Postmodern Sanata Dair Birkaç Not

Postmodern Sanata Dair Birkaç Not

San Francisco Modern Sanat Müzesi’nde yerde bırakılan bir gözlüğü sanat eseri sanan ziyaretçiler, gözlüğü görmek için sıraya girdiler. Gözlüğü postmodern bir sanat eseri sanan bazı ziyaretçiler, gözlüğün fotoğrafını çektiler. Ama işin ilginç yanı bence, bu o durumda sergilenen bir ready-made sanat yapıtı da olabilirdi.

San Francisco Modern Sanat Müzesi’nde yerde bırakılan bir gözlüğü sanat eseri sanan ziyaretçiler, gözlüğü görmek için sıraya girdiler. Gözlüğü postmodern bir sanat eseri sanan bazı ziyaretçiler, gözlüğün fotoğrafını çektiler. Ama işin ilginç yanı bence, bu o durumda sergilenen bir ready-made (hazır yapım) sanat yapıtı da olabilirdi. Ancak dönem Duchamp’ın dönemi değildir, ready-made yapıtlar da özgünlük ve çarpıcılıklarını yitirmişlerdir. Çünkü sanat tarihinde her şey kendi döneminin konjonktürel ortamında değerlendirilir. Duchamp’in o gün yaptığını, bugün yapmanız bir sanat yapıtı yarattığınız anlamına gelmez. Çünkü o dönemde ilginçtir, bugün değil ve yapılmıştır.

“… kimi sergilerde ‘kirli külotlar’, pis slipler, gerçek gibi görünmesi için yerde sergilenen dışkı yığınlarından oluşan gösteriler vardı. Bunu, ebeveynler tarafından ve daha genel anlamda ‘temiz ve düzenli’ dünya tarafından kirli ve kötü hissettirilen benliğin isyanı olarak görebiliriz… Burada kültürel süperegoya karşı savaş ilan edildiğini, daha önce tabu kabul edilen bir dürtüyü ifade etme hakkına yönelik bir talepte bulunulduğunu görüyoruz. Kültürün temeli olan yüceltmenin, özgürlüğe karşı bir engel, bir baskı aracı olduğu ilan edilmektedir. Bu yeni tür [postmodern] özgürlük anlayışı, hiçbir şekilde modern sanatın kurucularının amaçladığı şey değildir.”[1]

Bunda elbette modernizm içinde sanat yapıtının kutsallaştırılması ve onun ikonik bir yaklaşımla ele alınmasının da payı vardır. Dadacıların bir Don Kişot gibi saldırdığı yeldeğirmeni de işte buydu.

Modern sanat yapıtı evrensellik iddiası taşırdı. Postmodern sanat yapıtı ise evrensellik iddiasını bir yana bıraktı ve yerelliği, lokal olanı öne çıkardı. Çünkü postmodern sanat anlayışı, bütüne değil, parçaya önem verir ve bu anlamda parçacıdır. Yine modernizmin toplumsallık anlayışı bir kenara bırakıldı ve tamamen bireyciliğe yönelindi. Böylece toplumsal olan bireyciliğe, evrensel olan ise yerele indirgendi. İkisi arasında sağlıklı bir ilişki kurulamadı ki, doğru olan buydu aslında. Postmodern sanatın özgürlük anlayışı, bireyci ve egoisttir. Modernizmde özgürlük denildiğinde genel olarak tüm insanlığın toplumun özgürlüğü anlaşılırdı. Bu süreç postmodernizmde ise biraz farklıdır. Özgürlük de diğer kavramlar gibi içi boşaltılmış ve tüketim kültüründe anlamını yitirmiş bir kavrama dönüşmüştür. Ve bu kavrama modernizmde olduğu gibi “biz” değil “ben” egemendir artık. Toplumsal ve evrensel olan her şey dışarıya atılmıştır. Bu ben bile anlamını yitirmiş ve kendi kabuğunda boğulmuş bir bendir. Modernist anlayıştaki özgür birey, özgür ben değildir o artık. O bir metadır, bunun ötesinde bir anlam ifade etmemektedir. Ben ile biz arasındaki ilişkiyi sağlıklı kurabilen bir sistem değildir bu.

Modernizmin de sorunları vardı, ama postmodernizm o sorunları çözmemiş, denildiği gibi “küvetteki suyla birlikte bebeği de dışarı atmış”tır. İşte postmodern sanat anlayışı da böyledir. Birdenbire her şey sanatın konusu değil, bizzat sanat yapıtının kendisi olarak görülmüş, ama sonuçta neyin sanat olup olmadığı sorunsalı daha da karmaşık bir yapıya dönüşmüştür. Elde herhangi bir ölçü kalmamıştır. Etik, estetik ve değerler aşındırılmıştır.

Sanat elbette sınırsız bir kavramdır. Tarihsel gelişim süreci içinde de diyalektik bir bütünlük ve ilişki içinde bir gelişim çizgisi izlemiştir. Ancak gelinen aşamada post-art (post-sanat) olarak da adlandırılmaktadır. Bazı eleştirmenler sanatın sonunun geldiğini iddia etmektedirler. Sanat tabuları, yasaları, yasakları, kuralları her zaman aşmıştır. Bu anlamda sanata bir sınırlama elbette getirilemez. Her şey sanatın konusu olabilir. Ama her şey sanat olamaz.

Bu noktada “postmodernizmin özgürlük mü, yoksa özgürlüklerin sınırı mı” olduğu da hâlâ tartışılıyor.

İster sanat olarak görülsün, isterse görülmesin geldiğimiz aşamada bu sanat anlayışının tıkandığı bir gerçektir. Özellikle de görsel sanatlarda. Neredeyse denenmemiş hiçbir şey kalmamıştır. Farklı olan da sıradanlaşmıştır bu anlamda. Bu neyin sanat olup olmadığı konusunu bir kez daha gündeme getiriyor. Ama işin ilginç yanı kimsenin bu soruya doyurucu bir yanıt verememesidir. Dün sanat olarak görülmeyen bir yapıt, bugün bir başyapıt olarak nitelenebiliyor çünkü.

Erol Anar

[i] George Frankl, Civilisation, Utopia and Tragedy, Londra: Open Gate Press, 1992, s. 171, Aktaran: Donald Kuspit, Sanatin Sonu, s. 127-128,

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!