Acıyı Kucaklamak

Acıyı Kucaklamak

Dostoyevski, acılarla kuşatır roman karakterlerinin çoğunu. Onlar da bundan derin bir haz alırlar. Acıdan kaçınmazlar, aksine acı çekmek isterler. Acının onları kötülüklerden, kirliliklerden arındırdığına inanırlar.

Varoluşçu psikolojinin babası olarak kabul edilen psikolog Rollo May, varolmanın insan açısından anlamını sorgulamıştır.

“May, yaşama karşı, rahatsız edici veya nahoş olduğuna karar verilenleri inkâr etmek veya yok saymak yerine tüm deneyim biçimlerini eşit şekilde kabullenen Budist düşünceyi yansıtan bir yaklaşımı benimser. “Olumsuz” duygularımızı engellemek ya da bastırmak yerine kabullenmeliyiz.” [1]

Budizmde acı çekerek ulaşılan noktadır Nirvana. Bir aydınlanma ve en yüksek ruh durumuna erişmektir bu aynı zamanda.

Varoluşçu bir yazar olarak Dostoyevski de aynı yaklaşımı benimser ve acıyı kucaklar. Hatta onu dinsel, mistik bir yaklaşımla kutsar. En yukarıya koyar. Bütün kitaplarında bu yaklaşım görülebilir. Ama onun çıkış noktası dinseldir, May gibi bilimsel değildir. Ama ikisi de aynı yerde buluşurlar varoluşçu iskelede.

Toplama kampından sağ olarak kurtulmayı başarmış bir psikiyatrist olan Victor Frankl ise “İnsanın Anlam Arayışı” adlı kitabında şöyle der:

“Logoterapinin temel ilkelerinden birisi, insanın temel uğraşının haz almak ya da acıdan kaçınmak değil, yaşamında bir anlam bulmak olduğunu göstermektir. İnsanın, elbette acısının bir anlamı olması koşuluyla, acı çekmeye hazır olmasının nedeni budur.” [2]

Acının insanı olgunlaştırdığı söylenir. Bu doğrudur da.

Peki acılar özgürleştirir mi insanı? Kim bilir belki…

Şair ise şöyle der:

“Acı çekmek özgürlükse
Özgürüz ikimiz de” [3]

***

Dostoyevski, acılarla kuşatır roman karakterlerinin çoğunu. Onlar da bundan derin bir haz alırlar. Acıdan kaçınmazlar, aksine acı çekmek isterler. Acının onları kötülüklerden, kirliliklerden arındırdığına inanırlar. Ama dinsel kökenli mistik bir arınmadır o daha çok.

“Acı ve üzüntü, engin bir bilinç ve derin bir yürek için her zaman zorunludur. Bence, gerçekten büyük insanlar, büyük acılar çekmek zorundadırlar.”[4]

Karamazov Kardeşler’de ise Alyoşa şöyle der:

“Ben de acı çekmek istiyorum.” [5]

“Kendimi acıya bırakıp, yaşamaya başlayacağım.” [6]

Victor E. Frankl ise acı çekmenin sonucu olarak buna değecekse, acılarla yüzleşmekten kaçınmaz ama bir sonuca yol açmıyorsa bu bunun anlamlı olmadığını düşünür.

“Onların sorusu şöyleydi: ‘Bu kampta hayatta kalacak mıyız? Kalmayacaksak, bütün bu acıların hiçbir anlamı yok.’ Benim sorumsa şuydu: ‘Bütün bu acıların, çevremizdeki bunca ölümün bir anlamı var mı? Çünkü eğer yoksa hayatta kalmanın kesinlikle hiçbir anlamı yok! Çünkü anlamı böyle bir rastlantıya bağlı olan bir yaşam, nihai anlamda yaşanmaya değmez.” [7]

Elbette bir toplama kampında insanın aklına buna benzer düşünceler gelebilir. Tarihe baktığımızda ise birçok insan kendisi açısından sonuç alamazsa da, başka insanlar acı çekmesin diye kendisini feda etmekten kaçınmamıştır, bir de bu yönü vardır bu konunun bence.

Ama Frankl bir tesadüf eseri hayata kalan ender kişilerden birisi oldu. Acı çekmişti, hem de daha fazlasını. Çünkü insanların acı çektiğine de tanıklık yapmıştı. Bu onu hem insan olarak hem de gözlem yapan bir psikiyatrist olarak geliştirdi.

“Aradığı anlamı bulması halinde bir insanın, acı çekmeye, özveride bulunmaya, hatta gerekirse bu uğurda hayatını vermeye hazır olduğu görmezden gelinmiş, ya da unutulmuştur.”[8]

Frankl için anlam çok şeydir, çünkü varoluşçudur. Ama şöyle bir bakarsak anlamsız bir hayatı ne kadar yaşamak isteriz? Bunun ne zevki olabilir diye düşünmekten alamıyor insan kendisini. Onun için aslında bir anlamı olmayan hayatımıza anlam yüklemek zorunda hissederiz kendimizi. Kendimize hep amaçlar belirler ve onlara doğru yürümeye bunları gerçekleştirmeye çalışırız. Peki gerçekleşse ne olacak, bu kez başka bir amaca yöneliriz. Peki o da gerçekleşse? İşte bu noktada hayatın anlamsızlığını görürüz. Hayat acılarla doludur daha çok, bazen ise mutluluk da vardır daha az olsa da. Ama yine de özünde anlam yoktur hayatın, biz ona anlam katmaya çalışırız. Bir gün anlamsızlığın duvarına çarparız kaçınılmaz olarak. Aslında ölümümüze kadar bir şekilde zaman doldururuz. Hırs, acı, sevinç, başarı, amaç, yücelik vs… tüm bunlar birer zaman doldurma eylem, duygu ve düşüncesidir.

Erol Anar


[1] Psikoloji Kitabı, Kolektif, Alfa Yayınları, 1. Baskı: 2012, İstanbul, sayfa 141. https://www.okuoku.com/urun/detay/kitap/psikoloji-kitabi/361137

[2] Victor E. Frankl: İnsanın Anlam Arayışı, sayfa 127-128.

[3] Acılara Tutunmak, Hasan Hüseyin Korkmazgil.

[4] Dostoyevski, Suç ve Ceza, sayfa 131,

[5]  Dostoyevski: Karamazov Kardeşler, İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2001, İstanbul, sayfa  272. https://www.iletisim.com.tr/kitap/karamazov-kardesler/9041

[6] Karamazov Kardeşler, sayfa 338.

[7] Victor E. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, Okuyan Us Yayınları, 3. Baskı: Aralık 2009, sayfa 130. https://www.kitapyurdu.com/kitap/insanin-anlam-arayisi/131878.html

[8]  Victor E. Frankl, Duyulmayan Anlam Çığlığı, Öteki Yayınevi,1994, Ankara, sayfa 14-15. https://www.amazon.com.br/Duyulmayan-Anlam-Cigligi-Psikoterapi-H%C3%BCmanizm/dp/994433054X

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!