendimizi hayatın akışına bırakır ve yaşayıp gideriz. Dün savunduğumuz düşüncelere en küçük katkı yapmadan, daha çok bunu bir vizyon olarak kullanır ve öyle düşünmeden, sorgulamadan, işin kötüsü buna ihtiyaç duymadan yaşayıp gideriz. En küçük bir gelişme göstermeden ölene kadar bize öğretilenleri, ya da öğrendiklerimizi bir milim bile geliştirmeden tekrar ederiz. Programlanmış bir makine gibi tıpkı.İşin özü ile değil de, daha çok verdiğimiz imaj ile ilgileniriz. Kendi dünya görüşümüze, ideolojimize aykırı olan gerçekleri reddeder, uygun olanları ayıklayıp seçip alırız.

***

“İnsanları yönetme sanatının temelinde iki ilke yatar: Onları baskı altında tutmak ve aldatmak. Sahte ışıklar saçan bu pırıl pırıl kelimelerin can sıkıcı tarafı, kimseyi baskı altına almayı da, aldatmayı da becerememeleridir. En fazla sarhoş edebilirler, ama o da bambaşka bir şey.” [3]

İktidar tür ve biçimleri de giderek farklılaşmıştır. Özellikle Foucault bu iktidar tür ve biçimlerini incelemiş ve kendine özgü sonuçlara varmıştır. Kimse iktidar kavramını onun kadar özgün bir biçimde sorgulamamıştır.

Foucault’nun 1970 – 1984 arasında College de France’ta verdiği ve 1999’dan itibaren Fransa’da yayınlanan dersleri, daha sonra kitap olarak da çeşitli başlıklar altında yayınlanmıştır. Foucault bu derslerde iktidar kavramına ilişkin tezlerini de ortaya koymuştur. Onun iktidar kavramına yaklaşımı tüm diğer filozoflardan ve klasik siyasal iktidar ve devlete yönelik yaklaşımlardan farklı olmuştur kuşkusuz. İşte farklılığı da bu tezlerin özgünlüğünden ve günümüze kadar varlığını sürdürebilmesinden kaynaklanır.

Foucault iktidarın bedeni kuşatmasından söz eder.

“Aslında, iktidarın kararsızlık gösterdiği izlenimi yanlıştır; çünkü iktidar geri çekilebilir, yer değiştirebilir, başka yeri kuşatabilir… ama savaş sürer.”

İşte iktidarın bedeni kuşatma yöntemlerinden birisi de bence bu öğrenilmiş çaresizliktir. İktidar her yana hareket eder bu anlamda, Focuault’nun dediklerinden yola çıkarsak: sağa sola, aşağıya, yukarıya… İktidar bu anlamda elâstiki bir kavramdır ve içine birçok şeyi alır.

İktidar, özgürlüğü her an kuşatma ve tehdit altında altında tutmaktır.

“İşte güvenlik mekanizmalarının, dolaylı etkide bulunmak suretiyle nüfus üzerinde uyguladıkları işlemin ismi Foucault’ya göre tam olarak ‘yönetim’dir. İnsanların eylemlerini yasaklamak ya da bedenlerini bir norma göre hizaya sokmak değil, tersine onların edimlerini olabildiğince serbest bırakarak, içinde yaşadıkları ortamı düzenlemek yoluyla davranışlarını yönlendirmek,onları yönetmenin bir biçimidir. 18 Ocak dersinde Foucault’nun ‘şeylerin idaresi yoluyla insanların yönetilmesi’ adını verdiği bu pratik, ona göre özgür bırakarak yönetmeye yönelik bir politik teknoloji olarak liberalizmin temelidir.” [4]

Aslında burada bireye özgür olduğu yanılsaması verilir, bu iktidar mekanizmaları tarafından. Bireye herhangi bir zor uygulanmaz, şiddet uygulamadığı sürece. Düşüncelerini “özgürce” dile getirebilir. Aslında her şey görünmezdir. Görünmez olarak bazı sansürler uygulanır hem medya, hem de devlet tarafından. Polis, asker görünmezdir.Ama sistem görünmez biçimde ya da en az görünür şekilde onların davranışlarını içselleştirmesini sağlar. Böylece kişi aslında kendi kendine ona dayatılmadan bile iktidarın istediği yönde gider ve davranır.  Foucault’dan benim anladığım budur. Onlara yalnızca sistem ihtiyaç duyduğunda ortaya çıkarlar.

Öyle bir sistem ki, ilk bakışta kimse kimseyi yönetmiyor sanılır. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.” felsefesidir bu sistemin. Birey kendisinin özgür olduğunu düşünür, tabi ki belirli görünmez sınırları geçmediği takdirde.

