Her şey Bir Kurmaca ve Varsayımdan İbarettir

Her şey Bir Kurmaca ve Varsayımdan İbarettir

Hayvan içgüdüyle, insan ise düşünceleriyle yaşar.

Peki insan bir hayvansa, evrimsel kökleri de oraya gidiyorsa, hayvandan uzaklaştıkça insanın başına ne gelmiştir?

Bütün ideolojiler, inançlar, dinler, teoriler ve düşünceler, hatta tarihin kendisi sadece birer kurmaca ve varsayımdan ibarettir. Doğruluğuna bütün varlığımızla yüzde yüz inandığımız bir şey bile kendimizi kandırmamızın bir sonucudur. Varsayım ya da kurmaca olmayan hiçbir şey yoktur yeryüzünde; kendi öz varlığımız bile… İnsanlık eğer bunu bilseydi barış içinde, huzurla yaşayabilir ve kimse kendi düşüncesini diğerine dayatmazdı.  Tek gerçek belki de Heidegger’in dediği gibi “bu dünyaya bırakılmış olduğumuz” gerçeğidir. Bunun dışında her şey varsayımdır.

Foucault bu konuda şöyle diyor

“Ama benim yazdıklarımı okuyanlar hatta yaptığım şeyi anlamış olanlar, sıklıkla, gülerek şunu söylerler bana: ‘İnsan sonunda, söylediklerinin kurmacadan başka bir şey olmadığının farkına varıyor.’ Bense hep şu karşılığı veririm: Kurmacayla hiç ilgisi olmayan bir şey yazdığını düşünen kim?” [i]

Bir şeylere inanmadan yaşamayı küçük görür, hayvansı buluruz. Oysa insan asla hayvanlar gibi doğal, ekolojiye uyumlu ve kendisiyle barışık, özgür, mutlu yaşayamaz. İşte bunun nedeni yarattığı bu teoriler, dinler, inançlar, ideolojiler ve düşüncelerdir. Bütün bunlar insanın özgürlüğünü kısıtlar; tabular, kurallar, yasalar, kurumlar vs… oluşturarak onu kısıtlar ve hayvandan koparır. Onun için mutlu değildir insan işte. Doğal köklerinden uzaklaşmıştır o.

Peki insan bir hayvansa, evrimsel kökleri de oraya gidiyorsa, hayvandan uzaklaştıkça insanın başına ne gelmiştir?

İnsan hayvandan farklılaştıkça, ya da ortak bir atadan geldiği kuzeni olan maymundan uzaklaştıkça, aslında düşünsel evrimiyle birlikte geldiği nokta hiç de iyi değildir. Kölelik (tarihsel ya da çağdaş), kendi türünü sömürme, çok fazla eşitsizlik, adaletsizlik, iktidar, savaşlar, nükleer bombalar, doğayı tahrip etme ve dengesini bozma, yapay virüsler… Bütün bunlar insanın düşünsel evriminin hayvanlardan farklı bir yol izlemesinin sonucudur.

İnsan ise sürekli gelecek kaygısıyla yaşar ve yarını düşünür, endişelenir.

Dini olan bir hayvan gösterebilir misiniz? Ya da ideolojisi olan? Bir hayvan dine, inanca, ideolojiye ihtiyaç duymaz. O sadece hayatını yaşar ve ölür gider doğal bir biçimde. Biz neden dine, inanca, ideolojilere ihtiyaç duymuşuz? Siz hiç milliyetçi bir aslan gördünüz mü? Aslanlar, kendilerine ait olarak gördükleri bölgede başka tür bir hayvanı istemezler, ama başka bir aslanı da istemezler. Hayvanlar kendi türlerini diğerlerinden daha önemli görmezler. Sadece hayatlarını devam ettirmek için avlanırlar. Onlarda da primitif bir biçimde hiyerarşi ve iktidar vardır. Özellikle bazı türlerde, maymunlar gibi… Ama bu sadece bulundukları ve kendilerini ona ait gördükleri toprak parçası ile sınırlıdır çoğu zaman. Siz hiç yazılı yasaları olan ve bu yasalarla kendi davranışlarını kısıtlayan bir hayvan gördünüz mü? Onların uyum sağladığı sadece doğanın yasalarıdır.

“İnsanın ileriye, özgürlüğe, gerçeğe, doğaya egemen olmaya doğru yürüyüşü gittikçe güçleşiyordu. İnsan, özgürlüğe kavuştuğunu sanıyordu. Oysa, özgürlük, birlikte köleliği de getirmişti. İnsan gerçeğe yaklaştığını sanırken, gerçeğe giden yolun üstünde batıl inançlardan ve önyargılardan bir duvar yükseliyordu. İnsan zenginlikleriyle övünüyordu. Oysa zenginlikle yoksulluk el ele gelmişti. İnsan demir eritmeyi öğrendi. Ama demirden hem pulluk, hem kılıç yaptı… İnsanın düşmanları çoktu… Ama insanın, kendisinden büyük düşmanı yoktu. İnsanın bütün hayatı, yalnız doğaya değil, insana karşı da savaşın tarihidir.”[ii]

