Kendini Kanıtlama Hastalığı

Kendini Kanıtlama Hastalığı

Herkes ve her şey bizden kendimizi yeniden ve bir kez daha kanıtlamamızı istiyor. Biteviye kendimizi kanıtlamakla geçiyor ömrümüz. Aşkta bile bu durum değişmiyor. Sevgilimiz sonsuz sevgimize tüm yüreğiyle inansa dahi onu yeniden kanıtlamamızı bekliyor. Bu işyerinde, okulda ve hayatın çoğu alanında böylece sürüp gidiyor.

Sevgili Uzaklar,

Bir şeyi başardığımızda, bazen bunu yalnızca bizim yapabileceğimizi sanırız. Virginia’da yaşayan arkadaşım Tuğrul’dan öğrendiğim bir şey var. O zamanlar dil kursuna gidiyordum. Ve ona öğrendiğim şeyleri anlatırdım. Diğerlerinden daha hızlı öğrendiğimi düşünür ve bunu yalnızca kendi yeteneklerimin sayesinde yaptığımı düşünürdüm. Tuğrul beni dinler ve her zaman şöyle derdi: “Ağabey, herkes öyle. Herkes bu aşamada bunları öğrenir. Normal bir durum bu.” Bazen kendimle ilgili başka bir şey söylediğimde de onun yanıtı hazırdı: “Herkes öyle!”

Kitaplardan öğrendiklerimiz unutulabiliyor, ama insanlardan öğrendiklerimizi asla unutmuyoruz. Şair diyor ki, “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şeyler var.” Ben de, insanlardan öğrendiğim bir şeyler var diyorum.

Hayatımız aslında sürekli öğrenme ve unutmadan ibaret. Bir yandan yeni şeyler öğrenmeye devam ederken, diğer yandan önceden öğrendiklerimizin bir bölümünü unutuyoruz. Öğrenme sürecinin bir sonu olmadığı gibi, bu sürece girmek istemeyen insanların sayısı da hiç azımsanmayacak sayıdadır. Kendimizin diğer insanlardan daha zeki olduğunu düşünüyor ve bilgilerimizi sürekli olarak kıyaslama yolunu tercih ediyoruz.

Sevgili dostum, hayatımız kendimizi kanıtlamanın ucuz yöntemlerini araştırmakla geçiyor. Kendimizi kanıtlıyoruz başkalarına, sonra yeniden yapıyoruz bunu. Ve bir süre sonra bu bir zorunluluğa dönüşüyor, kendimize olan güvenimizin yerinde yeller esiyor; zerresi kalmıyor cılız bedenimizde kendimize olan güvenimizin. Birey o kadar kişiliksiz ve zayıf ki, atacağı her adımda toplumdan onay almak zorunda hissediyor kendisini.

Oysa tek bir gerçek var: Kendimiz başkalarına kanıtlama eylemine girdikçe kendimize olan güvenimiz tuzla buz oluyor ve kişiliğimiz dağılıyor, bir köleye dönüşüyoruz giderek.

Sevgili Uzaklar,

Şöyle bir haber okumuştum yıllar önce bir gazetede. Bir adam çocuğunun olmaması nedeniyle çok sevdiği eşinden boşanıyor ve sırf çocuk sahibi olabilme umuduyla başka bir kadınla evleniyor. Bence bu haberdeki adamın istediği bir çocuk değil, sadece bir nesne. Çünkü toplumsal yaşamda çocuk sahibi olması gerektiğine inandırılmış bu kişi, ona çocuk veremediği için sevgisini kurban ediyor. Özellikle bu toplumda bir erkeğin çocuk sahibi olamaması hoş görülmez, böyle bir kişinin erkekliği de sorgulanır. Böylece habere konu olan kişi, salt çocuk sahibi olabilmek için sevmediği bir kişiyle ömür boyu birlikte olmayı kabul ediyor. Onun aradığı ve istediği şey bir insandan çok bir nesneye sahip olmak. Yani toplumun ondan beklediğini sandığı şeye, bir çocuğa sahip olacak. Ama bu çocuk onun için her zaman ona sevgisini kurban ettiğini hatırlatan bir nesneden başka bir şey olamayacak ne yazık ki. Tıpkı İbrahim peygamberin oğlunu tanrıya kurban etmesi gibi, bu kişi de sevgisini toplumsal alışkanlıklara kurban ediyor.

Sevgili Uzaklar,

Herkes ve her şey bizden kendimizi yeniden ve bir kez daha kanıtlamamızı istiyor. Biteviye kendimizi kanıtlamakla geçiyor ömrümüz. Aşkta bile bu durum değişmiyor. Sevgilimiz sonsuz sevgimize tüm yüreğiyle inansa dahi onu yeniden kanıtlamamızı bekliyor. Bu işyerinde, okulda ve hayatın çoğu alanında böylece sürüp gidiyor. Belki de tek bir şeyi unutuyoruz bu koşuşturmada: Kendimize kendimizi kanıtlamak. Bu nedenle özgüvenimizi yitiyor ve hayatımızı başkalarının havuzunda yüzen küçük kâğıttan kayıklara dönüştürüyoruz.

Sevgiyle kal.

 

Erol Anar

“Sen” başlıklı kitabımdan. Chiviyazıları Yayınevi, 2003, İstanbul.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!