Zeus’un İki Sofrası

Zeus’un İki Sofrası

İşin kötü yani artık bekleyenlerin buna razı olmasıdır; üstelik önlerine bir yiyecek atıldığında sahipleri olarak gördükleri iktidar sahibinin, güçlünün önünde diz çökmeleri ve ona şükür etmeleridir. İşte en kötüsü de budur ve güçlüler de bunu bildiklerinden dolayı bu kadar rahat hükmederler.

Sosyal medyada kendimizi neredeyse bir mükemmellik anıtı olarak yansıtıyoruz. Ama gerçekte göründüğümüz gibi mükemmel değiliz. Yumuşak karnı olmayan hiçbir insan yoktur. Zayıf noktası olmayan hiçbir “güçlü” görünen insan da yoktur. Güçlüler, yenilgiye mahkûmdur. İşte bunu aşağıda Lao Tse şöyle ortaya koyuyor:

“dünyayı ele geçirme tutkusu

dünyayı elden geçirme tutkusu

denenmiştir

yenilgiye mahkûmdur…” (Mesel 29)

Hayat seni taş olsan bile eritiyor. Öyleyse asıl olan güçlü olup, güçsüzü ezmek değil. Asıl olan, hiçbir çeşit iktidara boyun eğmeden ve kimse üzerinde de iktidar kurmadan herkesle, farklılıklara saygı duyarak, kendini dayatmadan uyum içinde yaşamaya çalışmak. İşte o zaman güçlü ya da güçsüz olmanın önemi kalmaz.

İktidarın bir açmazı da, sürekli olarak kendisini kanıtlama zorunda olmasıdır. İktidar sahibi kişi, sürekli olarak kendi gücünü kanıtlamalı ve hâlâ güç sahibi olduğunu göstermelidir. Yoksa o da başka bir iktidar sahibi tarafından güçsüzleştirilir, alt edilir. İşte bu nedenle iktidar sahibi sürekli olarak sahip olduğu gücün altında ezilecek ve yorulacaktır. Bir gün geldiğinde, sahip olduğu iktidarı taşıyamaz hale gelecek ve onun altında kalacaktır.

Günümüzde güç sahibi deyince ne anlaşılıyor? Daha çok siyasal iktidara sahip olmak, kariyer ve mülkiyete sahibi olmak vs…

“Eğer insan yalnızca “sahip olduğu” şeylerden ibaretse, onları yitirdiğinde, kendini de yitirecek, kim olduğunu bilemeyecektir.”  diyor Fromm.

Çoğu zaman bu böyledir. Kendi varoluşundan ve ölümünden kaçan insan, bütün bunlara sığınıyor. Ama sığındığı bu şeyler sonunda yıkılmaya mahkûm.

Ayrıca Fromm’un belirttiği iş yalnızca nesnelerle, kavramlarla sınırlı kalmaz.

“Günümüzde kişi, ilişkide olduğu insanlara karşı da sahip olma eğilimiyle doludur. Doktordan, dişçiden, avukattan ve işçiden bahsederken, ‘benim doktorum’, ‘benim dişçim’, ‘benim avukatım’ ve ‘benim işçim’ demektedir.”

İnsan, hayvanlara, doğaya, her şeye sahip olmak ister. “Benim köpeğim,” “benim arazim” der. ‘ İktidar sahipleri halkı mal olarak görürler çoğunlukla. Onların şu söylemlerini çok duyarız: Benim memurum, benim işçim, benim devletim, benim milletim vs… Hatta Fransa Kralı XİV. Lui gibi daha da ileri gidip, “Ben devletim” derler. Kendilerini vazgeçilmez olarak görürler.

Erkek egemen kültür ise kadını mal olarak görür: “Benim kadınım” der. Yani sahiplik, mülkiyet duygusu çağımızda insan ilişkilerinin temeline de işlemiştir. Hatta çiftler bile tartışırken çoğu zaman: “Bütün bunları ben verdim sana, benim sayemde sen böyle yaşıyorsun.” diyerek her şeye tek başına sahip çıkar.

Sahip olma duygusunu, yalnızca kendisine bağışlar. Örneğin bir patron yanında çalışanları sömürdüğünü kabul etmez, onlara ekmek verdiğini söyler. Ama onlar da emeklerini satmaktadır bir ücret karşılığında. Ama patron olayın bu boyutunu görmez, onları kendine muhtaç olarak görür, onların karnını doyurmaktadır.

Bu bazen aşkta bile böyledir. “Ben daha çok sevdim.”, “Senin için her şeyi yaptım” gibi sözler çok işitilir tartışmalarda.

***

La Fontaine, “Masallar”da ‘Zeus’un Sofrası’ndan söz eder ve şöyle der:

“Zeus’un iki sofrası var her yerde: Birinde usta, uyanık, güçlü olanlar yer; Ötekinde küçükler artıkları bekler.”

İşin kötü yani artık bekleyenlerin buna razı olmasıdır; üstelik önlerine bir artık atıldığında, kendi sahipleri olarak gördükleri iktidar sahibinin, güçlünün önünde diz çökmeleri ve ona şükür etmeleridir. İşte en kötüsü de budur ve güçlüler de bunu bildiklerinden dolayı bu kadar rahat hükmederler.

Güçsüz olan, iktidarsız olan belki de güçlüyü, iktidar sahibini idolleştirdiğinde, kendisini onun parçası olarak hissettiğinde psikolojik olarak rahatlıyor belki. Bu anlarda kendisini güçsüz bile hissetmiyor.

İşte iktidar sahipleri bunun için hep güçsüzü kendilerine köle yapacak araçları kullanmayı iyi bilirler: Din, milliyetçilik vs…  gibi. Hep de şöyle derler: “Kendim için bir şey istemiyorum, milletime hizmet için çırpınıyorum.”

Oysa durum tam tersidir. İktidarın sahipleri ve onların yakın çevreleri lüks ve şatafat yaşarlar. Artık bekleyen köleler ise daima açtırlar. Ama bu duruma razıdır onlar. Alan razı, satan razı… Gönüllü olarak köle almaya can atarlar böyleleri.

Erol Anar

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!