Karlı Norveç Günleri

Karlı Norveç Günleri

 

Sonraki bir gün sergi yerine geldiğimde, Dalai Lama’nın benim bulunduğum binadaki sergileri gezdiğini söylediler. Benim sergimi de gezmişti. O an orada bulunsaydım, kendisi ile tanışma şansına sahip olacaktım. Fakat en azından bina önündeki konuşması sırasında kendisini görmüştüm.

 

1994 yılının ekim ayı idi. Uluslararası Öğrenci Festivali’nde resim ve karikatür sergisi açmak üzere Norveç’in kuzeyindeki Trondheim kentine gidecektim. İstanbul’a giderek, bir gece Ceyhan teyzemlerde kaldım.

Ertesi gün teyzemin oğlu Sinan arabasıyla beni havaalanına götürdü. Fakat yolda İstanbul trafiğine takıldık. Ve havaalanına uçağın kalkış vaktinden yarım saat sonra ulaştık. Monitöre baktım, şansım vardı, uçak rötar yapmıştı. Ter içinde kalmıştım, pasaport kontrolünden geçerken polisler benden şüphelendiler. Türkiye’den sahte pasaport ile kaçmaya çalışan ve bu yüzden ter içinde kalmış, panik içinde birisi sandılar.

“Kardeşim, ben sizden korktuğum için terlemedim, uçağımın kalkış vakti geçti, bu yüzden biraz koşturduk.”dedim. Inanmadılar, ama sonunda beni bıraktılar. Perona gittim ve nihayet uçağa binebildim.

Beklerken, Sinan da havaalanında çalışan bir tanıdığına rastlamış ve ona para vererek duty free shop’tan bir karton sigara ısmarlamıştı.

Norveç’in başkenti Oslo`ya ulaştık. Buradan iç hat uçağı ile Trondheim’e gidecektim. Pasaport kontrolünden geçerken, kadın polis, sert bir ses tonu ile İngilizce,
“Burada on beş günden fazla kalamazsınız.” dedi.

Kadının gözlerinin içine bakarak,

“Senin ülkende kalmak isteyen kim?” dedim.

Bunun üzerine yüzünü buruşturarak pasaportuma giriş damgasını vurdu. “Hoş geldiniz” demesi gerekirken, böyle davranıyordu. Avrupalıların bu ukala tavırlarına alışıktım, fakat hiçbir zaman da boyun eğmedim.

O gün Oslo’da çok yoğun kar yağışı ve tipi vardı. Bu yüzden iç hat uçağı ertesi güne ertelenmişti. İskandinav SAS havayolları ile yolculuk etmiştim. Biz yolcuları, bir otobüs ile Ritz Carlton Oteli’ne götürerek, herkesi odalara yerleştirdiler. Bugüne kadar birçok otelde kaldım, fakat buradaki lüksü hiçbirinde görmedim.  Dünyanın en lüks oteli burası idi sanırım. En azından, benim kaldığım en lüks hoteldi.

Ertesi sabah erkenden bizi havaalanına götürdüler. Erkenden Trondheim uçağına bindik ve havalandık. Oraya ulaştığımızda beni Festival Komitesi’nden bir grup Norveçli öğrenci ile çevirmenlik yapmak üzere yanlarında getirdikleri Konyalı Kürd Reşat karşılamıştı. Reşat, bu kentte çalışan bir işçi idi. Bu kentte Konya’nın bir ilçesinden yaklaşık bin kadar Kürd göçmen işçi olduğunu soyledi.

Yanımda hepsi cam ve çerçeveli resim ve karikatürlerimi büyük bir kutu içerisinde getirmiştim. Doğruca Festival Komitesi Merkezi’ne gittik ve burada resim kutusunu açtım. Bütün çerçevelerin camları kırılmıştı. Kutuyu açarak, kırık cam parçalarını ayırdım. Ögrenciler, bu duruma hiç tepki göstermemiş olmama şaşırmışlardı. Olan olmuştu, üzülmenin bir faydası yoktu, resimlerimi camsız olarak sergileyecektim.

Kentte diz boyu kar vardı ve yağmaya da devam ediyordu. Daha sonra beni kalacağım eve götürdüler. İki hafta süresince bu evde misafir olacaktım. Ev sahibi bir tarih profesörü idi, karısı ise hemşire bir Rus idi. Ev sahibimin, -sonradan bana gösterdiği-, bu kent ile ilgili tarihsel bir kitabı da yayınlanmıştı.  On altı ve on yedi yaşlarında iki kızları vardı. Bana kalacağım odayı gösterdikten sonra evi gezdirdiler, çok içten davrandılar.

Ev sahibim şöyle dedi:

 “Kahvaltını burada yapacaksın. Öğle ve akşam yemeği veremeyeceğiz. Fakat yemek vaktinde gelirsen, elbette bize katılabilirsin.”

Ertesi gün uyandığımda evde yalnızdım. Ev sahibim ve karısı işlerine, kızları ise okula gitmişlerdi. Daha yeni tanıdıkları birisine, evlerini emanet etmeleri karşısında etkilendim. Kahvaltımı bile hazırlamışlardı. Kahvaltı yaparak, duş aldıktan sonra Komite’den Kerste gelerek beni almıştı.
Asla öğle ve akşam yemeği vaktinde eve gitmedim. Aksam yemeğimi genelde şehir merkezinde Türk solu kökenli altmış sekizli bir Kürdün sahibi olduğu pizzacıda yiyordum. Burada Şükrü adlı birisi vardı, herkese küfürler ediyordu.

İki lafının birisi küfür idi. Pizzacının sahibi bir ara Şükrü’ye döndü ve gülerek,
 “Haydi Erol Anar’a da bir küfür et.”

 “Olur mu? Erol ağabeye küfür edemem, hiç misafire küfür edilir mi?

Şükrü beni sevmişti, birkaç yıl sonra Ankara’da ziyaretime de geldi.

Festivalin başkonuğu Tibetli lider Dalai Lama idi. Ayrıca o günlerde popüler olan Bangladeşli kadın yazar Teslime Nesrin de orada bulunuyordu.

Ertesi gün Komite’den bir kız geldi ve beni üniversite kampüsü içerisindeki radyo stüdyosuna götürdü, burada röportaj yapacaktım. Fakat radyoya ulaştığımızda röportaj saati geçmişti, geç kalmıştık. Bunun üzerine geri döndük.

Her sabah kahvaltıda, ev sahibim gazetelerde çıkan sergim ile ilgili haberleri bana gösteriyordu.
Bir gün sergi açtığım öğrenci merkezinin önünde Dalai Lama, İngilizce bir konuşma yaptı. Orada kendisini görme şansına sahip oldum. Geleneksel otantik budist giysisi ile Tibet ve insan haklarından söz etti.

Sonraki bir gün sergi yerine geldiğimde, Dalai Lama’nın benim bulunduğum binadaki sergileri gezdiğini söylediler. Benim sergimi de gezmişti. O an orada bulunsaydım, kendisi ile tanışma şansına sahip olacaktım. Fakat en azından bina önündeki konuşması sırasında kendisini görmüştüm.

Daha sonra ev sahibime, konukseverliklerine ilişkin teşekkürlerimi ilettim ve bir yağlı pastel resmimi hediye ettim.

Günler göz açıp kapayana dek geçti ve Ankara`ya geri döndüm.

 

Erol Anar

2012

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!