Aslında devlet giderek küçülüyor ileri kapitalist ülkelerde. Bir çeşit anarko-kapitalist yapıya bürünebilir bir süre sonra bu ülkelerde. Devletleri ve siyasal iktidarları yönlendiren farklı iktidar ağları ve mekanizmaları etkili bu ülkelerde. Devletler tamamen ortadan kalkabilir çok uzak olmayan bir gelecekte. Zaten şimdiden bir anlamda ona gidiyor. Büyük çokuluslu şirketler, devletten çok daha etkilidir ileri kapitalist ülkelerde. Totaliter ülkelerin tersine, neoliberalizm tek bir çizgide gelişmez ve ülkeye göre görece farklılıklar gösterir.

Bu noktada devletten daha geniş ve farklı mekanizma ve ağlar ile işleyen yeni iktidar mekanizmalarından söz etmek gerekir. Bu yapılar devletler üstüdür ve devletlerin çoğundan çok daha etkilidirler. Devlet iktidarı hâlâ önemli olmakla birlikte, küresel ölçekte sadece devletler temsil etmiyor artık iktidarı. Bu noktada iktidar modern anlamdaki merkezi iktidardan yavaş yavaş uzaklaşarak, Foucault’nun işaret ettiği gibi giderek mikro biçimlere dönüşüyor. Postmodern ve merkezi olmayan lokal mikro iktidarlar yavaş yavaş egemen olmaya başlıyor.

Kişileri yönetmek yerine “şeyleri yönetmek” mekanizmaları düzenlemek ve böylece bireyin üzerinde egemen olarak onların davranışlarını yönlendirmek. Ancak gelecekte bu daha katı ve totaliter bir yapıya dönüşebilir. Örneğin bilim kurgu filmlere bakarsak, çoğunda geleceğin toplumu hiyerarşik, katı merkezci ve kuralcı, yaşacı bir toplum gibi çiziliyor. Distopik edebiyatta da bu böyledir. Kurallar, yasalar kesin bir şekilde çizilmiş ve birey toplumun daha doğrusu sürünün herhangi bir parçası vidası olarak işlev görmektedir. Elbiseler bile tek tiptir.

Nasıl elektronik kelepçe ile kişi belli bir alanın dışına çıkamıyorsa, ya da çıktığında suç işliyorsa, yakın gelecekte de polis başınızda sizi denetlemeyecek. Elekronik kelepçe bedenin gardiyanıdır. Kişi kendi kendisinin gardiyanı olmuştur. Yakın gelecekte vücuda yerleştirilecek bir çip sayesinde, kişinin tüm davranışları kontrol edilip, yönlendirilebilir. Hatta düşünceleri dahi. Çünkü internete direkt olarak beyniyle bağlanacak kişi. Beyninize virüs gönderildiğini düşünün. Kişinin ne düşündüğü bile belirlenebilir. Bazı üniversitelerde yapılan araştırmalarda insan düşüncesi okunmaya başlandı. Tamamen distopik bir dünyaya dönüşebilir gerçek dünya. Yarı gerçek, yarı sanal ve tek tek bireylerin kendi gardiyanlarına dönüştükleri bir dünya hiç de uzak değil. İktidar, Foucault’nun dediği gibi bedenlere nüfuz edecek, iktidar ise bedeninizdeki chip olacak. Bir polise, yargıca gerek kalmayacak, sistem sizi otomatik olarak denetleyecek; gerektiğinde kısıtlayacak. Yani birey kendi kendisini kısıtlayacak otomatik olarak. Belki chip’e bile gerek kalmadan internet ağı üzerinden direkt olarak beyinler yönlendirilecek. Böylece birey, kendi kendisinin gardiyanı, polisi ve yargıcı olacaktır. İktidar ise görünmez ve ulaşılmazdır böylesi bir sistemde; ağ mekanizmalarıyla işleyen bir biçimde karmaşıktır.

Ya da tamamen özgür olduğunu düşünen bir toplumun yarı sanal, yarı gerçek distopik bir dünyada yaşaması da gerçekleşebilir. Huxley’in “Cesur Yeni Yürek (Brave New World)” adlı kitabındaki gibi hedonist bir topluma dönüşebilir.

Erol Anar


[1] Friedrich Nietzsche: “Böyle Buyurdu Zerdüşt”, (Yaratıcının Yolu Üstüne), İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, 2010 İstanbul,  sayfa 38.

[2] Rudolf Rocker: “Anarko-Sendikalizm”, Kaos Yayınları, İstanbul, 1. Baskı: Şubat 2000, sayfa 32.

[3] Fernando Pessoa: “Huzursuzluğun Kitabı”, Can Sanat Yayınları, 10. basım: Aralık 2013, İstanbul, s. 156

[4] Michel Foucault: “Güvenlik, Toprak, Nüfus”; sayfa XXII.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!