Hayvan içgüdüyle, insan ise düşünceleriyle yaşar. Hayvan kendi dünyasında doğal, flora ve fauna ile uyumlu, kendisiyle barışık, özgür bir hayat sürer. İnsan ise tam tersine kendi oluşturduğu kurum, inanç, din, hukuk  ve ideolojilerin tutsağı olarak kısıtlanmış bir hayat yaşar. Doğadaki bir hayvan ne kadar özgürse, insan da o kadar tutsaktır; kendi yarattıklarının tutsağı. Bir hayvan diyelim ki etçil bir yırtıcı, avlanıp karnını doyurduktan sonra gölge bir yere çekilir ve uyumaya başlar. Yediklerini yavaş yavaş sindirir orada. Dünya yıkılsa yerinden kalkmaz. ‘Yeniden avlanayım da yarın için stok yapayım’ diye düşünmez. Yarın yoktur hayvan için, o anı yaşar, şimdiki anı.

İnsan ise sürekli gelecek kaygısıyla yaşar ve yarını düşünür, endişelenir. Daha çok, daha çok ister geleceğini garantiye almak için. Ve sonunda kendi arzularının da tutsağı olur o. Belki de hiç ulaşamayacağı bir yarın için çaba gösterir.

***

“İnanmayı yeğlediğine, daha kolay inanır insan. Bu nedenle, zor şeyleri, araştırmaya sabrı yetmediği için reddeder; akla yatkın olanları  umudu azalttığından; doğanın derinliklerini batıl inançlı olduğundan; deneyimin ışığını kibir ve gururundan; alışılmadık inanışları bayağı görüşlere bağlılığından dolayı reddeder.” diyor Carl Sagan.

İnanmayı yeğlerken insan birçok şeyi de hesap eder elbette. Kendisi için en uygun gördüğüne, çevresinin, iktidar mekanizmalarının onayladığına inanmak daha güven verici ve çıkarlarını koruyucudur kişinin. Bu anlamda çevresine yönelik, yani içinde bulunduğu mahallede geçerli inanış ve ideolojileri yeğler.

İnanmak kolaydır, sancısızdır, acısızdır. Bu nedenle kişi inanmayı ve kendisini sahte bir şekilde de olsa rahatlatmayı dener. Ayrıca sorgulayan insan tepki alır, bazen bedel öder, kişisel çıkarlarını kaybeder. Bütün bunları hesap eden kişi herhangi bir şeye, – bu bir resmi ideoloji, din, ya da herhangi bir düşünce olabilir- inanmayı ve bir çevre içinde yaşayarak devam etmeyi tercih eder hayatına. İnandığı şeyin ne kadar saçma olduğunun bir önemi yoktur sorgulamadıktan sonra. Zaten böylesi bir kişi bu noktada sorgulamayı çoktan bırakmıştır. O artık bilinçli bir şekilde tercihini yapmış bir taraf değil, hiçbir zaman sorgulamadıklarını savunan bir taraftar, bir fanatiktir.

“Tarihin en acı derslerinden biri şudur: Yeterince uzun zamandır aldatılmışsak, aldatmacayı ortaya koyan her türlü kanıtı reddederiz. Gerçeği bulmakla ilgilenmeyiz artık. Aldatmaca bizi kafeslemiştir.” [iii]

Bu noktada kişi artık aldatmacanın kendisini gerçek sanmaktadır. Zaman içinde aldatmaca gerçeğin kendisine dönüşmüştür bu kişi için. Tam bir yanılsama yaşamaktadır. Ve aldatmaca yeri gelir gerçekten çok daha güçlü olur bu giderek fanatikleşen kişi için. Gerçeği bulma diye bir düşüncesi yoktur, çünkü kesinlikle zaten onu bulduğunu düşünmektedir: Aldatmacayı, gerçeğin tahtına oturtmuştur o çünkü.

Erol Anar


[i] Michel Foucault: Marx’tan Sonra, Chiviyazilari Yayınevi, İstanbul, 1. Baskı: 2004, sayfa 60. https://www.kitapyurdu.com/kitap/marxtan-sonra/63598.html&filter_name=Marx’tan%20sonra

[ii] M. Ilin-E. Segal: Insan Nasıl İnsan Oldu, Say Yayınları, pdf, sayfa 390-391. https://www.kitapyurdu.com/kitap/insan-nasil-insan-oldu/31638.html&filter_name=Insan%20Nas%C4%B1l%20%C4%B0nsan%20Oldu

[iii] Carl Sagan: Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı, Tübitak Yayınları, 20. Baskı, sayfa 447. https://www.kitapyurdu.com/kitap/karanlik-bir-dunyada-bilimin-mum-isigi/13774.html&filter_name=Karanl%C4%B1k%20Bir%20D%C3%BCnyada%20Bilimin%20Mum%20I%C5%9F%C4%B1%C4%9F%C4%B1

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!