İtaat, Otorite ve Kendine Acındırmak

İtaat, Otorite ve Kendine Acındırmak

Psikanalist Arno Gruen, Nazi liderlerinden Himmler’in şu sözlerini aktararak, “Yahudiler bizim talihsizliğimiz!” şöyle devam eder; “Himmler bu sözlerle ve büyük pozlar takınarak kendisinin ve adamlarının, kadınları ve çocukları öldürmek ‘zorunda’ kalmalarından dolayı kendi kendisine acıma duyduğunu ifade ediyordu. … Kendine acımanın gerçek duygudaşlık ile alakası yoktur. [1]

Siyasal iktidarların yöntemlerinden birisi de budur: Kendine acındırmak. Özellikle toplumu tehlike ve kuşatılmışlık altındaymış gibi göstererek, onu kendi arkasında bir güç haline getirmek için bu yöntem kullanılır.  Örneğin şöyle denir: “Yalnızız, bütün dış dünya bize düşman, bizi bölmek, yok etmek istiyorlar, Beka sorunu var” vs… Ve böylece kendine acındırır otoriter, mağdur rolü oynar hem de siyasal iktidar kendi elindeyken. Kendi yaptığı eylemlerin olumsuz sonuçlarını başkalarına mal eder, sorumlu olan kendileri değil başkalarıdır. Bu politika siyasal iktidarın egemenliğini arttırır, özellikle Orta Doğu toplumlarına bakarsak, bu politikanın çok sık işlendiğini görürüz. Burada din ve milliyetçilik öne çıkar iki ana faktör olarak. İşte, “Türk’ün Türk’ten, Müslümanın Müslümandan başka dostu yok.”, “Arabın Arap’tan başka dostu yok.” bu gibi sloganlar öne çıkarılır.

İtaat her zaman zor yöntemiyle sağlanamayacağı için siyasal iktidarlar itaati sağlamak ve kitleleri kolayca yönlendirmek için birçok politika uygularlar; kendini acındırma da politikalardan birisidir. Bir Neonazi de şöyle düşünebilir: “Ülkem Almanya toprakları yabancılar tarafından kuşatılmıştır. Safkan Almanlar kendi topraklarında yabancı durumuna düşmüştür.” Ve böylece kendini acındırmaya başlar. Ama Gruen’in dediği gibi bu gerçek duygudaşlık değildir.

Yine Gruen, “Yaşanan olumsuz gelişmelerin nedeni itaattir.” sözünü aktarır aynı kitabında.

***

“İnsanın kendi kendisine katlanabilmek için zorba bir kişilik geliştirmesinin nedeni, daha güçlü olan bir başkasının iradesine boyun eğmek zorunda oluşudur.”[2]

Örneğin sık sık sosyal medyadan bazı video mesajları paylaşılır, bu Türkiye’deki siyasal iktidara destek olmak amacıyla kendince, elinde silah toplumun bir kesimini tehdit eden ve sözleriyle de bunu ortaya koyan bazı kişiliklerdir. Bunlar aslında Gruen’in saptadığı gibi kimliksiz insanlardır. Bunlar kendilerine bir kimlik arayışı içindedirler ve bu nedenle siyasal iktidara, siyasal otoriteye ve güce sığınarak bir kimlik arayışı içinde olurlar. Kendilerini ifade edebilecekleri bir alan arayışı içinde olurken, böylece içlerindeki şiddeti de silah yoluyla o erkek maço kültürünü  öne çıkararak ifade etmeye çalışırlar. Bu noktada en güçlü olana, yani devlete ve devlet nezdinde simgeleştirdikleri Şef, önder kültüne sığınırlar.

Bu durumu, Erich Fromm, “Bir insana, kuruma ya da güce yönelik (dışadönük itaat) boyun eğme” olarak kategorize eder. [3]

Bu tip kişilikler otorite olarak gördükleri Şef ya da şey en üstteki simgesel kişi, yüce önder eğer bir işaret verirse, sokağa çıkıp önlerine gelen öldürmekte ve içlerindeki şiddeti yıkıcı bir şekilde açığa çıkarmakta bir an için bile tereddüt etmeyeceklerdir. Bunu tarihte birçok olay ve olguda görebiliriz dünyada ve ülkede. Örneğin Gruen’in ortaya koyduğu gibi, intihar eylemleri de bu tip bastırılmış kimliklerden ve kimlik arayışında kahramanlık özleminden ve çok çeşitli olgulardan ibarettir.Yine örneğin 6-7 Eylül 1955 katliamları, dönemin siyasal önderi Başbakan Menderes tarafından verilen işaretle başlamıştır.

İtaat özünde bir güçsüzlük itirafıdır; kendisini birey olarak kimliksiz, güçsüz  ve çaresiz hisseden kişi güçlü gördüğü bir otoriteye, gruba, kuruma, devlete sığınarak kendisine bir değer bahşeder, kendini değerli olarak hissetmek ister. Bir futbol takımının fanatik taraftarı nasıl şiddet eylemi yapıyorsa diğer takımların grupların taraftarlarına yönelik, bir hooligan olarak çatışıyor, hatta öldürüyorsa, burada da siyasal iktiadara sığınan kişi içindeki şiddeti açığa çıkarmak ihtiyacı duyuyor ve bunun güvenli yollarını arıyor. Otoriteye sığınmak, Fromm’un dediği gibi aynı zamanda bir güvenlik arayışıdır.  Kendisini birey olarak güçlü hisseden, kendi düşüncelerine güvenen kişi, bir otoriteye sığınma gereği duymaz.

“Bu gelişim büyük uygarlıkların tümünde vardır, çünkü anne-baba ile çocuk arasındaki ilişkiyi, çocuğun “olgunlaşmamış” iradesini kabul ettirmesini engellemesi beklenen bir iktidar ilişkisi belirler. Ancak burada maskelenen, asıl meselenin “uygarlaşmak” değil, otoritenin kodlanması olduğudur. Kendi insaniyetinden vazgeçiş, ilkel sağ radikalden, yabancı olan her şeye karşı nefretini insanı aşağılayan ideolojilerle ambalajlayan entelektüele varıncaya kadar herkesin ortak yanıdır. Nefret ortak bir düşmana yöneliktir; bu da insaniyet ve insancıllıktır.” [4]

Burada yabancıdan nefret artık içselleşmiştir. Kendinden en küçük bir farklılığa tahammül edemez artık kişi, onun kodları değiştirilmiştir. Sağ radikal ile dinci radikal aynı noktaya varırlar bu konuda: Kendi ırklarından, kendi dinlerinden olmayan kişi ölüme layıktır. Radikallik en uç noktasına varmıştır. Dinci radikal intihar eylemi bile yaparken, kendisini kahraman olarak görür ve cennete gideceğinden emindir. Sağ radikal ise kendi eylemini yine kahraman olarak görür, o saf ırkını korumak için kendisini riske atmakta olan bir kahramandır kendi gözünde. Bütün radikaller bu kahramanlık tacıyla onurlandırılmak isterler. İşte onlar kendilerini feda etmektedirler. Aslında toplumda onlardan nefret eden büyük kesimi görmezler, bunun farkında bile değillerdir. İnsanlıktan çıktıklarını bile görmezler.

Öte yandan siyasal İktidarı elinde bulunan otorite de, böylesi kişiliklere ihtiyaç duyar, onları kendi siyasal iktidarın devamı için kullanır. Nazilerden günümüze Ortadoğu’daki totaliter rejimlere kadar bu böyledir. Siyasal iktidarlar, özellikle totaliter rejimlere sahip ülkelerde kendi radikal taraftarlarına yol verir, onları silahlandırır, ya da silahlanmalarına göz yumar. Bunları her zaman yedek güç olarak bir kenarda tutar. Bilir ki sadece asker ve polis, militer güç iktidarda kalmak için yeterli değildir. Halkı bölmek, birbirine kışkırtmak ve kendi fanatik taraftarlarını yaratmak durumundadır kendi açısından. Bunu da yaparken kendine acındırmanın yanısıra, mağdur rolü oynamak, tüm dünyanın kendi ülkelerini kıskandığını, düşmanlık yaptığını sık sık işler.

Din ve milliyetçilik bu politikaların ana iskeletini oluşturur. En güçlü manipülasyonlar bu simgeler üzerinde yapılır.

Böylelikle kişi içindeki şiddeti açığa çıkarırken, siyasal otoriteye sığındığı için bunun sonuçlarından zarar görmez ya da en az zarar görür. O kendisini siyasal otoritenin kucağında olmasına karşın kahraman olarak hissetmektedir. Aynen Hrant Dink’ı vuran katilin kendisini kahraman olarak gördüğü gibi. Hatta Emniyet’teyken sorguda polisler de ona sanki bir katil değil de, bir kahramanmış gibi davranmaktadırlar. Böylece kimlik sorunu yaşayan ve çocukluğundan gelen çatışmaları içinde barındıran, kendini değersiz hisseden kişi bir anda kendini feda ettiğini, vatansever bir eylem yaptığını düşünerek bazılarının gözünde ve kendi gözünde kahraman mertebesine yükselir. Aynı intihar eylemleri yapanların psikolojileri gibidir bu durum.

Bu kişilik, şiddeti kullandığı ve bir gruba, kuruma ya da  devlete, siyasal iktidara ölçüde kendisini kimlik sahibi ve değerli hissedecektir.

Erol Anar

[1] Arno Gruen: “Demokrasi Mücadelesi, Radikalizm, Şiddet ve Terör”, Çitlembik Yayınları, İstanbul, 1. Basım 2010, sayfa 83-84.

[2] Gruen, age, sayfa 20.

[3] Erich Fromm: “İtaatsizlik Üzerine Denemeler”, Çeviri: Ayşe Sayın, Yaprak Yayınları, İstanbul, 1987, sayfa 10.

[4] Gruen, age, sayfa 16.

One thought on “İtaat, Otorite ve Kendine Acındırmak

  1. Yazılarınızı ilgiyle okuyorum ..Bilgi paylaşıldıkça güzeldir.Sizde bunu yapıyorsunuz.Kaynakça göstermeniz benim için çok faydalı oluyor. Teşekkür ederim.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!